Hardcore Henry – Koş Henry Koş!

Rus asıllı indiecanlardan Biting Elbows’un kısa sürede global bir fenomene dönüşen “Bad Motherfucker” klibi ile doğan ve “The Stampede” ile büyüyüp semiren fps konseptli video geleneğinin şimdilik son halkası olan “Hardcore Henry” gerçekte tam olarak nedir? Abartıldığı gibi film izleme deneyimimizi ciddi ölçüde mutasyona uğratacak şahane bir yenilik mi, yoksa eğlence sineması adına fiyakalı bir oyalama taktiği mi?

Genç ve maharetli yönetmen Ilya Naishuller’ın temel ereği muhtemelen birkaç yıl içerisinde hızlıca semirip genişleyecek olan 360 video teknolojisinin gideceği rotayı en kaba haliyle çizmek olabilir. “Bad Motherfuckers” klibinde de izleyiciye yaşatılmak istenen deneyim; 90’lı yıllarda hedeflenen VR’ye yönelik beklentileri karşılama amacı taşıyordu. Elbette revize edilmiş bir biçimde… Bu bakımdan Naishuller’ın bu taze teknik hamlesi yeni veya çok orijinal bir yönelim değil; hatta biraz gecikmiş olduğu bile söylenebilir. Lakin Hh’nin nihayetinde çok da doğru zamanda, doğru bir yerde hayata geçirildiğini inkar edebilmek de pek mümkün değil sanki?

Biting Elbows ekibi

Biting Elbows ekibi

Sinema filmlerinde FPS estetiğinin yakalanmaya çalışılmasının, daha doğrusu izleyicide zaman içerisinde büyüyüp gıdı yapan bu talebin temelini anlamak biraz zor. En klişe tabirle, aksiyonu ilk elden yaşama arzusunu yerleştirebiliriz bu talebin kaynağına fakat bu güne kadar neredeyse interaktif bir biçimde bu deneyime dahil olabildiğimiz örnekler fazlasıyla sınırlı. Söz gelimi Hardcore Henry’den söz açıldığında aklımıza ilk olarak Doom’un, ortalamanın epey altında kalan sinema uyarlamasının gelmesi ne kadar doğru? Ya da şöyle söyleyelim, zaten konsol ve PC başında, kendi seçeneklerimizle renklendirdiğimiz bir deneyimi; bir başkasının kontrolünde beyazperdede yaşamanın ne gibi bir manası olabilir ki?

Hardcore Henry’nin yukarıda bahsettiğim bu deneyimi yaşatıp yaşatmadığı ile ilgili gevezelik etmeden önce çok sık yinelenen bir yanlış anlaşılmayı kendi adıma düzeltmek istiyorum. Hardcore Henry, türün en dinamik örneği olmakla birlikte kesinlikle bir “ilk” falan değil! Hatta fps estetiğinin, bir süredir pek çok b-filminin ambalajını süslediğinin de altını kalın kalın çizmek lazım. Giulio De Santi’nin Gore Festivali kıvamındaki yapış yapış filmi “Hotel Inferno” en yakın tarihli fps soslu örneklerden biri mesela! Diğer taraftan; mantar gibi türeyen “mockumentary” filmlerinin neredeyse hepsi bu estetiğe sırtını dayamıyor muydu zaten? Peki “Bad Motherfuckers”ın dört başı mamur sinema filmine evrilmiş hali olan Hardcore Henry’nin farkı nedir? Şöyle ki, Hardcore Henry bir buçuk saate tekabul eden kaba bir fps kovalamacası gibi görünse de; aslında gelecek jenerasyonun sinemadan ne gibi beklentileri olabileceği ihtimaline de sertçe parmak basıyor. Yine de salt revizyonist sinema dili adına beylik cümleler kurmak için biraz erken tabi. Emin olabileceğimiz tek şey, Hardcore Henry’nin son dönemde iyiden iyiye kısır döngü içerisinde debelenen aksiyon sineması adına, taze ve dört dörtlük bir örnek teşkil ettiği!

hardcore-henry-006

Malumunuz, filmin oldukça kapsamlı bir PR süreci olduğundan, içeriğine dair sosyal medyanın orasına burasına kazınan kelamları şöyle kabaca bir elden geçirmekte fayda var. 40. Toronto Film Festivali kapsamında ilk defa izleyiciyle buluşan ve burada People Choice Awards kategorisinde Midnight Madness ödülünü cebe indiren film; Cyborg dostumuz Henry’nin sevdiceği Estelle’in hayatını kurtarmak için bilmem kaç düzine adamı, bilmem kaç düzine cyborgu ve Akan adındaki süslü psişik psikopatı tepeleme öyküsünü anlatıyor. Naishuller, izleyiciyi tam teşekküllü bir aksiyon güzellemesinin ortasına fırlatırken; öyküsünü de bütün gereksiz detaylardan olabildiğince arındırıyor ve adet olduğu üzere 80’lerin paçasına tutunmayı da ihmal etmiyor. Yine de Hardcore Henry’nin bir trend olarak 80’lerden nemalanma gibisinden nostalji uyanıklığının arkasına saklanma gibisinden bir derdi yok çok şükür! Sözün özü; çizgi altı tüm aksiyon filmlerine, küçümseyici bir edayla “tıpkı video oyunu gibi olmuş” yorumunu yapıştıran eleştirmenlerimize adeta gün doğdu diyebiliriz!

Yorumlar