Alien Covenant – Gençler Issız Bir Gezegene Gider ve…
Alien serisi, hem bilimkurgu hem de korku türüne uzun süredir (tam olarak 38 yıl) damga vurmuştur. Zamanında insanların içinden çıkan yaratık motifi, Giger’in çizimleri ile birleşince vurucu bir etki yaratmıştı. Üzerine bir de dönemin çok popüler olmaya başlayan uzay gemisi, uzaylı temaları ile birlikte iyi işlenince sinema tarihinin kült yapımlarından biri haline gelmişti.
Serinin ilerleyen dönemlerinde franchise/marka, Predator ile birleştirildi. Bu birleşmeden bilgisayar oyunları, çizgi romanlar (ki çizgi romanlar DC bünyesine girince Batman ve Superman ile bile birleşti) ve yeni filmler de doğdu. Buna rağmen uzun süre, tekil bir Alien filmi yapılmamıştı. Taa ki Prometheus’a kadar.
Prometheus ise gerek sunumu gerek içeriği ile bir Alien filmi değil, daha çok Alien mitolojisi/evreni filmiydi. Alışılagelmişin dışında gemilerde değil de gezegende geçiyordu, ilk tohumlamaları yapan Engineers ırkını bize tanıtıyordu, filminde adında da Alien ibaresi geçmiyordu. Tabi ki Alien filmiydi ama sanki daha çok nabız yoklayarak “2010’lu yıllarda Alien yapsak tutar mı acaba” mantığı güden, enteresan senaryo fikirleri ve oyuncular barındıran, bana göre şaşırtıcı ve güzel bir yapımdı.
Sanırım Prometheus’un görece başarısından ve ucu açık biten sonuna ithafen yeni bir Alien filmi yapılması kaçınılmaz olmuştu. Kaldı ki filmden sonra markayı tekrar bilgisayar oyunları ve diğer materyaller ile ısındırmaya başlamışlardı. Böylece uzun süredir reklamı yapılan Alien – Covenant geldiğinde artık birilerinin midesinden ya da kıçından çıkan yaratıkları mumla arar hale gelmiştik.
(Bu noktadan sonra, olabildiğince kaçınmak istesek de yazıda spoiler olabilir)
Covenant
Filmin ismi doğal olarak ana hikayeyi açıklama telaşı içeriyor. İlk filmden sağ kalan android David’in, Alien yumurtaları ve türleri üzerindeki deneyleri, kendileri ile iletişim çabaları görününce anlaşma/sözleşme anlamına gelen Covenant’ın manasını anlıyoruz. Prometheus’da da benzer durum mevcuttu. Tanrılardan ateşi çalıp ölümlülere veren Yunan mitolojisi karakteri Prometheus gibi, Engineer ırkının modifikasyonlarının insanlar ile tanışması vardı. Çok belirgin ancak lezzetli sayılabilecek bir göndermedir.
Bunun neticesinde, ikibinden fazla koloniciyi yeni gezegene taşıyan başroldeki uzay gemisinin adı Covenant olarak karşımıza çıkıyor. Yine bir önceki film gibi Michael Fassbender’ın canlandırdığı robot sekansları ile başlıyor. Önce ilk filmdeki David’in ilk yaratılış dönemi, sonrasında da tüm mürettebat ve koloniciler uyurken Covenant’ta çalışan ve istemsiz bir aksaklık olunca mürettebatı uyandırmak zorunda kalan Walter’ı görüyoruz. Zaten Fassbender dışında, Covenant’ta çok bilindik oyuncular bulunmuyor. (Uncredit olan ve toplam 1 dk kadar görünen James Franco zibidisini saymazsak) Tabii Billy Crudup’u da belki ekleyebiliriz ki azımsanmayacak bir rolü bulunuyor.
Bu anlamda Covenant’ı Prometheus’tan bir adım geride sayıyorum. Bundaki amacımız aman ünlü oyuncu görelim mantığından çok, ünlü oyuncular daha seçici davrandıkları için bir şekilde onların canlandırdığı karakterlerin içi dolu olacağını bilmemizden kaynaklanıyor.
Fassbender’in canlandırdığı robotlar David ve Walter, temelde aynı model olmalarına rağmen oyuncu, aralarındaki ufak farkları çok iyi yansıtmış. Her ne kadar tüm Alien markasından alışık olduğumuz olduğu gibi nihai başrol Katherine Waterston’un canlandırdığı Daniels karakteri ile bir kadında görünse de filmde açık ara en çok görünen ve önemli rol alan karakterler bu iki robottan oluşuyor.
Senaryo Var Olmasına Var Ama…
Fassbender’in oyunculuğunu genel anlamda çok beğensek, diğerleri de sırıtmıyor olsa da konu senaryoya gelince aynısını söylemek mümkün değil. Açıkçası bunu tüm Alien filmlerine de rahatlıkla yayabiliriz fakat çıkış tarihlerine bakınca o dönemde başka önceliklerin olduğunu görmek zor değil. Günümüzde ise artık görsellik, uzay gemileri, yaratık efektleri her filmde rahatça olduğu için farkı yaratan ve bizlerin en çok eleştirdiği ya da sahip çıktığı yer olarak dönüp dolaşıp senaryoya geliyoruz.
Kısa bir özet geçiyorum, Covenant gemisi bir çeşit kaza yapıyor, istemeden de olsa mürettebat uyandırılıyor. Burada mürettebattan tek bir kişi (o da kaptan, çünkü ölen önemli biri olmalı!) ölüyor. İkinci kaptanın mürettebat ile iletişim sorunları var vs tam o sırada gittikleri koloni gezegeninden çok daha yakın başka bir gezegenden bir çeşit radyo yayını alıyorlar. Bu gezegen de oldukça yaşanılabilir ancak nasılsa keşfedilmemiş. Uzun süredir koloni gezegeni için hazırlanmalarına ve ona göre ekipmanlar, eğitimler alınmış olmasına rağmen “hmmm burası daha yakın gidip bakalım belki oraya yerleşiriz” diyorlar.
“Belki oraya yerleşiriz”
Bakınız bu gün ev taşırken bile elli kere düşünüyoruz, yıllardır gittiğin gezegen için eğitim alırken, ekipmanlar seçilirken yolda gördüğün diğer gezegene “belki oraya yerleşiriz” diye gidilir mi? Tamam sinyalin kaynağını araştıralım, oradakilere yardım edelim ayrı bir konu fakat yerleşmek?
Bunu bir şekilde geçelim diyorum fakat burada çok daha önemli bir senaryo ayarsızlığına tosluyoruz. Gemi diğer gezegene gidiyor, şöyle bir yörünge taraması yapılıyor “oksijen oranı iyi, zehirli gaz oranları düşük tamamdır bitti bu iş” diyerek iniyorlar.
Mikroorganizmalar, bakteriler, mikroplar???
Efendim yabancı bir gezegen ile ilgili en önemli konular şüphesiz ilgili yıldıza uzaklığı (sıcaklık soğukluk), yer çekimi oranı (düşük yer çekimi uzun süreli olmadıkça sorun yaratmaz, yüksek yer çekimi tehlikeli) ve atmosfer diye ilerler. Fakat yüzeye inmek için önemli kriterlerin başında çeşitli patojenlerin vs.nin varlığı gelir. Bitki yaşamı olduğu bariz bir yerde, oradaki yaşam için tümden zararsız hatta yararlı organizmalar olabilir fakat dışarıdan gelenler için bunlar ölümcül olabilir.
Velhasıl, bunları bir bilimkurgu ve belgesel seyircisi rahatça bilirken başka bir gezegeni kolonileştirmeye giden vatandaşlar bilmediği zaman filmi ciddi anlamda sorguluyorsunuz. Arkadaşım başka bir gezegene korumasız inemezsiniz nokta. Önden çeşitli aletler gönderir havayı, suyu, bitkileri her şeyi araştırırsınız. Ya da gittiğiniz zaman tam bir astranot kıyafeti olmasa da standart biyo-koruma kıyafetleri giyersiniz, Düdük gibi gündelik kıyafetler ile orada gezemezsiniz.
Esasında gezegene inip bitkilerin arasına korumasız daldıklarını görmezden gelebilirdik taa ki kafalarını Alien kozalarının resmen içine sokup kulaklarından ve burunlarından sporları vücutlarına aldıklarını gördüğünüzde bu basit mantık hatası sizi ciddi şekilde rahatsız etmeye başlıyor. Zaten biyo-koruma kıyafetine kafanıza takılmış durumdayken bir de bunu görünce, koltuğa gömülüp “pufffff” sesi çıkarıyorsunuz.
O noktadan sonra “seni med-bay’e kilitliyorum bulaşıcı olabilir” diyen taşıyıcı pilotu size inandırıcı gelmiyor. Zaten bir kaç dakika sonra kendisi kapıyı açtığı için bu insanların genel anlamda pis olduğu, hastalık, bakteri konularına ilgilerinin sokaklarda çıplak koşturan Suriyeli çocuklardan daha fazla olmadığına emin oluyoruz.
Atmosfer
Bu ciddi senaryo hatası, esasında filmin önemli bir noktasında olduğu için göze batıyor. Yoksa kötü niyetli bir şekilde filmlerdeki mantık hatalarını aramak oldukça verimsiz ve ahmakça olabilir. Ama bu gözünüzün içine sokulduğu zaman ve hikayenin kırılma noktası burada olduğu zaman kafanızı başka yöne çeviremiyorsunuz.
Fakat bu önemli hataya rağmen filmin atmosferi oldukça başarılı,. Bir şekilde sporları yutup, Alienler ile muhatap olmaya başladıklarında “artık olan oldu, önümüzdeki aksiyonlara bakalım” diye düşünürseniz filmden keyif almayı becerebilirsiniz. Zira ilerleyen sahnelerin tamamında gerilim adım adım artıyor, sıraya birileri ölmeye başlıyor. Arada jump-scare sayılabilecek korku öğeleri olsa da belirli bir amotsferi ve korku/gerilim duygusunu istikrarlı olarak sürdürmeyi başarıyor.
Ekibin indiği gezegen oldukça güzel ancak Prometheus’taki gezegene çok benzettim. Ayrıca filmin başında robot David’in yaratıldığı yer (muhtemelen Dünya’da ama orada da göller var) ile de benzerlikler taşıyor. Tüm bu yeni filmlerdeki göl mantığını pek anlayabilmiş değilim. Görsel olarak iyi duruyor ancak her yerde bir göl var, ekibin gitmeyi planladığı gezegende de göller olduğunu aralarındaki diyaloglardan öğreniyoruz. Sanki Alien markasının tüm yeni filmleri bir çeşit göl teması etrafında dönüyor. Bundan rahatsız değilim, görsel olarak dağlar ve göller bana da çok çekici geliyor ancak her yerin birbirine benzemesini sağladığı için kafa karışıklığı yaratabiliyor.
Son Söz
Prometheus’ta başlayan Alien mitolojisinin arka planına herhangi bir katkı yapmayan filmin sonu pek çok olasılığın yolunu açıyor. Engineer ırkının önemli bir bölümünün nasıl öldüğünü görüyorsunuz, David’in genom çalışmalarına bir göz atıyorsunuz. Bunlar geçmişe katkı sağlamasa da ilerleyen filmler için keyifli olabilecek olasılıkların yolunu açabilir.
Yine de filmin finalindeki büyük (eh) şaşırtmaca, ortalama bir film izleyicisine kesinlikle şaşırtıcı gelmeyecektir. Yani o şeyi (ısrarla söylemeyeceğim ama görür görmez anlayacaksınız) anlamamak için ciddi anlamda saf olmak lazım. Bu yüzden filmin finali maalesef şaşırtıcı olmaktan çok uzak, zaten filmin daha ortalarında hikayenin o yöne gideceği kendini çok belli ediyor.
Senaryodaki mantık hataları ve tahmin edilebilirliği çok yüksek olan önemli noktaları geçersek film esasında keyifli bir Alien filmi. Serinin tüm filmlerinde, baş roller hariç çoğu karakter zaten pek zeki değildir. Bunda aradaki fark başrol karakterlerinin de o kadar zeki olmaması. Bu önemli bir fark mı derseniz çok emin değilim.
Yine de gerilimli dakikaların çokluğu, vahşi bir aksiyon, çok güzel tabloyu andıran geniş perspektif sahneleri üst üste koyarsanız türün meraklıları için eğlenceli bir seyirlik haline gelebilir. Beklentilerinizi ona göre ayarlarsanız, ödediğiniz paranın karşılığını daha iyi alabilirsiniz.