Justice League ve Genel Bir DCEU Analizi: Kılavuzu Karga Olanın…

Wonder Woman

-İnanamıyorum, kimsin sen?
-İnanan biriyim!

Vizyona girdiğinde zaman bulamadığım için, önce filmine geniş yer ayıracağım. Eli yüzü düzgün bir yapımdı, BvS insanlara fazla karışık geldikten sonra Warner Bros güvenli oynamıştı. Benim kişisel zevkim için fazla güvenliydi, daha karmaşık şeyleri sevsem de filmi beğendim. Ancak filmin aldığı muazzam desteğin nedeni, derdini iyi anlatması değildi. Bu yanlış anlaşıldı. Wonder Woman’ı bizim geekler yine beğenmedi; türe bir yenilik katmadığını, sıradan bir film olduğunu söylediler. Haklıydılar. Tek bir konu dışında.

Pardon da, biz bu filme nasıl sıradan bakalım, beyler? Belki sizin oradan fark edilmiyor ama, ilk kez yetkin bir kadın kahramanın orijin hikayesini izledik. 1984 yapımı Supergirl ya da 2005 yapımı Elektra var diyebilir bazıları da, siz kendinize inandınız mı? Wonder Woman “Superman dur aynı güçlere sahip kız versiyonunu yapalım!” ya da “Daredevil’a sevgili olarak sıradan bir kız vermeyeceğiz elbet, hadi özellikli olsun, sonra da tecavüze uğramaktan beter şekilde ölsün!” diye yaratılmış karakterlere çekilmiş vasat filmlerle bir tutulamaz. Red Sonja, Barbarella filan da demeyin lütfen, hikayeleri güzel olabilir, ama acı gerçek yine meta bunlar.

Bir erkeğin yapabileceği her şeyi yapan, erkeklere bu kadar açıkça meydan okuyan bir kadın süper kahramanı, kendi solo filminde ilk kez gördük. Örümcek gibi kuleye tırmanma sahnesi, sokak arasında Steve Trevor’u kurşunlardan koruması (Bu sahne Superman filmine gönderme olmasının yanı sıra, 2009’da çekilen Wonder Woman animasyonunda da var), bir erkek süper kahramanın yaptığı her şeyi yapabiliyor olarak resmedilmesi dışında, hikayede çok değerli başka şeyler var, ama DC işleri çok karıştırmamayı hedeflediği için öne çıkmıyor, film biraz düz kalıyor.

İnsanlar filmi kadın karakter ve Gal Gadot’a duyulan sempati yüzünden destekledi, kusurlarını da hoş gördüler çünkü daha fazla etkin kadın karakter seyretmek istiyorlardı. Deadpool, R rating’le çıktığında nasıl olduysa, o hesap. Yıllardır hasret kalınmış şeyler bunlar. Yılın 2017 olmasından geçtim, bu çok geç kalmış özelliği takdir eden yorumcu sayısı bir elin parmaklarını aşmadı. Erkek egemen aksiyon filmleri öyle kanıksanmış ki, “O küçük şey mi sana ne yapacağını anlatıyor?” diyen, süper güçlere sahip bir kadın karakterin değerinin geekler tarafından anlaşılmaması normal. Neyse üzülmeyin, “Gal Gadot Wonder Woman’ı oynayamaz, seksi değil, memeleri yok!” diyenler boldu, hayır anlamıyorum ki, çoğu da kadın! Hanımlar beyler, bilginiz olsun diye söylüyorum, Amazonlar’ın yaşadığı dönemde silikon yoktu, hatta daha iyi ok atabilmek için göğüslerini kesiyor ya da küçük yaşta dağlıyorlardı (Kesin kanıt yok, Amazon toplumunun varlığı dahi, özellikle bulundukları coğrafya tartışmalıdır ama hep sağ göğüsleri kapalı resmedilirler).

Amerikalı feministler de sapıtıp Gal Gadot’un traşlı koltuk altlarına laf ettiler. Herhalde Amazon ve Yunan kültüründeki savaşçıların cenke çıkarken iyice güzelleşip süslendiklerini, saçlarını en küçük buklelerine kadar titizlikle şekillendirdiklerini, zırhlarını özenle parlattıklarını bilmiyorlardı. Ya da ne bileyim, herhalde İlyada’da Akhilleus’un Amazon Kraliçesi Penthesilea’yı öldürdükten sonra güzelliğini görüp, “Ah ben sana nasıl kıydım!” diye ağladığını okumamışlardı. Her şey meme değil arkadaşlar. Gal Gadot da onu seksi bulmayan herkesten güzel.

Film Değil, Sanırsın Genel Kültür Testi

Filme dönmemiz gerekirse, iki şeyi çok sevdim: Ares’in zeki ve plancı bir karakter olarak gösterilmesini (genelde aptal resmedilir), bütün tanrıları sıraya dizdiğini anlatarak, insanlara Yunan mitolojisinin pek bilinmeyen sonunu beyaz perdeye taşınmasını, Amazonlar’ın yaşadığı coğrafyanın buralara fazlasıyla benzemesini… Detaylar gözlerimi yerinden fırlatacak kadar sofistikeydi: Filmde alttan alta çok güzel işlenmiş bir Babil Kulesi göndermesi vardı. Tanrıları öldürecek silahın saklı olduğu kule ve etrafında yaşayan Amazonlar’ın dünyada bilinen her dili konuşuyor olması. (Umarım Gadot’un aksanıyla konuşmuyorlardır tabii, yoksa sıkıntı büyük.)

Babil Kulesi, adı üstünde Mezopotamya efsanelerinde vardır: İnsanlar onu tanrılara yetişmek için inşa ederler ve cezalandırılırlar. Bu efsane doğu ve batı kültürünün arasında bir köprü niteliği olması açısından önemlidir, ama bunu başka bir zaman anlatırım.

Bu kadarla da kalmıyor. Isabel Maru, yani Dr. Poison, (ki Prenses Maru’dur, çizgi romanlarda resmediliş şekli hayli farklıdır) defterine Sümerce ve Osmanlıca karışık yazıyor. Bu inanılmaz bir detay, çünkü 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın egemen olduğu Mezopotamya şehirlerinde yaşayan halkın evlerinde Sümer tabletleri çıkıyordu. Emile Botta adında bir arkeolog, bu tabletleri okuyarak pek çok Asur hazinesi bulmuştu. Yani o coğrafyayı bilen için, Dr. Poison’a eklenmiş çok güzel bir detay bu. Tabii üstüne gidilmediği için havada kalmış, kadının gezgin olduğunu hayal edebiliriz. Bu arada, Dr. Poison’un Honest Trailer’da Phantom of the Opera diye tanıtılmasına gülmekten öldüğümü belirtmeliyim.

Üçüncü detay bizi en çok ilgilendireni; Steve Trevor’un peşinden gelen Alman donanmasının, böyle hücumbotların dizilişine ve kıyıdaki falezlere kadar bire bir Arıburnu Çıkarması’na benzemesi. Çanakkale Savaşı’nı incelerseniz, benzerliği siz de fark edeceksiniz. Diyeceğim o ki, Ortadoğu ve Ege hakkında birileri dersini çok iyi çalışmış, ama bunlar maalesef her seyirciye hitap edecek şeyler değil. Yine de, Ares’in içine Freud kaçmışçasına “Ben gerçeğin tanrısıyım!” diye haykırdığı sahne favorim.

Diana, Justice League’de solo filmindeki çizgiyi koruyor: Var olduğu her sahne güzel. Batman’le hafif flörtleşmesi cıvımıyor. Bu açıdan filmler çok tutarlı: Diana, süper gücü olmadığı halde insanları korumaya çalışan erkeklerle ilgileniyor. Flash’in üstüne düştüğü sahneyi sevmedim, zaten Gal Gadot da sevmemiş, böyle şeyler ton değişimini fazlasıyla zorlamak bence, umarım tekrarlandığını görmeyiz.

Aquaman Değil, Aquabro Diyeceksiniz!

“Adamım benim!”

WhatCulture’da öyle demişler, bence cuk oturmuş. Şimdiden böyle kanıksanmış olması, bence iyiye işaret. Herhalde Jason Momoa’ya “Bak şimdi, Los Angeles sahillerindeki külhanbey sörfçü elemanlar var ya, biraz öyle ol, ama onurlu bıçkın da ol, zaten tipin de müsait, ama mimiklerin biraz Chris Hemsworth’e benzesin!” demişler. Eh, olmuş da. Ben yeni Aquaman’i beğendim. Yazdığım Aquaman dosyasında Amerikan komedi kültürünün bir parçası olduğunu, fazlasıyla “gay” bulunduğunu, DC’nin yıllardır bu imajı kırmaya çalıştığını söylemiştim. Eh, olmuş. En azından sağlığını düşünen kimse bence Jason Momoa’ya gidip de “Ayy, çok gaysin!” demez.

Batman “Eee, balıklarla mı konuşuyorsun?” diye iki kere soruyor, Amerikan komedi programlarına el sallıyor.  Aquaman altta kalır mı, çakıyor lafı: “Sen de yarasa gibi giyiniyorsun?” E haklı. Tek fark, Aquaman’e Nolan ve Burton film çekmedi.

Justice League’den önce Aquaman’in orijin filmi çekilmeliydi diyenler çok olmuş, ben katılmıyorum. Ne akla hizmet şekilde 1 saat 58 dakika olan filme bir on dakika daha eklenseydi, mesela o Rus aileyi tekrar tekrar göstereceklerine birkaç parça Arthur Curry’nin flashbacklerini verselerdi, bence olabilirdi. Herhalde Aquaman’in solo filmine saklıyorlar, ama şu haliyle Mera’yla konuşması havada kalmış gözüküyor. Throne of Atlantis’i izlememişseniz, Mera’nın önemini anlamamış olabilirsiniz. Ortalarda bir Orm görecek miyiz bilmiyorum ama, Momoa’ya güvenim tam. Şayet Atlantis konusunda da Wonder Woman’da kullanılan detaylar gibi şeyler eklenirse, mesela Thera Adası’na filan referans verilirse o salondan çıkamamaktan korkuyorum (Ben Serkan’ı tanıyorum, bu kadar konuştuktan sonra Atlantis yazısı yaz diyecek). 

Daha Justice League için yazacaklarım bitmedi, ama deadline’lar bastırdığı için burada kesmek zorundayım. Şu an düşünüp de yazmadığım o kadar çok detay var ki, dönüp güncelleyebilirim. Darkseid’i, kesilmiş sahnelerle ilgili yorumlarımı, garip Lord of the Rings göndermeleri hakkındaki düşüncelerim için ikinci bölümü bekleyin, söz, Suicide Squad gibi olmayacak. Herkese iyi seyirler diliyorum.

Yorumlar