2001: A Space Odyssey – Provokatif Gelecek Algısı Üzerine Notlar

Kubrick’in eserlerinden belki de en bilineni “2001:A Space Odyssey” dilimize “2001:Uzay Yolu Macerası” olarak çevrilmiş ve bu adla gösterime sokulmuştur. Sonraları ise “2001:Bir Uzay Destanı” olarak kabul görmüştür. Odyssey kelimesi aslında yalnızca bir destan olarak değil, özel olarak Homeros’un en ünlü destanlarından Odesa’yı işaret etmektedir. Destan ise savaşçı Odysseus’un eve dönüş yolculuğunu konu alır. Söz konusu destanın bir özelliği de İlyada ile birlikte ilk yazılı destanlardan biri olmasıdır. Birçok otoriteye göre Kubrick bu film ile görsel anlamda bir destan ortaya koymayı hedefleyerek modern bir Homeros olmayı amaçlamıştır.

Filmin yukarıdaki gibi mitlere dayanan açık uçlu yapısı ve anlatmak istediği şeyi kişinin hayal gücü nispetinde yoruma açık bırakması en çok eleştirilen ancak aynı zamanda da ilgi çeken noktasıdır.

Film, biri “En iyi görsel efekt Oscar’ı olmak üzere 1969 yılında çeşitli uluslararası festivallerde on ödül almıştır. Arthur C. Clarke’ın “Sentinel” isimli kısa öyküsüne dayanan senaryosunun yanı sıra Stanley Kubrick çekimler esnasında yine yazardan destek alır. Kendi hikâyesinin bu denli başarılı ve büyük bir prodüksiyonla görselleştirilmesinden etkilenen Clarke ise film çekimleri esnasında kendi hikayesini bir romana dönüştürmeyi ihmal etmemiştir. Filmin merak unsurunu öldürmemesi için Kubrick kitabın, film gösteriminden önce raflarda yer bulmasını istememişti. Ancak daha sonra satış imkanı bulabilen kitap yine Kubrick’in ölümsüz eserinin ortaya çıkardığı furya da kendisine de güzel satış rakamları elde etmeyi başarmıştır.

Film teknik ve hikaye bağlamında kendisini eleştirenlerin bile kabul ettiği şekilde çağının ötesinde bir kompozisyona sahiptir. Bunlardan teknik bağlamda ilk olarak değinilmesi gereken nokta kanımca bizi her anlamda görüntüden önce karşılayan müziğin kullanımıdır. Filmi izlerken fark etmediğiniz ancak daha sonra üzerinde düşünürken garipsediğiniz şey neden bir bilimkurgu filminde bu denli klasik müzik kullanıldığı oluyor. Ancak aslında sorunun cevabı da yine sorunun içerisinde; Zira bu eseri bir bilimkurgu filminden çok felsefi yanı ağır olan fütüristik bir sanat filmi olarak sınıflandırmak daha doğru olacaktır. Hatta o kadar zamanının ötesindedir ki, biz hala bu filmi içine koyabilecek uygun bir kalıp ve ya sıfat bulamıyoruz.

Aslında müzikler için başta “Spartacus”, “Cleopatra” ve “Who’s Afraid of Virginia Woolf” gibi filmlerin müziklerini yapan ünlü besteci Alex North ile anlaşılmış ancak ilk çalışmaları beğenmeyen Kubrick, Richard Strauss‘un “Thus Spake Zarathrustra (Böyle buyurdu Zerdüşt)” eserini açılış müziği olarak kullanmaya karar verir. Daha sonraki açıklamalarında “Film müziği bestecilerimiz ne kadar iyi olurlarsa olsunlar bir Beethoven, bir Mozart ya da bir Brahms değiller.” diyerek neden filminin tamamında eski bestecilerin klasiklerini kullanma ihtiyacı hissettiğini anlatacaktır. Müzik kullanımındaki bu başarısı da takip eden yılın BAFTA ödül töreninde filmin “En iyi müzik” ödülünü almasını sağlayacaktır. Benim şahsi tavsiyem filmin sakin ve dingin bir kafayla izlenmesi çünkü çoğu yerde ilgilendiği sekizinci sanat dalının en ince işçiliklerini hiç acele etmeden seyirciye sunuyor yönetmen. Uzayda geçen uzun plan çekimler gerçekten de hikayeye bir şey katmıyor olsa dahi yönetmenin prodüksiyonun görkemini seyirciye yaşatmak istediğini buradan anlıyoruz. Bu aşamalarda bizim dikkatimizi ayakta tutan da her zaman olduğu gibi bu ustaca seçilmiş müzikler oluyor.

Monolit

Teknik bağlamda İkinci etkileyici nokta ise filmin gerek görsel efekt olarak gerekse görüntü yönetmenliği anlamında aşılması çok zor bir çıta yakalamasıdır. Dış mekan çekimlerinde özellikle uzay gemileri öyle detaylı tasarlanmıştır ki, şu an dahi CGI efekti kullanan birçok yeni nesil filmin bu kaliteye ulaşması mümkün görünmüyor. Tabi ki üzerlerinde ciddi bir emek olan bu uzay gemilerinin tamamının detaylı işçilikleri olan maketlerden oluştuğunu söylememe gerek bile yok. Burada yönetmen kendi şansı olan arka plan kontrastını da lehine kullanmaktan geri durmamıştır. Yani mesela siz eğer gerçek bir orman görüntüsünün içerisine maket ve ya CGI bir efekt eklemek isterseniz bunu orijinal görüntünün içerisine yedirmeniz ve her iki dokunun da birbirinin aynısı olduğuna seyirciyi ikna etmeniz hayli güç ve belki de o zamanın teknikleriyle imkansız olacaktır. Ancak konumuz uzayın derin karanlığı ise buradaki bir cismin dokuya uymaması gibi bir riski yoktur, çünkü arkada aslında bir doku yoktur. Ancak tabi ki bu söylediğim yönetmenin işini kolaya kaçarak yaptığını göstermiyor.

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar