Kısır Bir Toplumun Hikayesi: Children of Men
Öncesinde “Y Tu Mamá También”, “Harry Potter and the Prisoner of Azkaban”, sonrasında ise “Gravity” ile adından söz ettiren Alfonso Cuarón’un benim için en özel filmi “Children of Men”dir. Phyllis Dorothy James’in 1992 tarihli romanından uyarlanan film, karanlık ve puslu bir geleceği anlatmaktadır.
Yıl 2027…İnsan türü yok olmanın eşiğine gelmiştir. Bu durumun nedeni de, ne nükleer bir felaket, ne makinelerle savaş ne de dünya dışı varlıkların istilasıdır. En son doğumun 2009 yılında gerçekleşmesi bu felaketin katalizörüdür. İnsanoğlunun artık dünyadaki hakim tür olamayacağı gerçeğini kaldıramayan egolarından mıdır, yoksa artık umurlarında olmayan süper-egolarından mıdır bilinmez, dünya genelindeki tüm insanların ilkel benlikleri kontrolü ele geçirmiş ve kısa sürede medeniyetin çöküşü gerçekleşmiştir. Dünya şehirleri birbiri ardına yıkıma uğrarken Büyük Britanya katı bir yönetim altında da olsa varlığını sürdüren tek ülke haline gelmiştir. Hal böyleyken ülke gündemindeki en büyük problem yasadışı göçmenlik olmuştur.
Theo Faron, üniversite yıllarında aktivistken, yaşanan felaketlerin ardından sinik bir memur haline gelmiştir. Yaşadığı dünyaya yabancılaşan Theo’nun tek mutluluk kaynağı, eski bir politik karikatürist olan dostu Jasper’a yaptığı ziyaretlerdir. Theo bir sabah işe giderken, oğullarının ölümünden bu yana görüşmediği eski karısının liderliğini yaptığı “Fishes” adındaki bir grup tarafından kaçırılır. Julian, Theo’dan para karşılığında genç bir kadın göçmen için geçiş kağıdı temin etmesini ister. Theo, başta tereddüt etse de, özellikle maddi durumunun kötü olmasından dolayı bu teklifi kabul eder. Başlangıçta sıradan görünen bu anlaşma, zaman ilerledikçe tüm insanlığın kaderini belirleyecektir .
Kadrosunda Clive Owen, Julianne Moore, Michael Caine’in olduğu “Children of Men”, son zamanlarda çekilmiş en rahatsız edici filmlerden biridir. Rahatsız edicidir, çünkü günümüzden çok da uzakta olmayan bir gelecekten bahseder sanki. Kısırlık, susuzluk, salgın ya da başka bir felaket… Filmde esas gösterilen insanoğlunun çileden çıkmaya ne kadar müsait olduğu gerçeği. Filmin bu denli çarpıcı olmasındaki bir başka etken ise şüphesiz müzikleridir. Ünlü İngiliz müzisyen John Tavener’ın besteleri ve King Crimson, Deep Purple, The Kills gibi grupların yer aldığı soundtrack’iyle zamanın ruhunu daha iyi yansıtan “Children of Men”, bir sahnesinde yer alan uçan domuzla “Pink Floyd”a da selam çakıyor.
Yönetmen Alexander Mackendrick, “İyi bir yönetmen, gerçekte izleyicinin ilgisini yönetir.” demişti. Bu sözün ne kadar doğru olduğunu “Children of Men”i izledikten sonra tekrar anladım. Alfonso Cuarón, filmde yarattığı her küçük ayrıntıyla (televizyondaki reklamlar, gazete küpürleri, göçmen sahneleri, panolar…) öyle inandırıcı bir atmosfer yaratmış ki, izleyiciye filmi izlerken kendi yaşadığını dünyanın gerçekliğini sorgulatıyor. Tabi ünlü görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki’yi de unutmamak gerekiyor. “Children of Men”in sonrasında “The Revenant” , “Gravity”, “Birdman”, “The Tree of Life” gibi görsel açıdan oldukça görkemli yapımlara da imza atan Lubezki, filmin etkileyiciliğine inkar edilemez bir katkı sağlamış.
Gelmiş geçmiş en başarılı kıyamet sonrası filmlerden olan “Children of Men”in tanıtım bölümü burada sona eriyor. Yazının buradan sonraki kısmı inceleme niteliğindedir, dolayısıyla bol miktarda SPOILER içermektedir. Filmi izlemeyenlerin yazıyı burada bırakmalarını ve izledikten sonra kaldıkları yerden devam etmelerini öneririm.