Alien 1979: Bir “Tür”ün Doğuşu
1979 yapımı “Alien” filmi usta yönetmen Ridley Scott’un ikinci uzun metrajlı klasik filmidir. Yönetmen bundan sonra 1982 yılında yine en az bunun kadar başarılı bir distopik/bilimkurgu filmi “Blade Runner”ı çekmiş, hatta filmdeki insansı robotlar gibi birçok noktayı aynı şekilde bu filmde de kullanmıştır. Alien bir sonraki yıl haklı olarak görsel efekt dalında Akademi ödülünü almıştır.
Film, Nostromo adlı ticari bir uzay gemisindeki altı mürettebatın bilinmeyen bir gezegenden aldığı yardım çağrısına biraz da kanuni zorunluluklarla cevap vererek kaynağını araştırmaya gitmesi ile başlar. Hikaye, mürettebatın daha önce görülmemiş ve insan yapımı olmadığı anlaşılan bir geminin içerisinde buldukları uzaylı bir yaratık ile mücadelesini konu alır.
“Alien” kelimesi esas olarak dilimize “Yabancı” olarak çevrilebilir. Ancak bu kelime çağrıştırdığı anlamlar açısından filmin teması ile uyuşmadığı için çevirmenler tarafından filmin adı “Yaratık” olarak çevrilmiştir. Her ne kadar Türkçe kullanımını desteklesek de hiç kuşkusuz “Yaratık” kelimesi bile zihnimizde filmdeki uzaylı varlığı canlandırmaktan hayli uzak kalmaktadır. Bu gün İngilizce bilmeyenlerin dahi “alien gibi” tanımını duyduklarında kafalarında canlanan bu “Alien” ise sanıyorum burada artık “Alien” özel isim olarak bir marka haline gelmiştir. Yalnızca bu bakış açısı bile filmin izleyiciler nezdinde ne kadar etkileyici olduğunun kanıtı niteliğindedir.
Aslında yaratığın gerçek tür adı “Xenomorph” olarak geçer. İnsanların yüzüne yapışarak xenomorph embriyosu bırakan yengeç benzeri yaratık ise bu etkileyici isimlendirmeden pek payını alamayarak “facehugger” olarak adlandırılır. Biz tabi bu adları film esnasında değil, daha sonraki açıklamalardan öğreniriz.
11 milyon dolarlık bütçesi ile çekilerek 200 milyon dolar civarında hasılat elde eden film, kaçınılmaz olarak devam filmlerini de beraberinde getirmiştir. Bunları yapım yılına göre sıralamak gerekirse;
- Alien (1979)
- Aliens (1986)
- Alien (1992)
- Alien Resurrection (1997)
- Alien vs Predator (2004)
- Alien vs Predator Requiem (2007)
- Prometheus (2012)
- Alien Covenant (2017)
İlk dört filmden sonra “Alien” markası “Predator” ile birleşerek iki devam filmi çekmiştir. Bundan sonra çekilen “Prometheus” ve “Alien Covenant” daha çok efsanenin kökenine inen ve felsefik yapımlar olarak ele alınabilir. Bizim burada konuşacağımız ise serinin başlangıcı olan Alien filmidir. Elbette seri devam eden zamanlarda video oyunları ve hatta işin içine DC’nin de girmesiyle Batman ve Superman ile birlikte çizgi romanlara kadar nüfuz etmiştir. Ancak biz bunları seri dışı alternatif evrenler olarak kabul ettiğimiz için inceleme içerisinde tutmuyoruz.
Başlıkta “Bir Tür’ün Doğuşu” ifadesi iki anlamda kullanıldı. Birincisi yeni tanıdığımız ve bundan sonra torunlarımıza kadar devamlı olarak karşımıza çıkacak olan Xenomorph, ikincisi ise yapımın modern anlamda “sci-fi/horror” yani bilimkurgu/gerilim anlamında ilk ve en önemli örneklerinden birisi oluşudur. Film esas anlamda ilk olarak Yıldız Savaşları filminin yarattığı uzay filmleri rüzgârını yakalamak isteyen stüdyoların desteğiyle masaya yatırılmıştır. Ancak tabi ki fantastik öğeler çıkartılarak korku öğeleri eklenmiştir. Film serileri devam ederken korku öğesi daha çok yerini bilimkurguya bırakmış, o dönem soğuk savaş sebebiyle moda olan “saklı düşman gibi” ciddi felsefi unsurlar eklenmiş ve aksiyon sosu profesyonel bir biçimde yedirilmiştir. Ve hatta son iki filmde kurgu yerini insanlığın başlangıcı gibi çok daha geniş bir mitolojiye bırakmış ancak hiçbir zaman gerilim unsuru ihmal edilmemiştir.
Film içerisinde aşama aşama atmosferdeki değişimi hissedebiliriz. İlk etapta detaylı uzay gemisi tasarımı ile birlikte bir uzay operası dekorunu tüm detayları ile izliyoruz. Her şey olağan akışında ilerliyor mesajı bize bir “olay hikayeciliği” karşısında olduğumuzu anlatır. Burada parantez açmak istediğim ayrıca bir konu var. Her ne kadar atmosfer kurgusunda başarılı olsa da en büyüğü 37 ekran büyüklüğündeki monitörlerden hesap yapmak, penceresiz mekiklerden çevreyi gözetlemek, anlamsız ışıklarla dolu kokpit ve hiçbir öngörü taşımayan bilgisayar tuşları gibi öğeler başarılı bir gelecek tasarlama konusunda öngörüsünde başarılı olamamıştır. Bunun tek istisnası olarak “Anne” diye konuştukları geminin zayıf diyebileceğimiz yapay zekâsını sayabiliriz. Burada filmin yapım yılını göz önünde bulundurarak haksızlık ettiğimi düşünenler için 1968 yılı yapımı 2001: A Space Odyssey incelememi okumasını tavsiye ederim.
2001: A Space Odyssey – Provokatif Gelecek Algısı Üzerine NotlarFilmin ilerleyen kısmı keşif ve gerilim hissi ile seyirciyi başarıyla sarıyor. Burada H.R. Giger’in uzay gemisi ve yaratık tasarımlarıyla bizi nefessiz bıraktığını söylemek sanıyorum ki yanlış olmayacaktır. Kısa diyebileceğimiz ikinci sekans bittikten sonra yaratığın göğsü delerek dışarıya çıkmasıyla başlayan üçüncü sekansa başlıyoruz. Göğsü deldikten sonra kuyruğu üzerinde kaçan yaratık çekiminin ise filmin genel kalitesinden daha düşük olduğunu söylemeden geçmek zor.
Bu sekansın ilk aşamalarında yaratığı yakalamaya çalışan ekip, yaratığın bir üst seviyeye geçtiğini acı bir şekilde anlar anlamaz önce vahşi bir hayvanı yakalama ya da öldürme güdüsüyle hareket etmiş ancak buna da muvaffak olamayarak neticede geride kalan her şeyi ortadan kaldırarak canlarını kurtarmaya çalışma yoluna gitmişlerdir. Basit, ufak bir canlıyı yakalamaya çalışmaktan, öldürülmesi imkansız bir yaratıktan kaçmaya kadar olan dönüşümü ekiple beraber izleyici de yaşar. Gerginliğin her basamak atlayışında ise Ripley’in senaryodaki rolü biraz daha belirginleşir. İşin içerisine androidlerin ve çok uluslu şirketlerin girmesiyle her şeyin altında yatanın farklı olduğunu anlamaları düşünceme göre bundan sonra gelmesi muhtemel filmlere temel yaratma maksatlı olmuştur.
Eserin ortaya konulmasında üç kişinin eşit derecede katkısını görebiliriz. Birincisi senaryo sahibi Dan O’Bannon, ikincisi Xenomorph ve facehugger başta olmak üzere birçok öğenin tasarımcısı olan olan H.R. Giger üçüncüsü ise hiç şüphesiz bu iki öğeyi çok iyi harmanlayarak izleyiciye sunan usta yönetmen Ridley Scott. Hemen tüm eleştirmenlerin üzerinde ortak kaldığı bu üç ismin yanında filmin bir de gizli kahramanı bulunmaktadır ki bu da kesinlikle başkarakter Sigourney Weaver’dir. Hatta senaryonun orijinalinde başkarakter erkek olarak yazılmış. Ancak Sigourney Weaver’in deneme performansını gören herkes ortak kanı olarak senaryonun bu yönde değiştirilmesinde karar kılmıştır.
Yukarıda kısaca bahsedildiği üzere film senaryo anlamında birden çok akımdan etkilenmiştir. İlki hiç şüphesiz stüdyoların gişe garantisi olarak gördüğü uzay konseptidir. İkincisi ise o dönem soğuk savaş içerisinde olan A.B.D. nin yabancı kavramına olan kuşku/korku karışık yaklaşımı. Elbette ki alt metinde yabancı yani tam kelime karşılığı ile “Alien”, Ruslara yapılan bir yakıştırmadır. Bilinçli olarak burada film, açık bir şekilde yabancılar kötü, onlar iğrenç, onlar acımasız, onlardan korkmalı ve hatta imkânını bulursak yok etmeliyiz mesajını vermekten kesinlikle geri durmamıştır.