Dark City: Metaforların Işığında Karanlık Bir Dünya
Daha önceki film incelemelerimden de anlaşılacağı gibi içinde mümkün olduğunca çok sembolizm bulunduran, alt metnini çeşitli felsefi görüşlere dayayan, sorgulayıcı diyalogları ve metaforlarla örülü hikayesi olan filmler her zaman daha çok ilgimi çekmiştir. Zaten sitede incelemesini yapacağım filmleri seçerken de genelde bunları parametre olarak alıyorum. İşte Dark City’de bu kıssaslara sahip bir film. Her ne kadar bir bilim kurgu filmi olduğundan ötürü fütüristik önermelerde bulunmasını beklesek de film daha çok bilim kurgunun arkaik yanını ön plana çıkartıyor. Zaten bilim kurgunun aslında insanın çeşitli zaman dilimlerinde ki hayal ve düşlerini kendisine materyal olarak seçtiğini ve hayal etmenin de evrende ki en ilkel yaratma biçimi olduğunu düşünürsek filmin arkaik bir yapısı olması son derece normal aslında. Matrix gibi popüler bir film serisinin gölgesinde kalmış fakat aynı zamanda ona ilham kaynağı olmuş olan Dark City, J.J. Abrams’ın Fringe adlı ünlü dizisinin “Gözcü” lerini de esin aldığı olmuştur.
Bir Kimlik Olarak Hiçlik
Film ana kahramanımız olan Murdoch’ın bir otel odasında suda çıplak bir şekilde uyanması ile başlıyor. Bu sahneyi dikkatli bir şekilde izlediğimizde farkediyoruz ki Murdoch, yeni doğan bir bebek gibi anne rahmini metaforize eden içi su dolu küvette tamamen çıplak bir şekilde uyanıyor. Dünyaya gözünü ilk kez açan bir bebeğin şaşkınlığı ve tedirginliği ile etrafını inceleyip artık parçası olduğu mekanizmanın işleyişini anlamaya çalışırken bir yandan da kimliğini keşfetmeye çalışıyor. Zaten film boyunca Murdoch’ın Shell Beach ile metaforize edilen gerçek kimliğini arama çabasına şahitlik ediyoruz. Filmin sonlarına doğru kahramanımız Shell Beach’in aslında hiç var olmadığını öğreniyor. Yani Murdoch kimliksizdir, tıpkı yaşadığı karanlık dünyada ki diğer kişiler gibi.
Bu aslında filme hususi bir durum değil. Doğduğumuzda seçimini bizim yapmadığımız bir hayata başlarız. Ailemizi, inancımızı, ismimizi ve gün geçtikçe oluşup biriken hatıralarımızı bizler seçmeyiz. Bir başka evde bir başka ailenin çocuğu olarak doğmuş olsaydık yaşayacaklarımız ve buna paralel olarak anılarımız da farklı olacaktı şüphesiz. Yani aslında hepimiz köle olarak doğar ve zamanla özgürleşme mücadelesi veririz. Peki bize başlangıçta zoraki sunulan adımızdan, hatıralarımızdan, yaşam şeklimizden soyunursak geriye kalan şey ne olur? “Kimsin?” sorusuna genelde adımızı söyleyerek cevap veririz. Fakat adımız bizi tanımlayacak güçte bir anlamsal yoğunluğa sahip değildir.
Murdoch gibi isminden, hatıralarından ve yaşam tarzından soyunmuş, çıplak bir şekilde yeniden doğduğumuzda birisi bize “Kimsin?” diye sorduğunda kendimizi nasıl tanımlar ya da tanıtırız? Murdoch karakteri bunun cevabını arayıp, film boyunca aslında bireyin kimliksizleşmesini ve bunun sonucunda kendi öz kimliğini keşfetme sürecini temsil ediyor diyebilirim. Ailenin çocuk, toplumun birey, sistemin ise toplum üzerinde oluşturduğu otorite sonucu oluşan şeklinde çeşitli katmanlar halinde ele alınabilecek olan kimliksizlik aslın da içsel bir yolculuğun ilk adımıdır sadece.
Ütopya için İrade
Murdoch’ın uyanması aynı zamanda etrafını kuşatan düşsel dünyayı, sahte gerçekliği aşmasını simgeliyor. Çünkü filmde Doktor onun hafızasını silmeye geldiğinde Murdoch buna karşı koyan tek kişi oluyor. Dark City’nin bizzat kendisi ve onu inşa edip yöneten uzaylılar insan bilincini ve varlığını kuşatan tüm dış güçleri temsil ediyor. Şehrin insanlarını bir kobay faresi gibi kullanıp onların üstünde deney yapıyor, istedikleri hayatı yaşatıp, istedikleri şeyi yaptırıyorlar onlara. Ve işin ironik tarafı ise bunu yapma sebepleri onlar gibi yani biz insanlar gibi olabilmek. Çünkü türleri yok olmak üzere, bizim gibi olmayı, bir ruha sahip olmayı öğrenmek istiyorlar. Bu uzaylılar yer altında ve karanlıkta yaşıyorlar. Yani gerçek olan tek yerde çünkü uzaylılar insanların zihnini kontrol ettiğinden ötürü yer üstü bir düşten, sahte bir gerçeklikten ibarettir. Ve bu iki zıtlığın ortasında duran Murdoch’ın mücadelesi karanlık olan şehirden aydınlık bir ütopya olan Shell Beach’e doğrudur.
Murdoch’ın bu mücadeleyi verebilme sebebi ise tıpkı şehri yöneten uzaylılar gibi “ayarlama” yapabiliyor olması ve bunu yapabilmesinin temel kaynağı ise iradesi. Nitekim Murdoch teslimiyeti seçip iradesini kendi elleri ile kırdığında ele geçiriliyor. İşte bu kısımda film sisteme yönelik bir eleştiride bulunuyor. Uzaylılar olarak metaforize edilen sistem/toplum/aile Murdoch ile metaforize edilen birey üzerinde bir totaliter baskı kurmaya çalışıp onu kendisine ait olmayan bir düşü yaşamaya zorluyor. İsim veriyor, hatıra veriyor, kiminle evlenip hangi işi yapacağına karar veriyor kısacası Murdoch’ı kendi isteği dışında sürekli şekillendiriyor. Ta ki Murdoch onlara direnebilecek gücü kavuşana kadar.
Bu güç bireyin iradesinin metaforlaştırılmış hali olan bir tür telekinetik güç ya da filmin içinde ki adı ile “ayarlama” yapabilme yeteneği. Murdoch sisteme direnip iradesini korudukça ulaşmak istediği ütopyası olan Shell Beach’e sistemi yok ederek varıyor. Fakat Shell Beach diye bir şey yoktur. Şehrin duvarlarının bittiği yerde uzayın soğuk ve karanlık boşluğu başlıyor. Tıpkı sistemi mağlup eden veya sistemin erişiminden sıyrılabilen bireyin düştüğü düzensizliğin boşluğu gibi. Murdoch bu boşluğu hayalindeki ütopyayı gerçek kılarak, Shell Beach’ı yaratarak yani aradığı benliğini kendi inşa ederek dolduruyor. Yani zafer sisteme direnen, iradesinden beslenen bireyin oluyor. Buradan yola çıkarak aslında Dark City’nin temelinde bireyin sisteme karşı kazandığı bir devrim hikayesi olduğunu da söyleyebiliriz.