Justice League: En Azından Eğlenceli

Geçtiğimiz Cuma günü DCEU’nun dördüncü filmi Justice League yine beraberinde tartışmalarla birlikte vizyona girdi. Tartışmadan kastım elbette eleştirmenlerle hayranların bir türlü orta yolu bulamamış olmaları. Halbuki Wonder Woman bu yönde olumlu bir adımdı ancak hayranların kabul etmekte zorlandığı bir gerçek var, eleştirmek bu insanların mesleği, bunun eğitimini almış ve kendilerini bu yönde geliştirmiş insanlar ve gördüklerini olduğu gibi söylemekten başka işleri de yok.

Biri çıkıp “Disney lobisi” gibi açıklamalar yaptığında komik geliyor çünkü Warner Bros, Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter, Matrix gibi blockbuster serileri yapmış, Hollywood’daki yayın organlarının en az yüzde kırkını elinde tutan bir stüdyo. Disney’in lobisi olup da onların olmadığı gibi düşünmek saçma olacaktır. Temel mesele DCEU filmlerinin, MCU’da olduğu gibi bir şablona, plana oturtulmamış olması, acele ile çekilmesi ve vizyonsuz insanlara emanet edilmesi.

Bu yüzden Wonder Woman gibi istisnalar dışında maksimum görebileceğimizin Justice League olacağını söylemem gerekiyor. Justice League, gerçekten eğlenceli bir film ve sinemada harika vakit geçirmenize sebep oluyor. Ama filmden çıktıktan sonra Sihirbazlar Çetesi veya iyi bir Transformers filmi izlemiş olmaktan öteye geçemiyorsunuz. Sizi düşündüren bir hikayesi, empati kurabileceğiniz bir karakteri yok. Bunların sebepleri ve sonuçlarını yazının devamında detaylı incelemeye çalışacağım. Yazının devamı yoğun şekilde spoiler içerecektir.

Justice League çekim itibariyle olaylı bir film. Bu yüzden sıkıntıları olması ve buna rağmen Rotten Tomateos’u yüzde kırk ile açması bile gayet olumlu. Film, iki farklı yönetmenin süzgecinden geçmek zorunda kaldı. Zack Snyder’in senaryosu ve anlatımı üzerine kurulu olan yapım, Zack’in ailevi sebeplerle ayrılmasının ardından, MCU’da Avengers’ları çeken Joss Whedon’a emanet edildi. Whedon sadece filmi tamamlaması için çağrılan biri olarak düşünüldü, ancak yayınlanan fragmanlarla durumun hiç öyle olmadığı belli oldu. Filmin karanlık görsellerini açan, daha renkli ve daha mevzuya odaklanmış bir kurgu ile karşımıza çıkan Whedon, filmin ne olacağına da karar vermiş oldu. Bu açıdan iki farklı vizyona sahip yönetmenin bakış açısı ile şekillenen bir film olarak görebiliriz Justice League’i.

Eleştirmen Gözüyle Justice League

Normalde böyle bir formülün sinemada tutması imkansıza yakındır. Ancak Justice League, sinemadaki ağırlığı itibariyle de bu konuda sırıtmıyor. Ne Whedon’vari bir cıvıklık söz konusu, ne de Zack’vari bir karamsarlık. Anlatım, bu iki yönetmen sayesinde yerinde bir denge tutturmuş ama filmi aşağı çeken şey de biraz bu ikircikli durum. Çünkü bu filmin yönetmeni Zack Snyder ama bu bir Zack Synder filmi değil. Whedon -belki de Warner Bros- filmin kurgusuna yoğun biçimde müdahale etmiş. Filmden nerelerin kesildiği ve hikayenin sıkıştırıldığı çok bariz. Kimin hangi sahneleri çektiği, neyi ekleyip, neyi çıkardığını bile söylemek mümkün. Fırça darbelerinin belli olması da sinemada inandırıcılığı kıran bir şey. Bu durum filmin bir kolaj çalışması gibi görünmesine sebep oluyor. E zaten eleştirmenlerin de canını sıkan ve film zevkini kıran şey de bu. Ben de bir sinema-tv mezunuyum ve bu sektörün içindeyim, bunlardan öte bir sinefilim ve filmlerin dikiş izlerini görünce fena halde canım sıkılıyor.

Sinemada, bizim bildiğimiz ana akım kurgu tekniği, seamless (dikişsiz) editing olarak adlandırılır. Yukarıda da söylediğim gibi filmin dikiş izi, fırça darbeleri ne kadar solgunsa o kadar iyidir. Mesela Mad Max Fury Road filmi buna mükemmel bir örnektir. Film başlar ve sonuna kadar filmin içinde kaybolursunuz. Size A noktasından B noktasına gidişten ötesini anlatmayan bir film olmasına rağmen başarılı olmasının sebeplerinden biri de budur. Şu an için DCEU filmleri bunu yaparken bir hayli tökezlediler. Wonder Woman bu konuda çok iyi bir örnekti. Hikayesi, kurgusu buzda kayar gibi akıyordu. Bu yüzden sevildi.

İşin teknik kısmının dışına çıkarsak, sokaktaki izleyici için bir filme karşı tepkisi, beklentilerini karşılaması ile orantılıdır. Film türün gereklerini yerine getiriyor ve empati kurdurabiliyorsa genelde sevilir. Justice League ise türün gereklerini yerine fazlası ile getiriyor ama empati konusunda biraz sınıfta kalıyor. Bunun sebebi de bir an önce sadede gelmek istemesi. Cyborg, Flash veya Aquaman’in orijinlerine şöyle bir değinip, bekletmeden ana mevzuya geçiyor. Superman, Batman ve Wonder Woman için bu süreçleri çoktan aştığı için o sulara hiç girmiyor. Filmin kötü adamı gerçek anlamda bölüm sonu canavarı kıvamında. Vur, kır, parçala, bu dünyaya fethet kafasında ve iki boyutlu olmaktan öteye geçemiyor. Bu tip problemleri çözmekle film ilgilenmese de, karakterlerini eğlencei satarak o boşluğu kapatıyor.

Flash İyi Ama Çevresi Kötü

Kısaca karakterlere değinecek olursak, bir DC okur/severi olarak karakterlerin çoğunu sevdiğimi söylemeliyim. Ancak bunun sebepleri filmin size verdiklerinden çok farklı. İlk olarak Flash karakterini sempatik ve empatik kılan şey tamamen Ezra Miller. Çocuk setteki en iyi oyuncu ve her sahnede mimikleri ile parlamayı başarıyor. Aslında derinlemesine işlenen bir karakteri yok ama ihtiyacı da yok.

Mesela Aquaman ve Jason Momoa’da benzer bir formül işlense de tutmuyor. Çünkü Momoa, Ezra seviyesinde bir oyuncu değil ve kendi maço rocker personasını oynamaktan öteye geçemiyor. Hatta bir DC sever olarak Aquaman’den çok kendisinin bana hem görsel hem karakter olarak Lobo’yu hatırlattığını belirtmek istiyorum. Filmdeki Atlantis sahneleri de boğuk ve iticiydi. Mera’nın Aqua’dan daha güçlü gösterilmesi ve Jason Momoa’nın tek başına film sırtlayacak kalibrede biri olmadığının vuku bulması da Aquaman filmini bir hayli zora sokacaktır.

Cyborg, her zaman için grubun zayıf halkası olarak kabul edilir. Kendisini Justice League’en çok Young Justice gibi gruplara daha çok yakıştırmışımdır. Dramatik bir hikayesi olsa da umursanmayan elemandır her zaman. Ancak yazar Geoff Johns kendisini pek bir sever ve DC’deki konumunu da biraz ona borçludur. Bu filmde de belli ki onun parmağı var ki lige girebilmiş. Oyuncu Ray Fisher, yeni bir yüz ve karakterin az tanınırlığı ile iyi bir uyum sağlamış. Beklemediğim şekilde karakteri sevdim ama bu biraz kişisel. Objektif baktığımızda ekip içerisindeki konumu fazla havada duruyor. Kimse de onu merak etmiyor.

Wonder Woman, en haksızlığa uğrayan karakter diyebiliriz. Patty Jenkins’in yönetiminde gerçekten feminizmin somutlaşmış hali gibiyken, bu filmde güçleri yetersiz gösterilmiş, (giriş sahnesindeki gösterisine rağmen) çoğu sahnede Amazonlarla beraber olur olmadık yerlerine zoom yapmaları, seksapalitesini öne çıkartılması ve bir meta gibi sunulması hiç güzel durmamış. Bu durumdan Gal’da şikayetçi ki performansına da yansımış ve gayet yorgun bir performans sergilemiş. Hatta Whedon’ın filme eklediği, Flash’ın Wonder Woman’ın üstüne düştüğü sahneyi seksist bulup, çekime gelmemiş ve o kısmı dublörü oynamış. Gal Gadot’un bu protest duruşunu takdir etmek ile beraber Joss Whedon’ın yaşlandıkça daha cinsiyetçi bir hüviyete bürünmesi durumu da gittikçe canımı sıkıyor.

Superman In Batman Out

Ligin iki ağır topuna geldiğimizde büyük bir problem ile karşılaşıyoruz: Batman! Bana kalırsa Joel Schumaer Batman’lerinden bu yana yazılmış ve uyarlanmış en kötü Batman’i izledik. Bakın merhum Adam West’in Batman’ini hatta Will Arnet’in seslendirdiği Lego Batman’i bile buna dahil ediyorum. Hayatında bir iki tane Batman çizgi romanı bile okumuş insanın fark edebileceği üzere Batman karanlık, kendini yalnızlaştıran, narsistliğe gidecek kadar ego sahibi ve en önemlisi devamlı B planı olan bir karakterdir. Bu saydıklarımın kaçta kaçını gördük acaba? Cevap veriyorum; hiçbirini.

Biz bu karakteri Dawn of Justice filminde de sevmemiştik, ama orada sebebimiz çok farklıydı. Bizim problemimiz bir kahramandan çok anti-kahraman olarak yansıtılmasıydı. Birileri durumu çok yanlış anlamış ve öyle bir Batman yazmış ki, karakter dostluklar kurmaya çalışan, sık sık mizah yapan, sırıtkan, babacan, pahalı oyuncaklarıyla ortama rezil olan, etkisiz eleman tadında biri ortaya çıkmış. Bu filmde, Superman’in dönüşünü, Tarkan konserinde Tarkan’ı gören hayran edası ile karşılaması başlı başına bir skandal arkadaşlar. Üstelik Adaletin Şafağında, “Alfred, yüzde bir şansımız bile varsa şu Superman’i mezara gömmeliyiz,” diyen adamın aynı şekilde, “yüzde bir şansımız bile varsa Superman’i diriltmeliyiz,” demesi de karakteri tutarsız, kararsız, Batman’den tamamen uzak bir hale sokuyor. Ben Affleck’in ortalama üzeri performansı bile bunu kurtarmaya yetmiyor. Bu konuda gerçekten öfkeliyim ama bu öfkemi yatıştırmamı sağlayan diğer bir unsura değineceğim, o da sinemada ilk defa bir Superman izlemiş olmam gerçeği.

Christopher Reeve, ilk Superman filminde o kostümü giyip gülümseyerek insanlara umut dağıttığından beri Superman sinemanın ikonik karakterlerinden biri olageldi. Reeve ve yazar ekibi Superman’in ne olduğunu çok iyi anlamışlardı. Ancak Zack Snyder’in bu durumla ilgili problemleri vardı. Superman’i insanlaştırmaya çalıştı ama bu yanlıştı. Superman zaten bir insandı. O bir çiftlik çocuğuydu. O bir izciydi. Man of Steel bunu anlayan bir film değildi belki ama Dawn of Justice, karakteri iyice beter bir hale sokmuştu.

Justice League portresi ise yüzleri öyle bir güldürdü ki, ben sinemada Batman gibi sırıttığımı fark ettim. Superman yeniden gülüyordu, yaptığı şeyden haz alıyordu, düşmanı ile çarpışırken bile dostlarına umut dağıtıyor, önce sivilleri düşünüyor, gerçek bir kahraman olarak kendini sunuyordu. Üst dudağın bütün o yapmacıklığına rağmen biz gördüklerimizden çok mutluyduk. Çizgi romanlardaki o Superman canlı kanlı beyazperdedeydi. Henry Cavill’de bu durumdan memnun ki karakteri oynarken gözlerinin içi gülüyordu. Bu da onu çok daha sempatik bir hale getirmişti. Bu altın dokunuş yine Snyder’e mi ait yoksa Whedon’ın bu işte bir parmağı mı var bilemiyorum ama kim yaptıysa ona gerçekten minnettarlığımı sunuyorum.

Benim Hala Bir Umudum Var

Filmin müzikleri başta Junkie XL tarafından yapılırken ani bir değişim ile Danny Elfman ile anlaşılmış ve Whedon’ın da gelişi ile bu değişim biraz daha anlaşılır bir hal almıştı. Danny Elfman bir zamanlar efsanevi besteler yapan yaratıcı bir isimdi ama bu filmde yerinde saydığını söyleyebiliriz. Kötü bir film olsa da Dawn of Justice’in Hans Zimmer & Junkie XL imzalı müzikleri mühür gibiydi. O Wonder Woman Theme hala spotify listelerinde en çok çalınanlar arasında. Müzikal eksikliğe ek olarak, filmin ek çekimleri ve post sürecinin daha kısa olmuş olması da görselliğe kazık çakmış. Steppenwolf’un bütün film “Ben efektim, beni renderlayın!” diye bağırışı ile bütün filmi bitirmiş olmamız gerçekten enteresan. İşte plansızlık ve yanlış vizyon tarihi gibi durumlar bütün bunlara sebep oluyor.

Sonuç olarak Justice League bir sinefil için kabus, çizgi roman sever için eğlenceli, sokaktaki adam için çerezlik bir film olmuş. Ben bütün aksiliklere rağmen bunu bir başarı olarak yorumluyorum. Elbette denklemden Superman ve Flash’ı çıkardığınızda ortaya tatsız bir çorba çıkacağının farkındayım ama izleme motivasyonum daha farklı olduğu için ben istediğimi alabildim ve sinemadan keyifli bir şekilde ayrıldım. Filmin ne kadar kötü veya iyi olduğu tartışılabilir, ama en azından eğlenceli olması günü kurtarmasına sebep oluyor.

İlk gişe rakamları beklentilerin altında olsa da filmin bir milyar barajını geçeceğini düşünmekteyim. Bu açıdan bu film DCEU’nun geleceği açısından kritik bir öneme sahip. Flashpoint gibi yüksek bütçe gerektiren hikayelerin anlatılması için sağlam kar elde etmesi lazım. Bu filmin umutlandırıcı bir adım olduğunu düşünerek istediklerine kavuşurlar diye temenni ediyor ve sizlerin de fikirleri ile film üzerine konuşmak istiyorum. MCU’nun bu yarışta bir hayli fark attığı gerçek ancak Fox’un yirmi senede kuramadığı kendi Marvel evreni ile yarışabilecek seviyeye gelmesi mümkün. Bu yüzden doğru insanlarla (Patty Jenkins gibi) çalışılıp, yanlışlar da elenirse (David Ayer gibi) DCEU’nun bir MCU olmaması için hiçbir sebep göremiyorum.

Yorumlar