Yükseliş ve Uyanış: World/Chronicles of Darkness’da “Mage” Oyunları
Uyanış: Sır Perdesini Aralamak, Varlığın Anlam Kazanması ve Kozmik Dehşet
2004 yılında Mage: The Ascension ve diğer World of Darkness oyunlarının sona ermesiyle, kısa bir süre sonra yeni bir dönem başladı. Yeni gelen White Wolf oyunları ağır politika ve entrika içermek yerine okült kökenlerine dönmüştü. World of Darkness’ın en büyük sorunlarından biri, her zaman dediğim üzere, zamanla içinde hiç bir gizem kalmaması ve belirsiz kalması gereken şeylerin açığa çıkması olmuştur. The Ascension’ın sorunlarından birisi de buydu fakat The Awakening hem sistem olarak, hem de ruhen atasından çok farklı bir yerdedir. Şahsen Büyü’nün daha gizemli ve okült yanını sevdiğimden dolayı benim de önerim olan oyun The Ascension yerine The Awakening’dir fakat bu tamamen zevk meselesi.
Mage: The Awakening dediğimde aklıma en güzel gelen örnek John Constantine’dir. Film olandan ziyade çizgi roman serisi olan Hellblazer‘ı öneririm. Dark City ve hatta Fight Club, Awakening yazarları tarafından önerilen filmler.
Mage: The Awakening’de “uyanmış” kimselerin en büyük amacı, Büyü ve okült gizemin sırlarını öğrenmektir. The Awakening’de büyü, büyüdür. Evet, yine gerçekliğin bükülmesinden kaynaklanır fakat inanç ve iradeden bağımsız olarak da bulabilirsiniz. Atlantis, Ejderhalar vesaire… bunlar da gerçektir. Bir Mage’in amacı büyünün sırlarıyla “Supernal Realm” yani “Üst Diyar” adı verebileceğimiz, Plato’nun idealar dünyası fikrine çok yakın olan bir boyuta geçebilmektir.
Binlerce yıl önce Supernal Realm’e geçmeyi başarmış, kibirlerine yenilmiş büyücüler Exarch’lar, bencillikleriyle Supernal Realm ile Fallen Realm (Düşmüş Diyar, yani bizim boyutumuz) arasında büyük bir Abyss (Karanlık) yaratmıştır. Abyss’in varlığı yüzünden diğer insanlar büyülü gerçekliğe uyanamayacaktır, bunu engelleyenler ise öteki tarafa geçmeyi başarmış Oracles yani Kahinlerdir. Her bir Kahin, Supernal Realm’de bir Kule dikmiştir. Kulelerin gücü, Abyss’i aşıp, güçlü iradeye sahip insanları “uyandırmaktadır”.
“Uyanan” insan, Supernal Realm’e astral bir yolculuk yapar ve bilinen beş kuleden birinin diyarına gider. Kuleye adını kazıdıktan sonra ruhu dünyaya geri döner ve büyülü gerçekliğe, Supernal Realm’in varlığına uyanmış olur. Kozmik Dehşet diye adlandırmak istediğim kavram da tam olarak burada başlıyor. Bir büyücünün önünde sonsuz olasılık var ve sonsuzluk tahmin edebileceğiniz üzere her daim iyi sonuçlar doğurmuyor.
Uyuyan kitlelerin karşısında büyü yapmak, Mage: The Awakening’de de tehlikelidir fakat bunun nedeni gerçekliğin verdiği tepkiden ziyade, her uyuyan kişinin içinde Abyss’den bir parça olmasından dolayıdır. Uyuyan birisi, gerçekliğin farkına vardığı zaman cehalete neden olan bu parçadan kurtulmuş olur.
Kozmik gerçekliğin yanında, kısılı kaldığı ölümlü bedenin acizliği, merak hissi ve bunun yarattığı kısır döngü… Büyüyü sorumsuzca kullanması durumda Abyss’in büyümesi… Büyüyü bencilce kullanması durumunda kibire yenik düşmek… Anlayacağınız büyücü olmak, delilikle dans etmek. Böyle düşündüğümüz zaman Mage: The Awakening baya baya Lovecraftian korkuya giriyor.
Cehalet bir lütuf mudur? Awakening tam olarak bu soruyu soruyor. Awakening’in kötü adamları Exarch’lar ve onların hizmetkarı olmuş Seers of The Throne, Dünya’yı Supernal Realm’den koparmaya çalışıyorlar. Sorumluluğun karşısında delilik veya boşvermişlik. Yeterince güçlü bir Mage, kendisini daha huzurlu diyarlara bile götürebilir, neticede kendisi artık Gerçekliğin farkına varmış… Peki ya arkada kalanlar?
Ascension büyücüleri büyük abiler, ablalardır. “Hayır, şöyle olsun!” “Hayır, böyle olsun!” diye insanları parmaklarında oynatırlar fakat Awakening, ölümlülere yakındır. Uyanış’ta verilen her karar, duvardaki mağaraya bakmak zorunda olan esirlerin özgürlüğünü etkilemektedir.
Siz hangi Mage’i daha iyi buldunuz? Hangisi ilginizi daha çok çekti? Umarım bir gün bu yazıyı okuyup, Mage oynamak isteyen okuyucularımız olur. İnanırsam olur, değil mi?