Halloween – Slasher Janrının Kökleri ve Eski Dostlara Merhaba

Alfred Hitchcock’un Psycho (1960) ve aynı yıl vizyona giren Peeping Tom’la beraber slasher türüne dair ilk büyük tohumlar atılmıştır.  Bu janrın zaman için de keskin ve kendini belli eden DNA’sı oluşmuştur. Çok yüzeysel bir tanımlama yapmak gerekirse: Bir seri katilin insanları katletmesi üzerine kurulu filmler diyebiliriz slasherlara. John Carpenter, Debra Hill ile beraber yazdığı ve neredeyse bir öğrenci bütçesi olan, 300.000 dolar gibi bir rakamla çektiği film, başta kendi ülkesi Amerika olmak üzere, 1978 yılından itibaren tüm dünyada büyük bir ilgiyle karşılanır.

Gişedeki muazzam sonucu neticesinde, doğal olarak devam filmleri kaçınılmaz olmuştur. İkinci filmde John Carpenter sadece senaryo ve yapımcı olarak yer alır ve filmin katili Michael Myers’ı filmin sonunda cehennemin dibine yollamak üzere uğurlarlar. Bu nedenle üçüncü filmde bambaşka bir konu ele alınmıştır. Myers’sız geçen üçüncü filmin hüsranları sonucu, yapımcıların efsaneyi tekrar hortlatmasıyla devam üstüne devam filmleri çekilecektir. Bu seri içersinde kah Laurie Strode’ın birden bire ortaya çıkan küçük kızı ana hikayeye dahil olacak, kah Myers neredeyse bir ölümsüz varlık tanımına ulaşacaktır.

Ne olursa olsun Michael Myers, sinemanın en ünlü korku karakterlerinden biri olmaya devam etmektedir. Onun adına çizgi romanlar, ‘action figure’ler, oyunlar yapılmış, bu materyaller sayesinde kendi efsanesini ve korku endüstrisini hala en fazla besleyen karakterlerden birisi olmaya devam etmektedir.

Uzun bir süredir beklenen yeni Halloween filmi geldi gelecek derken, 2018 yılının son aylarında sinemaları ziyaret eden film, köklere inmekle beraber taze bir soluk getirmeye çalışıyor. Film, ilk filmden sonraki tüm filmler için birer reset tuşuna basmış. Serinin diğer filmlerini unutun ve 1978 gecesi olaylarından tam 40 yıl sonra, yani 2018 gecesi cadılar bayramındaki son yüzleşmeye tanık olmak için patlamış mısırlarınızı hazırlayın!

Slasher Sinemasında Bir Kırılma

1978 yapımı Halloween, slasher janrına yeni bir alt tür katarak; teen slasher türünün kurallarını belirlemiştir. Dediğim gibi; 60’lı yıllarda slasher janrında ilk filizler yeşerirken, özellikle de İtalyan korku sinemasının bir alt türü olan giallo denilen suç ve cinayet merkezli, bol kanlı bu Avrupa uzantılı akım, genç sinemacıları cesaretlendirmiştir. 70’lerin ortalarında Amerikalı genç jenerasyondan gelen bazı korku yapıtları slasher janrının taşlarını dizmeye başlar. Bunlar bugün hala efsane olarak anılan, The Texas Chain Saw Massacre (1974), Black Christmas (1974) gibi filmlerdir. Bir başka o zamanın genç, asi ve hevesli sinemacısı Wes Craven ilk filmi The Last House on the Left’i, 1972 yılında piyasa çıkaracak ve içerisindeki yoğun şiddet anlarıyla, epey bir gürültü koparacaktır. Gene bu dönemde çıkan Communion (Alice Sweet Alice)’i anmadan olmaz.

Lakin hiçbiri, Halloween’ın yaptığı gibi slasher janrında kural belirleyici durumunda değildir. Halloween; 80’ler boyunca zirvesini yaşayacak olan, gençleri deşmeli-biçmeli filmlerin babası/anası olarak kabul edilir. 80’lerin pop kültürüyle daha eğlenceli bir hal içine girecek teen slasher janrının, ‘slasher’ olgunluğunu Carpenter’ın filminde görürüz. Kimileri bu nedenle 78 tarihli filmi ağır bulacaktır.

Bir dip not: Wes Craven ve Kevin Williamson işbirliği ile, 1996 yapımı, ortalığı ayağa kaldıran Scream filmi içerisinde bolca Halloween atıfları bulunur. Hatta filmin yıldızı Jamie Lee Curtis’i adeta kutsar Scream ekibi ve kuralları belirleyen Halloween üzerinden büyük referanslar sunar. Tabii ki bu referanslar yığını yalnızca Halloween filmiyle sınırlı değildir

Michael Myers’ı Anlamak!

‘Michael Myers kimdir’ sorusuna, film, seri boyunca birkaç tane cevap vermiştir aslında. Myers 1963, Cadılar Bayramı gecesi daha 6 yaşında bir çocukken ablası Judith Margaret Myers’ı (17) bir erkekle sevişmesini dikizledikten sonra canice katletmiştir. Böylece de korku sineması tarihinin en şok edici açılışlarından birisini gerçekleştirmiş olur film. Yıllarca akıl hastanesinde yatmış olan Myers karakterinin tek bir kelime dahi konuşmadığı söylenir. Serinin önemli isimlerinden Doktor Sam Loomis karakteri, Myers’ı ‘pure evil’ (saf kötülük) olarak tanımlar ve insan olmadığını öne sürer; aynı zamanda kendisi seri boyunca onu yakalamak için hırpani bir mücadele içine girecektir.

1978 gecesi hastaneden kaçan Myers, Haddonfield- Elonist adındaki kurgusal kasabayı ayağa kaldıracak olan katliamını gerçekleştirir. Olay tek bir gecede, cadılar bayramı gecesinde vuku bulur. Buradaki, serinin efsaneleşecek mevzusu ise, Myers’ın katliam öncesi gözüne kestirmiş olduğu genç bir kızla olan ilişkisidir aynı zamanda. Laurie Strode adındaki öğrenci o gece bebek bakıcılığı yapmaktadır. Böylece Michael ve Laurie’nin 40 yıldır tazeliğini koruyan kapışmalarının başlangıcı yapılırken, teen slasher ve ‘final girl’ kavramlarına kalıcı tasvirler çizilir.

Michael Myers’ın artık efsaneleşen maskesi için ilk düşünülen şey bir çeşit palyaço maskesiymiş. Daha sonra çok çılgınca bir fikirle, ünlü Star Trek karakteri Kaptan Kirk’ün (daha doğrusu aktör William Shatner’ın) ucuz bir maskesinin kullanılmasına karar verilmiş. Kirk maskesi beyaza boyanmış, üzerinde ufak tefek değişiklikler yapılmış ve sonucunda dünyanın en hissiz yüzü ortaya çıkmıştır. Evet ‘hissizlik’ Myers’ı tanımlar ve onun maskesinin ardında ki karanlık gözleri, cehennemin bir yansıması olduğunu biz seyirciye her seferinde hatırlatır. Karşınızdaki caninin en ufak bir insani yanı olmadığını görebilirsiniz. Seyirci olarak katilin kimliğini bilsek de, maskesinin ardında ki zihni, yani bilinmeyenin gizemi bizi dehşete düşüren önemli etkenlerdendir. Myers’ın yıllar geçse de korkutucu tarafının eksilmemesi bu bilinmez zihninden gelmektedir bence.

Diğer korku ikonlarıyla karşılaştırma yaparsak, ruh eşi olarak 13. Cuma’nın (Friday the 13th) efsanesi Jason Voorhees’a benzetebiliriz. İkisi de konuşmaz, ikisi de sağlam keser ve ikisinin de hikayesi çocuklukta başlar. Gerçi Jason’ın, Michael’a göre çok daha trajik bir orijini vardır. Jason dışında en büyük korku rakipleri kuşkusuz ki; Freddy Krueger, Leatherface, Ghostface, Katil bebek Chucky, Pinhead, hatta biraz zorladığımızda Xenomorph (Alien), Predator gibi canavarlardan söz edebiliriz. Sonuçta hepsi nihayetinde insan öldürüyor canım!

Final Girl olmak ya da Olmamak

Çoğunluk hem fikirdir ki Laurie Strode korku serilerinden çıkan en önemli kadın karakterlerinden biridir. Ona can veren Jamie Lee Curtis, tıpkı annesi Janet Leigh gibi en büyük çığlık kraliçelerinden biri olarak anılmaktadır. Korku ustası John Carpenter’ın, Pysho filmine olan büyük hayranlığı da bilinir ve filmin yıldızı Janet Leigh’in kızı olan Curtis’in role seçilmesi de bir tesadüf değildir. Ayrıca anne-kız, 1998 yapımı Laurie/ Jamie Lee Curtis’in 20 yıl sonra geri dönüş yaptığı Halloween H20: 20 Years Later filminde kısa da olsa karşılıklı rol alacaklardır.

Curtis’in oynadığı Laurie Strode karakteri ise en ünlü ve önemli ‘Final Girl’lerden biridir. Halloween’nın slasher janrında kural koyucu yapısından bahsetmiştim, işte bu kuralların en önemlilerinden biri de, sona kalan mücadeleci kız faktörüdür. Hem erkek, hem de kadın seyircinin sempatisini toplayan Final Girl; güzel, masum, akıllı ve genelde bakire olarak tasarlanır. (Bu konuda slasherların muhafazakar bir yapısı olup olmadığı zamanında tartışma konusu olmuştur. John Carpenter böyle bir niyet taşımadığını söyler, 80’ler de ise kimi muhafazakar akımların fonlarıyla bu tarz dikta edici filmler çekildiği söylenir.)

Wes Craven’ın dahi işi olan, A Nightmare on Elm Street’de Nancy Thompson ya da Sceam’in de Sidney Prescott, Alien serisinde kuşkusuz ki epik Ellen Ripley gibi örnekler verilir bu ünlü mücadeleci kızlara. (Ripley karakterinin liderlik yaptığı birden fazla kategori vardır.) Bir şekilde seyirci bu kızların hayatta kalma çabasını takdir etmiş ve sonucunda ilahlaştırılmıştır bu karakterler. Tabii ki de her zaman aynı ölçüde değer görmemiştir bu sona kalan kızlar. Örneğin Clive Barker’ın kült yapıtlarında biri olan Hellraiser’daki Kirsty Cotton karakteri birinci ve ikinci filmin ‘final girl’ü olarak öne çıkar, fakat diğer bahsettiğim karakterlerin yarısı kadar bile bahsi geçmez.

Laurie Strode’nin Suçu Ne?

Dikkat, bu bölüm seriyi izlemeyenler için birçok spoiler içermektedir!

Laurie Strode’nin en büyük talihsizliği belki de olmaması gereken bir yerde olmaktı. Ya da kaderci yaklaşırsak, tüm hayatı bu dramatik sınav için kurgulanmıştır kim bilir? Myers onu ilk gördüğünden beri gözüne kestirmiş ve zihninde adeta ölüme götürmek istediği bir fetiş nesnesine çevirmiştir. Laurie karakteri filmde olaylardan sağ kurtulan tek kız olmuş ve Myers’la sözde son yüzleşmesini, ilk filmin hemen devamında geçen, 1981 yapımı ikinci filmde gerçekleştirmiştir. Yani ilk tasarlanan plan buymuş. (İkinci filmin sonunda açık kapı bırakmaksızın Myers ölür.)

İkinci filmin bir büyük sürprizi daha vardır: Laurie Strode aslında Myers ailesinin en küçük üyesiymiş ve olaylardan sonra evlat edinilerek bu trajik geçmişinden uzaklaştırılmış. Myers’ın takıntısı tamamen ailesel hatta töresel diyebileceğimiz sebepler içeriyormuş gibi bir çıkarım bile yapabiliriz. İkinci filmde öne sürülen bu durum, o ilk filmin ürkütücü temeline büyük bir tekme atar böylelikle. Nedir bu? Düşünün manyak bir katil var, tek motivasyonu olan öldürmek güdüsüyle insanları katlediyor. Her an o talihli, daha doğrusu talihsiz kişi siz olabilirsiniz! Psikopatın başka hiçbir motivasyon kaynağı yok, sadece canice katletmek.

İlk filmin zamanındaki Türkçe adı aslında o kadar yerindedir ki: Yabancı! Evet, Myers yabancıdan gelen bir tehdit unsurudur aynı zamanda. Komşuna bile güvenme demenin karşılığıdır. Amerika’nın Ed Gein kırılması sonucu, kendi canavarlarıyla yüzleşmesi için önemli bir rol üstlenir, dolaylı ya da dolaysız. Laurie karakteri, sadece yolda geçmekte olan genç ve isimsiz bir kız iken, birdenbire ikinci filmde sapığımıza mantıklı ama gereksiz bir motivasyon kaynağı yüklenir. Böylelikle seri boyunca Myers ailesi ve Laurie’nin ekmeğinden faydalanılır. İşte 2018 model Halloween tüm bunlara isyan edercesine, tıpkı ilk filmde ki fikir gibi Myers’ı eski bir yabancı konumuna sokuyor. Bir şekilde Laurie zamanında bu yabancıyla yolları kesişmiş ve son bir kez onunla tanıdık bir yüzleşme yapması gerekmektedir. Jamie Lee Curtis kadar bu hayatta deja vu yaşayan başka bir insan oğlu var mı sahi?

2018 Model Halloween

David Gordon Green senaryo yazarı olarak da katkıda bulunduğu Halloween filmini yapmakta oldukça istekli bir yönetmenmiş. Daha önce Stronger (2007), Joe (2013) gibi dram filmlerini yapan yönetmen, ilk korku denemesini bu filmle gerçekleştirmiştir. İnişli çıkışlı bir filmografiye sahip olmasının yanı sıra, Green epey üretken bir sinemacı. Aslında bakarsanız, yıllar önce başka bir korku klasiğini yeniden çekmek için girişimlerde bulunmuş. Tesadüf bu ya, 2018’in başka bir remake’i olan -aslında bir remake den daha çok, bambaşka bir yorum olan- Suspiria filmini yeniden çekmek istemiş Green. Hatta bir ara oyuncu kadrosunda, usta aktrist Isabelle Huppert düşünülüyormuş. Ne var ki yeterli fon bulunamadığı için, film bir türlü gerçekleştirilememiştir.

2018 yapımı Halloween öyle büyük bir ilgiyle ve övgüyle karşılandı ki, gelecekte olan Freddy Krueger, Pinhead, Chucky, Jason hatta Candyman gibi korku efsanelerinin yeniden yorumlanmaları için büyük bir kapı aralığı açtı. Bu ünlü karakterlerin filmlerini önümüzdeki yıllarda görebileceğiz.

Dip not: Freddy ve Jason geçtiğimiz 10 yıl içinde tekrar hortlatılmaya çalışılmışsa da pek başarılı olunamamıştı.

Yeni Halloween filminin en sevdiğim taraflarından biri kökenine olan saygısı ve eski filmlerindeki bazı klasikleşmiş detayları biraz da olsa tersine çevirme çabasıydı diyebilirim. Yapım, ilk filmden sonraki diğer filmleri yok saysa da, serinin devam filmleriyle gönül bağı kurmuş izleyicisi için yerinde göndermeler kullanılmış. Bir şekilde serinin diğer filmlerini sevenlerin gönlünü almayı biliyor yönetmen.

Laurie Strode karakterini ilk kez bu kadar güçlü hatta gözü dönmüş olarak görüyoruz. Akla Alien’dan Aliens filmine geçişteki Ellen Ripley karakterini ve tabii ki Sarah Connor’ı getirmiyor da değil hani. Köklere bağlı, eski usul, güçlü bir kadın karakteri için çalışıldığı belli. Yeni Halloween’daki Strode, üstünden kurban postunu atmış ve savaşmak için yaşayan, takıntılı bir kadın oluvermiş. Hatta kızı Karen’ı (Judy Greer) da bu takıntılarıyla büyütmüş, bu nedenle sağlıklı bir anne-çocuk ilişkisi kuramamıştır. Andi Matichak’ın oynadığı torunu Allyson’nın, bir bakıma yeni filmin ‘Laurie’si gibi denilebilir.

Oyuncuların her biri filme iyi hizmet etmişse de Jamie Lee Curtis tabii ki Laurie Strode karakterinin gücü, filmin en büyük ağırlığını oluşturuyor. Kendisinin gözüktüğü her sahnede inanın ki Myers gibi bir katile gerek yok, o büyük aurasıyla geri kalan oyuncuları bıçaklıyor zaten Curtis. Biz Türk seyircileri için ise gerçekten muazzam bir hediyesi var filmin. Kariyerinin başından beri Türk sineması dışında da yapımlarda rol alan ve son yıllarda Hollywood filmlerinde de gördüğümüz usta aktör Haluk Bilginer filmin önemli karakterlerinden biri.

Filmin en yüksek tansiyonlu anları ise Michael Myers’ın 40 yıl sonra evine geri döndüğünde, adeta şeker dükkanına girmiş çocuk hissiyatıyla çekilen cinayet sahneleriydi bana kalırsa. Bir cadılar bayramı gecesi, etrafta eğlenmek için yığınla insan var ve Myers içlerinden gözüne kestirdiğini deşip biçiyor. Eski alışkanlığı olan insan öldürmenin tek motivasyon kaynağı olduğunu biz seyirciye hatırlatıyor bu sahneler.

Konuyu Bağlamam Gerekirse

2018 yapımı Cadılar Bayramı, köklerine duyduğu bağlılık, üzerine taze bir kan atmasıyla ve bolca kan dökmesiyle filmin hayranlarını memnun ettiği gibi ilk filmin yani 1978 yapımı başyapıtın izinden giden bir film olma özelliği taşıyor. Belki biraz erken olabilir, ama ilk filmden sonra ki en iyi filmi buydu diyebilirim. Belli bir zaman sonra da öyle anılacağını düşünüyorum. Jamie Lee Curtis’i tekrar (muhtemelen son kez) Laurie karakterinde görmek ve John Carpenter’ın efsane tema müziğini duymak gerçekten güçlü bir nostaljik his veriyor. Sonuç olarak, olayların 40 yıl sonrasında geçen bu devam filmi, serinin en fazla katliam yapıldığı, en net ve sert ölüm sekanslarıyla taçlandırıldığı film olarak iyi bir şekilde hatırlanmayı hak ediyor.

Yorumlar