Gençliğin Derdini En İyi Anlatan Film: The Breakfast Club
Hughes’un karakterlerine kattığı bu gerçeklik onları birer popüler kültür ikonuna dönüştürmüştür. The Breakfast Club ve finalindeki efsane yumruktan tutun, Pretty in Pink de karakterlere giydirdiği kostümler günümüzdeki çoğu gençlik filmine ufak ufak referans olmuş, ışık tutmuştur.
The Breakfast Club ergen dışlanmışlığı ve garipliklerinin bir Cumartesi gününe sığdırılmış halidir. Gençlerin ”Ailem ne der” korkusu filmdeki karakterlere fazlasıyla sinmiş. Brian’ın kendini ailesine kanıtlamaya çalışması, Claire’in bakireliğini gizlemesi ve Andrew’in hayatının ”kazanmalısın” mottosunda olması sebebiyle karakterlerimiz Cumartesi cezasına kalıyor. Hughes karakterlere nokta atışı diyaloglarla aniden gerçeklik kazandırıyor. Juno‘nun Oscar ödüllü senaristi Diablo Cody (Kendisi ödülü Juno ile kazanmıştı ve Juno da bir gençlik filmiydi) Hughes hakkında şöyle der: ‘Onun filmleri ve karakterleri günümüzde asla yaratılamaz. O (John Hughes) gençliği belki de en iyi anlayan yönetmendi. Bizlerin liseli hallerini yansıtıyordu.”
John Hughes sinemasının vazgeçilmez özelliği şarkılarıdır. Hughes filmlerinde şarkıları o kadar ustalıkla kullanır ki 80’ler Amerikası denince akla hemen onun filmlerindeki şarkılar gelir. Ferris Bueller da The Beatles dan tutun Star Wars temasına yer verilişi ve senaristliğini yaptığı Pretty in Pink‘de Left of Center’ın büyüsü. Ama en özeli The Breakfast Club için geçerlidir. Simple Minds’ın bu eseri sinema tarihinin belki de en önemli film müziğidir. Tarantino filmlerinde nasıl ustalıkla şarkı kullanıyorsa, Titanic’de My Heart Will Go On nasıl bir etki yapıyorsa Dont You Forget About Me de Breakfast Club için aynı etkiyi yapar. Küçük de bir not, videonun başında David Bowie imzalı sözleri filme koyma fikri Allison rolündeki Ally Sheedy tarafından gerçekleşti. Kendisi bu sözün mutlaka filmde yer almasını John Hughes a söyledi ancak Hughes karşılık vermeyerek kendisinden habersiz bu sözü filmin başına koydu. Elbette Ally Sheedy tüm dünya gibi bunu ilk kez sinemada gördü.
Diyeceğim o ki eğer kendisini bunalmış, baskılardan yılmış ve öğrencilik sıfatındaki o etikete kaptırmış olan varsa The Breakfast Club bu kişilerin izlemesi gereken bir film. Öğrencilik, birey, okul, eğitim sistemi gibi konulara sert cevapları ile öğretmenlere de ara ara izletilmeli. Yazının sonunu filmin belki de en anlamlı sözüyle bitireyim. Büyümenin ne kadar korkutucu olduğunun bir ergen gözündeki en iyi yansıması.
“Eğer büyürsen kalbin ölür.”