Cehennemden Gelen: Hellboy (2019)
Çoğu geek kültür takipçisi için 2019 ilkbaharı büyük bir yoğunlukla geçti. Avengers‘ı Game of Thrones‘un izlediği o polemik dolu haftaların heyecanı, bir de üzerine HBO’nun Chernobyl‘i eklenince asla hız kesmedi, kesemezdi de. Neticede son on yılın en yoğun yüklemesine maruz kalmıştık. Gündemin böylesine dolu olduğu bu kısa dönemde ses duyurmak için hasımların masasına sert bir yumruk vurabilmek gerekiyordu. Öyle sıradan bir yumruk da yetmezdi hem, gelecekse kıyametin sol eli kadar ihtişamlı bir elden gelmeliydi o yumruk. Neil Marshall’ın yeni Hellboy uyarlamasından kendine yer alan açacak o etkiyi yaratmasını tüm Hellboy sevdalıları şüphesiz istedi. Lakin istenen olmadı, iş sadece sevdalılar ile yürümüyordu.
50 milyon dolar bütçeli Hellboy (2019) 40 milyon dolarlık hasılata düşe kalka erişebildi, Türkiye’de de 130 bin gibi orta karar bir seyirci sayısına ulaştı. Bu gişe başarısızlığı kısmen önceki filmlerin kilit isimleri Guillermo Del Toro ve Ron Perlman’ın eksikliğine bağlanabilir. Business Insider‘daki bir yoruma göre filmin ilk incelemelerde verdiği kötü sınavın ve ürkütücü Rotten Tomatoes skorunun (an itibariyle yüzde 18) da etkisi yadsınamaz seviyede. Arkadaki sebep ne olursa olsun yeni Hellboy’un sinemada yüzü gülmedi ve yüksek ihtimalle sinematik macera bir daha bu ekiple devam etmeyecek. Peki tüm bunlar yeni filmi seyretmememiz için gerçekten sebep sayılabilir mi? İflah olmaz hayranlık hiçbir sebebe bakmaz, gene oturur seyreder. Ben de bunu yaptım. Filme değilse de karaktere duyduğum hayranlık beni ayakta tutacaktır dedim. Açıkçası tuttu da, yeni filmin eksikleri bol ama hakkının teslim edilmesi gereken kısımları da.
Yeni Nesil Cadı Avı
Hellboy (2019) bize jenerik bir hikaye sunuyor. Kral Arthur mitlerinden kalma bir cadı kraliçenin dirilişi ve kızıl şövalyemizin onu tekrardan mezara gönderme çabası, yeni filmin kaba ama yeterli özeti. Esas hikayeyi baştan sona İngiltere’de tecrübe ediyoruz. Zengin mitolojisiyle Britanya atmosferine bolca sığınmasına rağmen filmin kendince bir çeşitlilik arayışı var; Meksika’da vampir dövüşleri ve Baba Yaga’nın evini ziyaret, filmin fırsat verildiğinde farklı tonlara açık olduğunun göstergesi.
Asıl merak uyandıran şey ise filmin oyuncu kadrosu olsa gerek. David Harbour’un Hellboy’u önceki filmlerdeki Perlman performansından çok da farklı değil. Asi ve inatçı Hellboy, bu yeni filmde R-Rating sayesinde ağız dolusu küfür etmekten de çekinmiyor. Harbour’un yanına ona baba figürü olarak Ian McShane verilince kadro zaten ihtiyaç duyduğu heybete erişiyor. Milla Jovovich de kendinden talep edilen performansı sunuyor. Anlayacağınız, filmin oyunculardan yana kötü bir seçimi bulunmamakta. Aslında ortada eskiyle kıyasladığımızda kötü olan hiçbir seçim bulunmamakta. Sadece eski filmlerin üzerine kat çıkılamaması filmi sönük kalmaya mahkum ediyor. Birkaç adet stil sahibi çatışma ve bolca karanlıkta kalmış, “daha az” stil sahibi çatışmayı daha seyredip filmi bitiriyoruz.
Del Toro’nun Hiç mi Suçu Yok?
Aslında sıkıntının kaynağının Del Torosuzluk olduğunu söylemek eksik olacaktır. Zira Del Toro’nun Hellboy’ları keyifli ve özgün bir hayal dünyası ile işlenmiş olmalarına rağmen asla iyi Hellboy uyarlamaları değillerdi. Bu filmler hem görsel olarak Mignola’nın karanlık tarzından uzak hem de senaryoya eklemlenmiş zayıf romantik çatışmalardan muzdariptiler. Hele ki ikinci film Golden Army, herhangi bir Mignola uyarlamasından çok Del Toro’nun kişisel fantezi-aksiyon projesine dönüşmüştü. Yayıncı Dark Horse’un ise kıyıda kalmış, hitap kitlesi düşük bu seriden bir anda esas seriyle çok bağı olmayan ancak gişe rekortmeni bir iş yaratılmasına gocunduğunu hiç zannetmiyorum. Baştaki savın aksine Del Torosuzluğun değil yoğun Del Toro hakimiyetinin ardından gelen Del Torosuzluğun Hellboy’a sıkıntılı bir gelecek yarattığını söyleyebiliriz. Bir yönetmenin yoğun kişisel yaklaşımı sayesinde isim yapmış bir filme alternatif olmak zor bir deneme. Belki de Hellboy (2019)’un süreçte aldığı en doğru karar devam filmi olmaya değil, yeni bir sayfa açmaya çalışmak olmuş.
Bu yeni sayfanın Neil Marshall ile denenmesi de anlaşılabilir. Zira kendisi filmin İngiliz zeminine çok uygun bir isim olmakla beraber sinemada ve televizyonda stil sahibi işlerle kendini kanıtlamış bir yönetmen. Marshall, modern korku sinemasının en önemli filmlerinden Descent’i (2005) yönetmenin yanında hem Game of Thrones’a hem de Costantine’e çeşitli bölümler çekmişti. Yani kendisi Hellboy’a yeni bir doku verme konusunda iyi bir seçimmiş. Filmin yoğun şiddet kullanımının Marshall’ın korku sinemasından kalma refleksleri ile şekillendiğini düşünüyorum ki pek çok eleştirmenin aksine şiddetin ve bolca akan kanın filme yakıştığını söyleyebilirim. Mesela cehennem ordularının Londra sokaklarında dehşet saçtıkları kısım, aynı zamanda filmin en başarılı yaratık tasarımlarını da gördüğümüz sahneleri barındırıyor. Buradaki enerji daha iyi kullanılıp filmin geneline yayılabilse belki de Hellboy (2019) kendi özgün duruşuna sahip olabilir, farazi bir Del Toro projesiyle kıyastan kurtulabilirdi.
Burada bir şeyi tekrardan belirtmek isterim; Hellboy (2019) vasatın ötesine geçebilen bir yapım değil, ancak bunun önemli bir sebebi Del Toro ile yolları ayırırken oluşan boşluğu çok iyi dolduramamasından ve kendi özgünlüğünü yaratamamasından kaynaklanıyor. Değerlendirirken fazla sert olmaktan kaçınmak gerek, mesela senaryo açısından karşımıza çıkan hataların ya da eğretiliğin bir kısmına önceki filmlerde de rastgelmek mümkün. Hatta Hellboy ve Bruttenholm arasındaki baba-oğul ilişkisine bu filmde öncesine kıyasla çok daha hassas ve inandırıcı bir şekilde yaklaşıldığını bile söyleyebiliriz.
Başka Bir Cehennem Mümkün mü?
Peki daha iyi/farklı/özgün (sıfatı siz seçin) bir Hellboy mümkün mü? Bu soruyu tam olarak cevaplayabilmek için belki de artık seriyi gerçekten orijinal materyale sadık bir şekilde işlemeye çalışmak gerekiyor. Son film de dahil tüm Hellboy filmleri çizgi serideki güzel konseptlerden kısmen faydalandılar, ancak asla aslına sadık olmayı denemediler. Olası yeni bir projenin Mignola’nın karanlık ve yavaş ritmine uyum sağlaması ille de daha iyi bir iş çıkarır demek iddialı olur; ancak insanların kafasına kazınmış sinematik Hellboy imajından farklı ve yeni bir deneyime kapı açacağı kesin. Netflix’in yeni bir Hellboy uyarlaması yapacağına dair ilk söylentiler Mayıs ayında duyulmaya başlandı. Belki bu dizi biraz daha gerilimi yüksek, tempoyu yavaş tutarak Mignola’nın dokusuna yakın durmayı deneyebilir. En azından beklentilerin yönünü bile değiştirse kardır.
Peki o zamana kadar Hellboy (2019) seyredilmeye değer mi? Cevabım evet. Filmin sinematik sönüklüğü ile gişe başarısızlığı arasında ciddi bir orantısızlık var, ikincisinin yarattığı hezimet filme yaklaşmayı da sağlıklı değerlendirmeyi de önlüyor. Filmde ilginç anlara denk gelmeniz de, beklentinizi düşük tutarsanız bol keyif almanız da olası. Kötü sözlere çok aldanmayın, hele ki sadece iki saatlik bir seyri kendi başınıza tecrübe edebilecekken.