Aquaman – Adeta Yılın Son Marvel Filmi

DC’nin sinematik evreninin (DCEU) tam havasını bulamadığı zaten çok belli bir şeydi. Man of Steel’in soğuk ve duygusuz atmosferinin üzerine Batman v Superman‘in başarısızlığı (bence iyi filmdi), daha doğrusu çok budanmış halinin sinemalarla paylaşılması gelince aşağı doğru bir iniş başlamıştı.

Wonder Woman bir ümit aşılasa da Justice League’in vasatlığı bunu perçinledi. Arada çıkan Suicide Squad’ın yetersizliği, Ben Affleck ve Henry Cavill’in bıraktı/bırakmadı gitgeller derken yakın takipçilerin büyük kısmı, DCEU’nun bu işi kıvıramadığı konusunda hem fikir oldu. Şahsen, DCEU’nun kendi aromasını bulamadığını düşünüyorum, burada da iki tane tercih etkili oldu.

Bunların birincisi Warner Bros’un işe fazlası ile karışması ve süreçleri iyi yönetememesi. İkincisi ise DCEU’nun Marvel’ı taklit etmek ile kendine özgü iş yapmak arasında kararsız kalışı ve neticesinde ikisini de becerememesi. Aquaman’de çok daha oturaklı bir yönetmen olan James Wan’ın dümeni devralması ve net bir şekilde Marvel’ı taklit etmeleri ile bir yön tutturulmuş gibi görünüyor.

Varsa şekliniz, Atlantis’e bekleriz!

Ben, çizgi roman filmlerinde kahramanın önce kötü adam gibi görünüp sonradan toplum tarafından kabullenilme hikayelerinden feci halde sıkıldım. Aquaman, Justice League’de Dünya’yı kurtaran ekipten biri olduğu için bu geçiş büyük oranda tamamlanmış görünüyor. Öyle ki kurtardığı Rus denizaltısındaki personeller kendisini tanıyıp seviniyorlar.

Gel gelelim, iki farklı kültürden gelen tüm kahramanlarda olduğu gibi tercih yapma / ait olma ekseni yine hikayenin merkezine oturuyor. Aquaman, Atlantis’in mi yoksa yüzey dünyasının bir çocuğu mu? Kahraman mı, korkak mı, kral mı yoksa sıradan biri mi? Tabi çoğu filmde olduğu gibi cevap hepsi birden şeklinde oluyor.

Bu bağlamda bakarsak, film sürüyle klişe ile dolu. “Kral olmak istemiyorum, sıradan olmak istiyorum” dediğinde “İşte bu yüzden kral olmalısın”dan tutun da annesi ile ilgili hiç de şaşırtıcı olmayan twiste kadar filmin hikayesi inanılmaz düz ilerliyor. En başından bu yana Atlantis’in ilk ve esas kralının mızrağından bahsedildiği zaman sonunda olacak sahne gözlerinizin önünde canlanıveriyor.

Anasının gınalı yunusu bu!

Bu yüzden hikayede sıfır şaşırtmaca ve sürpriz var. Benzer şekilde karakterler de öyle, “Aaaa neden öyle yaptı ki şimdi?” dediğiniz hiç bir karakter yok. Bir yandan kraliyet ailesine ihanet edip diğer yandan hizmet eden soylu eğitmen, güç aşığı kral, dönek ya da görece daha mantıklı bir diğer kral, kötü nişanlısını istemeyen soylu kız, kraliyeti bırakan soylu kadın, tacı istemeyen ondan korkan kral adayı, içini intikam bürümüş bir diğer kötü, topluma kendini inandıramayıp sapıtan bilim adamı derken karakterlerin hepsinin daha önce defalarca gördüğünüz sterotipler olduğunu fark ediyorsunuz.

Tabi karakterlerin sadece kurguları değil, oyunculukları da çok sıradan. Zira bu tür karakterlere ne kadar renk katabilirsiniz ki? En beğendiğim karakter Kral Orm – Ocean Master bile esasında oldukça sıradan sayılır. Dolph Lundgren ve Nicole Kidman görünce sevdiğimiz isimler, ancak karakterleri çok sıradan. Geeklerin Jango Fett rolü ile bildikleri Temuera Morrison’un rolü az olmasına rağmen en azından biraz daha gerçekçi duruyor. Çok şeyler beklediğimiz Willem Defoe bile o kadar sıradan ki filmde olsa ne olur, olmasa ne olur diye sorgulamak zorunda kalıyorsunuz. Rolü önemli olsa da o karakteri hayatımızda duymadığımız bir aktör oynasa da hiç bir şey fark etmezdi diye düşünmemek imkansız.

Amber Heart’ın oynadığı Mera, filme daha çok kırmızı boyalı saçları ile renk katarken Jason Momoa’nın Aquaman’e bir tat verdiğini kabul etmek lazım. Hoş, DC severler karakterin ve tipinin Aquaman’den çok Lobo’yu andırdığını fark etseler de yine de eğlenceli olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Aquaman – Temple of Doom

Bunların yanı sıra, filmde önemli mantık hataları da maalesef var. Uçaktan paraşütsüz atlayıp sıyrıksız kurtulan karakterlerin sonradan Atlantisli askerlerin yumruklarından neden o kadar etkilendiklerini anlamak güç. Zira normal insandan güçlü olsalar da uçaktan atlamanın etkisini yapabilmek için Wonder Woman seviyesinde güç gerekiyor ki o seviyenin yakınında bile değiller. Bunun gibi pek çok rahatsız edici küçük ayrıntı filmde maalesef mevcut.

Ayrıca Indiana Jones’u andıran uçak, çöl, tapınak sahneleri de işin bir diğer boyutu. Wan, izleyiciyi bir şekilde sıkmamayı çok iyi beceriyor, ancak bu şekilde anlatılan da bir Aquaman hikayesi olmaktan biraz uzaklaşıyor.

Şu ana kadar hepsi eksi yönleri saydık, buna rağmen Aquaman iyi bir seyirlik. Bunun esas ve tek nedeni ise görselliği. Filmin renkleri, 3 boyut kullanımı, dövüş sahneleri, kovalamaca sahneleri, derin deniz ya da deniz yüzeyi kolajları hepsi harika. Ayrıca olan savaşlar, olaylar vs hepsi epik seviyelerde. Yani çok büyük ordular, devasa yaratıklar, muhteşem yıkımlar/patlamalar görüyorsunuz.

Her şeye rağmen, deniz altındaki bir savaş deniz tabanında değil de 3 boyutlu şekilde yapılmalıydı.

Tüm bunları üst üste koyunca Aquaman’in keyifli bir “Marvel filmi” olduğunu söylemek gerekir. Wan, Aquaman’de DC’ye özgü bir farklılık denememiş ve standart Marvel/Hollywood formüllerini devam ettirmiş. Bunun sonucunda bana göre gayet yetersiz olsa da stüdyo açısından risksiz ve çoğu izleyici için eğlenceli bir seyirlik ortaya çıkarmış.

DCEU söz konusu olunca sanırım şimdilik bununla bile yetinmeliyiz. Aquaman sizi sıkmayacak, epik sahneleri ve harika görselliği ile etkileyecek ancak durup bir düşününce diğer tüm açılardan kalitesiz olduğunu göreceğiniz bir film. Yine de DCEU’dan halen umutluysanız ya da keyifli 2 saat geçirmek istiyorsanız beğeneceğinizi garanti ederim. Herkese iyi seyirler.

Yorumlar