Arrival: 2000’lerin En İyi Bilimkurgu Filmi

Sapir-Whorf Teoremi ve İletişim Sorunu

Peki ya Sapir-Whorf Teoremi? Esasında filmdeki iletişim kurma metotları Sapir-Whorf Teoremi veya diğer adıyla “Dilde İzafiyet Teorisi”ne dayalı. Bu teoriye göre dil öğrenmek sadece kavramları okumaktan ibaret değil. Çünkü dili öğrenmek o kültürü de ele almaktır. Anlamlarını biz ediniriz. Mesela Louise ilk başta Nereden Geldiler, Nasıl Geldiler ve Amaçları Ne? Sorularını sormaktansa dünyalıların dilini ve kelimelerin anlamlarını Heptapodlara anlatmayı tercih ediyor. Bu konu hakkında Louise’in filmdeki şu örneğini verebiliriz. “Kaptan James Cook Avustralya sahiline indiğinde bir Aborjin ile tanışır. Etrafta karnında bebeği ile zıplayan bir hayvan görür ve bu ne diye sorar. Aborjin ‘kanguru’ diye cevap verir. Ancak söylemek istediği şey hayvanın adı değildir, ‘seni anlamıyorum’ demiştir” Yani Doktor Louise Banks’in öncelikli amacı dildeki yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmaktır. Önce grameri, kelimelerin anlamlarını ve niyetlerini belirten bir öğrenme sürecinde İnsanlar ve Heptapodlar birbirlerine bir anlamda kendi dillerini öğretiyor. Heptapodların gösterdiği bir çember her ne kadar uzun bir cümleye karşılık gelse de çemberin uzantıları ve parçaları kelimelere denk geliyor. Bu zorlu ve çok anlamlılığa yol açabilecek iletişim sorunu ise filmin merkezini oluşturuyor. İzleyici de Louise ile beraber Heptapodları anlamaya çalışıyor, yer yer karakterle beraber şaşırıp heyecanlanıyor.

arrival-3

Dünyaya inen bir grup uzay gemisi ve bunun nedeni araştıran 12 bölge. Hal böyle olunca gezegenimiz bir kaosa sürükleniyor. Sokağa çıkma yasakları ve marketlere yapılan istilalardan tutun, ülkeler arasında zıtlaşmalar dahi oluyor. Çin, kendi bölgesine inen uzay gemisini bir tehdit olarak görüp ona saldırmaya çalışıyor. Kendisine ise en büyük destek Rusya’dan geliyor (Rusya mevzusu size de tanıdık geldi değil mi?). Heptapodları ve insanlığı anlamaya dair verilen bu mücadelede siyaset de hiç eksik olmuyor. Bazı anlarda ülkeler fikir ayrılığına düşüyor ve topladıkları bilgileri paylaşmıyor. Ülkeler müttefikten çok birbirlerine düşman gözüyle bakıyor. İnsanlar, “Türümüzü koruyun” diye bağırırken Heptapodları kabullenemiyorlar. Televizyonlardaki haberlerin de ekrana geldiği sahnelerde tüm dünyadaki korkuyu çok daha iyi anlıyoruz. Dünyanın dört bir yanında halk ayaklanıyor. Anlayacağınız gezegende bir kaos baş gösteriyor. Eğer gerçek hayatta dünyamıza bir grup uzay gemisi inse yaşanacaklar aşağı yukarı böyle olacaktır diye düşünüyorum. Filmdeki ”Kendinizi sorgulayın” mesajı tamda burada devreye giriyor. Devletler katı politikalar uyguluyor, medyaya bilgiler geç veya kısıtlı gönderiliyor. Öncelikli çıkar her zaman olduğu gibi politika ve “insan ırkı”.

arrival-4

Arrival, her anıyla dört dörtlük bir film. Denis Villeneuve, filmi çekerken büyük bir titizlikle çalışmış. Film mizansen anlamında muazzam. Yönetmen, daha önceki filmlerinde de beraber çalıştığı Johann Johannsson’a filmin müziklerini emanet etmiş. Bestelerinde en az film kadar sağlam ve vurucu olduğunu söylemem gerek. Bu arada, Arrival büründüğü hava gereği temposu ağır bir film, ancak bittikten sonra “keşke daha uzun olsaymış” dediğim ender filmlerden biri oldu. Bitmesini hiç istemedim. Amy Adams ve Jeremy Ranner ise rollerine o kadar uymuş ki kendilerini izlerken mest oldum. Renner’ın karakteri Ian’ın yer yer alaycı ama bir o kadar da uzaya aşık ve ciddi duruşu filme çok hoş yansımış. Heptapodlarla kurulan ilk temastaki heyecanı kesinlikle görülmeye değer. Özellikle bu ikiliyi son zamanlarda süper kahraman filmlerinde gördükten sonra (Hawkeye ve Lois Lane) böyle bir yapımda izlemek seyirci için çok iyi olmuştur. Arrival’ı uyarlandığı hikayeden bağımsız olarak benzetebileceğimiz en büyük yapım 1997 yılında vizyona girmiş Contact isimli film olacaktır. İki filmin de ruhu birbirine inanılmaz derece benziyor. O kadar ki, bu iki yapımı kıyaslayan ekstra bir yazı bile yazabilirim. İkisi resmen kuzen gibi, tabi iyi anlamda. Ayrıca Kahramangiller üzerinde de incelenmiş olan Arthur C. Clarke’ın Çocukluğun Sonu ve Stanislaw Lem’in Aden‘i de Arrival’a oldukça benzeyen kitaplar.

Arrival, attığım iddialı başlığı sonuna kadar karşılayan bir yapım. Uzaylıları kötüleyen, insanları aptal yerine koyup melodram yapan bilimkurgu filmlerinin yanında farkını ortaya koyup ciddiyetini koruyor. Evlat/Ebeveyn tuzağına düşmüyor, finalini ve hikayesini sığ bir temele bağlamıyor. Filmin tek kusuru ise “Neden Buralar?” sorusuna güçlü bir cevap vermemesi. Bu soruya filmde cevap alıyorsunuz ancak bu cevap ve cevabın sorgulanması fazla uzun sürmüyor. Keşke verilen cevap Louise temelinde kalmaktan çıkıp “insanlığa” yayılsa ve üzerine biraz sorgulansaydı. Bu haliyle, o cevabın sadece Louise için olduğu hissiyatı veriliyor. Spoiler vermiyorum ancak izlediğinizde çok daha iyi anlayacaksınız. Eğer bilimkurguyu sadece sevmiyor, türe aşk duyuyorsanız ve uzaylı/insanlık ilişkisi sizler için özel anlamlar ifade ediyorsa Arrival sizin için bir başyapıt olabilir!

Yorumlar