Alışılmışın Dışında Bir Shakespeare Uyarlaması: Fırtına
“Bizler rüyaların yapıldığı malzemeden yapıldık
Ve küçücük ömrümüz yine bir uykuyla noktalanır.”
Geçtiğimiz hafta Macbeth’in vizyona girmesi ve seyircileri hayretler içinde bırakacak bir uyarlamaya imza atılmasıyla, burada kaleme aldığım yazımda ben de, büyük eserlerden ve onların ölümsüzlüklerinden, bu eserlerin yine büyük işlere esin kaynağı oluşturmasından söz etmiştim. Şüphesiz birçok yazar, ressam, sinemacı ve tiyatrocu için Shakespeare çok büyük bir esin kaynağıdır. Tek bir dizesi bir romana ya da bir şiire ilham kaynağı olabilmiş, eserlerinin birbirinden farklı uyarlamaları yaratıcıların hayal güçlerini zorlamış, seyredenlere farklı bakış açıları kazandırabilmiştir.
Fırtına (The Tempest), Shakespeare’in 1600’lü yılların başında kaleme aldığı düşünülen ve içerisinde fantastik öğeler barındıran bir oyunudur. Baş kahramanlarından biri olan genç Miranda’nın “Hey cesur yeni dünya ki içinde böyle insanlar var!” repliği ve bu eserle birlikte birçok Shakespeare eseri, Aldous Huxley gibi bir yazarın Cesur Yeni Dünya (Brave New World) gibi bir klasiğine esin kaynağı olmuştur. Başta (elbette) West End prodüksiyonları olmak üzere dünyanın birçok tiyatro topluluğu çok farklı uyarlamalarla sahnelemiştir Fırtına’yı.
Ancak ben sizlere bu hafta Fırtına’nın, belki yalnızca kast seçimi sebebiyle en ayrıksı duran yorumlarından birini tanıtmak isterim. Başrolünde, dükalığı elinden çalınmış ve kızıyla birlikte ıssız bir adaya yollanmış Prospero’nun (orijinalinde Prospera olarak da geçer) erkek değil de kadın olarak ele alınmasıyla Helen Mirren’ın harikalar yarattığı bu yapım, yıldızlarla dolu başarılı oyuncu kadrosuyla dikkat çekti ve benim de beğenimi kazandı. Esasen bu 2010 yapımı film pek başarılı bir uyarlama sayılmaz ama özellikle “canavar” köle Caliban rolündeki Djimon Hounsou, Miranda rolündeki Felicity Jones ve elbette Helen Mirren harikalar yaratmış. Zaten böyle rolleri aradığını ve başarıyla altından kalkacağını bildiğimiz Russell Brand soytarı Trinculo rolünde; gerçek anlamda fiziksel özelliklerini yansıtan hava perisi Ariel rolündeyse Ben Whishaw karşımıza çıkıyor. Kral Alonso’nun sinsi kardeşi Sebastian’ı Alam Cumming, dükalığı kardeşinden zorla alan Antonio’yu ise benim çok sevdiğim aktörlerden biri olan Chris Cooper canlandırıyor. Alfred Molina da, ayyaş bir kâhya olan ve soytarı Trinculo ile takılan Stephano rolünün hakkını veriyor.
Bunca başarılı ve özellikle tiyatro kökenli olmalarıyla dikkat çeken oyuncu kadrosuyla bir filmin, özellikle bir Shakespeare uyarlamasının başarısız olması oldukça güç gibi duruyor. Ancak yine de filmi seyrederken, kendinizi bir tiyatro oyunu seyreder gibi hissediyorsunuz. Öncelikle diyaloglarda orijinal metinin kullanıldığını söylememde fayda var. Yani ağdalı bir Shakespeare dili, uzun Shakespeare şakaları sizi bekliyor (Shakespeare’in diline alışkın olanlar ne demek istediğimi anlayacaktır). Oyunculukların da Shakespearean (Şekspiryen) olması bu durumda sizi şaşırtmasın. Bunlar kötü şeyler değil elbette ama sanki tüm bunlarla birlikte, belki bazı fantastik öğelerin gerektirdiği sahnelerde kullanılan (kanımca başarısız) bilgisayar efektleri pek şık durmuyor. Zaten teknolojiyi birçok yönüyle yadsıyan ve hâlâ sarı sayfaları bilgisayar ekranına tercih eden benim gibi seyirciler bu durumdan eminim rahatsız olacaklardır.
Oyunun konusunu kısaca açıklamam gerekirse, aslında Fırtına, ıssız bir adada tutsak kalma, “ıssız bi’ adaya düşsen yanına alacağın üç şey…” geyiğini de başlatan ilk edebi eserlerden biri olabilir. Oyunun (fimin) başladığı tarihten on iki yıl önce Milano dükü Prospero’nun kardeşi Antonio, Napoli Kralı Alsonso’nun da yardımıyla dükalığı zorla gasp eder ve Prospero’yu küçük kızı Miranda’yla birlikte bir adaya yollar. Onları yollayan sadık lord Gonzalo bu zavallı anne-kızın (oyunun orijinalinde baba-kız) yanına yiyecek, içecek, giyecekler ve Prospero’nun kitaplara olan ilgisini bildiğinden, büyücülükle ilgili kitaplar da verir. Issız bir adaya çıkan Prospero, burada zamanla büyücülükle ilgili çalışmalar yapar. Adanın kötü büyücüsü Sycorax’ın bir ağaca hapsettiği hava perisi Ariel’i kurtarır, kötü büyücünün hilkat garibesi oğlu Caliban’la da ilgilenir. Ancak zaman içinde Caliban, Prospero’nun kızı Miranda’ya saldırmaya çalışınca onu kölesi yapar.
Filmin açılış sahnesi, hava elementlerine hükmetmeyi öğrenmiş Prospero’nun yarattığı büyük fırtına sonucu, Napoli Kralı Alonso’nun kız kardeşinin düğününden dönen ekibin gemisinin battığı sahnedir. Ancak Prospero, peri Ariel’e herkesin gemiden sağ kurtulmasını ve adanın farklı yerlerine dağılmalarını salık verir. Böylece Napoli Kralı Alonso, Prospero’nun kardeşi Milano dükü Antonio, kralın kardeşi Sebastian ve sadık lord Gonzalo adanın bir köşesine, soyratı Trinculo ve ayyaş kâhya Stephano bir köşesine, kralın genç oğlu, güzel prens Ferdinand da bir köşesine dağılır. Prospero’nun her biri için planları vardır. Kardeşinden hesap soracak, onlara kendini ifşa etmeden önce hepsini oyunlara getirip şaşırtacaktır.
Sinemalarda Macbeth’i seyredip Shakespeare eserlerine ilgi duymaya başlayanlar ya da farklı bir Shakespeare uyarlaması seyretmek isteyenler, Fırtına’nın bu farklı yorumunu mutlaka seyretmeli. Ama elbette ayrıntılara ya da olumsuz şeylere fazla takılmadan. İyi seyirler dilerim.