Arrival: 2000’lerin En İyi Bilimkurgu Filmi
Çok iddialı bir başlıkla karşılaştığınızın farkındayım. Kolay değil, 2000 yılından beri vizyona girmiş tüm bilimkurgu filmlerini bir anlamda kenara itmiş oldum. Ama merak etmeyin, bu yılın en iyi filmi ve belki de yıllar sonra kült film statüsüne erişecek Arrival hakkında sizlere söyleyecek çok şeyim var:
Şimdi sizlerden istediğim tek şey, kafanızdaki bilimkurgu algısını biraz kırmanız. Gravity ile başlayan, Interstellar ve The Martian ile devam eden sinema dünyasında gördüğümüz “daha gerçek” bilimkurgu filmleri Arrival ile bambaşka bir boyuta ulaşıyor. Daha gerçek dedim, zira söylediğim 3 filme pek de uzak değiliz. Marsta yapılacak koloni çalışmalarına başlandı, dünya dışında yaşanabilir gezegen avımız hız kesmeden devam ediyor ve gökyüzünde, Uluslararası Uzay İstasyonunda durmadan çalışan bir ekip var. Ancak bunları yaparken bir noktada tökezliyor gibiyiz. İletişim. İnsanlığın başlangıcından beri yaşayan tüm canlılar farklı farklı dillerde konuştu. İlk başta “dil ve alfabe” yerine çeşitli sesler ve el kol hareketleriyle iletişim kursak da insanoğlu daima birbiri ile anlaşma derdindeydi. İyi veya kötü, hepimizin yaptığı ilk şey, karşımızdakini tanıma isteğiydi.
Ted Chiang’in Hugo ve Nebula ödüllü “Story of Your Life” isimli öyküsünden uyarlanan Arrival, ilk gösterimini Venedik Film Festivalinde yapmıştı. Dünya çapında katıldığı çoğu festivalden büyük övgülerle ayrılan Arrival’ın arkasındaysa oldukça güçlü bir yönetmen var. Denis Villeneuve. Villeneuve, kariyerinde oldukça iyi işler yapmış bir isim. Enemy, Prisoners ve Sicario yaptığı işlerden sadece bazıları. Hatta kendisi 2017 yılında çıkacak olan Blade Runner 2049’u da yönetecek! Uzaktan bir uzaylı istilası filmi gibi gözüken Arrival, esasında hiçte öyle değil. Baş rollerinde Amy Adams ve Jeremy Renner’ı barındıran film, tam anlamıyla insanlığı anlamaya yönelik bir eser.
Dil bilimci Doktor Louise Banks (Amy Adams) ve Teorik Fizikçi Ian Donnelly (Jeremy Renner) dünyanın 12 yerine konuşlanmış olan yarım yumurtaya benzer uzay gemilerinin sırrını çözmekle görevlendirilmiştir. Kendilerini ilgilendiren kısım ise Amerikanın Montana eyaletine yerleşen gemidir. Gemilerin dünyaya geliş biçimleriyse oldukça tuhaftır. Bulundukları konumlar arasında hiç bir bağlantı olmadığı gibi, yerleştikleri yerler ne bir askeri üs ne de başkenttir. Gemilerin içindeki “Uzaylı” dostlarımız ise ahtapota benziyor. Louise ve Ian ile kurdukları iletişim ise bir camın arkasından gerçekleşiyor. İlk başta ses ile iletişim kurmaya çalışan ekip, bunun başarısız olduğunu anlayınca çareyi alfabede ve görüntülerde buluyor. Doktor Louise Banks’ın “Human (İnsan)” kelimesine karşılık, uzaylılar mürekkebi andıran bir çemberle cevap veriyor. Uzaylılar, veya dünyalıların deyimiyle Heptapodların cevabı daima çember üzerinde belirli girinti çıkıntıları olan görseller oluyor. Bir tane çember uzun bir cümleye karşılık gelirken, Louise’in amacı her kelimeye karşılık bir görüntü elde etmek. En sonunda dünyalılar için ortaya Heptapodların alfabesi çıkıyor. Heptapod demişken, bu ismin özel bir anlamı var: Yedi ayaklı.
Filmin birincil amacı, Heptapodlarla iletişim kurmak. Bilinmesi zorunlu olan ilk sorularsa şunlar: Nereden Geldiler, Nasıl Geldiler, Amaçları Ne? Ancak bu iletişim çabasının arkasında başka bir hikaye daha var. Louise’in kızı Hannah ile olan bağı. Filmin çeşitli yerlerinde Louise ve Hannah arasındaki sahneleri görüyoruz ve bu sahneler genelde Louise’in Heptapodların dilini çözmeye çalıştığı zamanlarda karşımızda çıkıyor. İşin içine maneviyat girince bu iletişim sorunu çok farklı boyutlara ulaşıyor. Eğer o kısmı söylersem film hakkında çok büyük spoiler vermiş olurum. Ancak şöyle söyleyeyim; filmi başından sonuna kadar pür dikkat izleyip bazı minik noktaları yakalamaya çalışın, çünkü Hannah ve Louise ilişkisi filmde önemli bir yer kaplıyor.