Dönemler ve Türler Ötesi Bir Sinema Başyapıtı: Metropolis
Üreten eller ve işleyen kafa arasındaki aracı kalp olmalıdır.
Alman yönetmen Fritz Lang’in, eşi Thea von Harbou ile birlikte yazdığı 1927 yapımı Metropolis, bu güçlü söylemle başlar. Öyle bir söylemdir ki bu, dini atıfları yanı sıra, filmin verdiği kapitalizm karşıtı mesajı kuvvetlendirirken, aynı zamanda Nazi Almanyası’nın da ciddiyetle benimsediği bir söylem olmuştur. Zira Adolf Hitler, filme ve daha ziyade bu söyleme karşı duyduğu hayranlığı hiçbir zaman gizlememiştir.
Alman ekspresyonizminin ünlü örnekleri arasında yer alan Metropolis, ilk distopik film örneklerinden biridir ve gerek verdiği saklı mesajlar, gerek Biblikal ve siyasi göndermeleri, gerekse fütüristik yapısıyla çağının fazlaca ötesinde bir yapıttır ve bu yönleriyle yalnızca bilimkurgu janrında incelenmemesi gerekir. Ayrıca 1927 yılında Weimar Cumhuriyeti döneminde (bu dönem, Almanya’da 11 Ağustos 1919 tarihinde Weimar Anayasası’nın kabulüyle 30 Ocak 1933 tarihinde Adolf Hitler’in şansölye olmasına kadar devam eden dönemi ifade eder) gösterime giren film, dönemin en pahalı sessiz filmi olma özelliğine de sahiptir. Film için 7 milyon Reichsmark (bu miktar, günümüz değeriyle milyon dolarları ifade eder) harcanmıştır ve Metropolis’in mimarisi, tüm diğer dekorlar, kostümler ve efektler hesaba katıldığında, günümüz profesyonelliğine ne kadar yakın bir mantıkla düşünüldüğü de bir kez daha ortaya çıkmaktadır.
Film daha ilk karelerinde bizlere, muhteşem gökdelenleri ve akıllara durgunluk veren düzenlemesiyle, devasa bir şehir olan Metropolis ve şehrin alt katmanlarında yaşayan işçilerin karanlık ve puslu dünyası arasındaki tezatı verir. Yeraltındaki işçiler, şehri var eden makineleri sürekli olarak çalıştırmakla görevlidirler ve insanlıktan çıkmış halleri, mekanik hareketleriyle daha ilk sahnelerde verilir. Tek tip, koyu renk tulumları içindeki işçiler, zombi misali toplu yürüyüşleriyle adeta çalıştırdıkları makinelerin işleyişinin acı birer organik taklidi gibidirler.
Yeraltı şehrinde bunlar olurken, yerüstünde refah vardır. Şehrin yaratıcısı ve aynı zamanda diktatörü olan Joh Fredersen, genelde devasa ofisinde görülür; sürekli herkesi ve her şeyi programlamakta, etrafındaki insanlara değer vermemektedir. Fredersen’in oğlu Freder ise, zevk bahçelerinde diğer zengin akranlarıyla sürekli olarak eğlenmekte, gününü gün etmektedir. Ta ki bir gün, alt sınıftan Maria isimli güzel bir kadın, beraberinde getirdiği işçi çocuklarıyla bu zevk bahçesine girene dek. Maria çocuklara “kardeşlerini” göstermek için girdiği bu bahçede Freder ile bir an göz göze gelir ve Freder ona âşık olur. Aşkını bulabilmek için yeraltı şehrine inen Freder, burada ilk kez gördüğü manzara karşısında şaşkına döner. Çünkü tam bu sırada devasa bir makine infilâk etmiş ve bazı işçiler hayatlarını kaybetmiştir. Freder bu felaketi babasına haber vermeye gittiğinde, ustabaşı Grot da aynı feci haberle ve elinde, bazı işçilerin ceplerinden çıkan birtakım haritalarla gelir. Bunu duyan Fredersen, bu haberi kendisine ilk veren kişi o olmadığı için asistanı Josaphat’a sinirlenir ve onu kovar. Bunun yeraltına inmek anlamına geleceğini bilen Josaphat çok üzülür, fakat biraz sonra peşinden gelen Freder, beklemesi için onu kendi evine gönderir. Oğlunun bu tuhaf davranışlarından kuşkulanan Fredersen, onun peşine bir casus (Thin Man) takar.
Bu sırada tekrar yeraltına inen Freder, burada bir işçinin yerine geçmek ister ve onunla kılık değiştirir. İşçiye kendisini Josaphat’ın evinde beklemesini söyler. Ancak yerüstünün zevklerine ve Yoshiwara eğlence kulübünün renkli ışıklarına kanan işçi, bunu unutur. Yorucu vardiyasının tamamen tükettiği Freder ise, cebinde öncekine benzer bir harita bulur ve bir başka arkadaşından bunun anlamını öğrenir.