Enemy: Kişinin En Büyük Düşmanı Kendisidir
Gerçek Düşman Kim?
Filmin başlarında Adam üniversitede verdiği derslerde sürekli diktatörlükten ve kontrol saplantısının kötülüğünden bahsediyor. Bu ilk başlarda sadece Adam’ın hayatını saran rutinleşmenin derslerine de yansıdığını düşündürtse filmin ilerleyen dakikalarında aslında Adam’ın kişiliğinin bir tür dışa vurumuna dönüşüyor. Hitchcock filmlerinden sıkça alışık olduğumuz; imgelerden birisi olan baskın anne figürü, yani Adam’ın annesi oğlu üzerinde otoriter bir etkiye sahip. Adam, Anthony konusunu konuşmak için yanına geldiğinde ona üçüncü sınıf aktörlük hayallerini bırakmasını ve işine odaklanmasını vurguluyor. Bu sahne sayesinde Adam’ın aslında hayatı boyunca çevre baskısına tabi tutulduğunu anlayabiliyoruz. Üzerinde gerek annesinin gerek eşinin, gerekse hayatın kendisinin kurduğu bu kontrol ağı Adam’da çoklu kişilik bozukluğunun oluşmasına sebep oluyor ve Adam ikincil kişiliği olan Anthony’yi yaratıyor. Bu da Adam’ı bir içsel çatışma içerinde tutuyor.
Genel olarak Adam ve Anthony kişilikleri içinde yaşadıkları beden için sürekli bir mücadele halindeler. Beden ve kişilikler üzerinde kurulan totaliter baskı ise film boyunca şehrin üzerinde duran dev örümcek olarak metaforize edilmiş. Zaten filmin sonunda biz, Adam Anthony kişiliğini öldürüp eşi ile kalmayı seçti sanarken; filmin giriş sekansında da gördüğümüz bir çeşit özel kulübe ait olan daveti bulunca Anthony kişiliğine geçiş yapan Adam, eşi Helen’i dev bir örümcek olarak görüyor. Adam karısını ve onun üzerinden evliliğini, kendisini belli bir rutine hapsetmeye çalışan totaliter bir yapı olarak görüyor diyebiliriz. Fakat örümcek metaforunun filmin başında ki özel kulüp sekansında ve şehrin tepesinde bir “gözetleyici” olarak tasvir edilmesi ona daha farklı anlamlar da yüklememizi sağlıyor. Mesela vican gibi. Adam eşini aldatan bir eş, gittiği kulüpler modern sex kulüpleri havasına sahip. Örümcek, Adam’ın Helen’i aldatmasından ötürü içini kemiren vicdanı veya suçluluğu olarak da ele alınabilir. Şehrin neresine giderse gitsin dev bir örümceğin onu gözetlemesi bu tanımlamaya gayet uyuyor ve bu tarz sürekli bir gözetlenmenin pençesinde, modernizmin beraberinde getirdiği distopik bir yapının içinde sıkışıp kalan Adam, filmin sonunda sistemin ve sistemin bir parçası olan çevresindekilerinin onu değiştirip istemediği birisine dönüştürme çabalarına tepki olarak doğurduğu Anthony kişiliğinin egemenliği altına giriyor.
Kitap ve Farklı Görüşler
Film, başta da belirttiğim gibi Nobel Edebiyat ödüllü yazar Jose Saramago’nun Kopyalanmış Adam eserinin bir uyarlaması aslında. Yazarın kitabını almış olsam da henüz okumaya fırsatım olmadı fakat okuyanların söylediğine göre film başarılı bir uyarlama değilmiş. Yönetmen Denis Villeneuve kitabı kendince yeniden yorumlayıp filme aktardığından kitapseverleri tatmin etmeyen bir uyarlama olmuş. Kitabın yapısı filmde ki gibi metaforlara müsait değilse eğer, yönetmenin neden kitaptan ayrı bir gidişat izlediği az çok anlaşılabilir. Fakat genel olarak yönetmen dokunuşlarını sevsem de, uyarlamalarda mümkün olduğunca ana materyale sadık kalınmasını arzulayan birisiyim ben. O yüzden ilk fırsatta kitaplığımda halihazırda duran Kopyalanmış Adam kitabını okuyup film ile ilgili bu eleştirilerin ne denli doğru olduğunu görmek istiyorum.
Filmin metaforik bir yapısı olduğunu söylemiştim zaten. Bu durum filmin çözümlemesinde oldukça farklı yaklaşımlar görmemize sebep oluyor. Kimisi benim gibi filme “Freudyen” bir bakış açısı ile yaklaşırken kimisi ise kitabı da yaptığı çözümlemeye dahil edip daha bilimkurgu ve fantastik temelli bir yaklaşım sergilemiş. Bu yaklaşım, aslında ortada bir kişilik bölünmesi olmadığını Adam ve Anthony ‘nin birbirlerinin kopyası olduğunu, şehrin üstünde ki dev örümceğin insanları kopyalayan dünya dışı güçleri temsil ettiğini, Helen’in de bunlardan birisi olduğunu vs belirtmiş. Kitabın adının Kopyalanmış Adam olması da bu teorinin temel dayanaklarından sanırım. (Belki de kitabın içeriği de bu yönde imalar taşıyordur, bilmiyorum) Bir diğer yaklaşım ise kısmen “Freudyen” olsa da çoğunlukla filmin bireysellikten uzak daha toplumsal ve politik bir yapıya sahip olduğunu, çoğunlukla sistem eleştirilerinin aktarıldığı bir distopya filmi olduğu yönünde. Kısacası filmin yapısından ötürü herkes kendince yorumluyor. Bu da aslında güzel bir şey bence. Peki sizin film hakkında görüşlerin neler?