Kitapları ve Filmleriyle Harry Potter Fenomeni: Sırlar Odası
Harry Potter ver Felsefe Taşı‘nın yakaladığı uluslararası başarının ardından bir günde tanınmış yazar mertebesine yükselen Rowling için bu daha atılan ilk adımdı. Hayranların deyimi ile “Wizarding World”e dair daha anlatılacak çok şey vardı. İlk kitaptan bir sene sonra 1998 senesinde Harry Potter ve Sırlar Odası yayınlandı. Adeta bir din gibi yayılan Harry Potter fenomeni, ilk kitabın gölgesinde mi kalacak yoksa onun da ötesine mi geçecekti. Yazının bundan sonraki kısmı kitaplar ve filmler hakkında spoiler içerecektir diye uyaralım.
Kitap
Harry Potter ve Sırlar Odası, JK Rowling’in sihirli kaleminden bizlere ulaşmış, yine sansasyonlara sebep olmuş bir kitaptı. Ülkemizde yayımlama yükünü üstlenen Yapı Kredi Yayınları ile yoluna devam ediyor, çevirmen olarak gönlümüzde yerleri çok özel olan Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu ikilisi ile tanışma fırsatını buluyorduk. İlk kitabın Ülkü Tamer tarafından yapılan çevirisine de yardım eden bu ikili, bu sefer doğrudan çevirme yükünü üstlenerek, kitabın seviyesini daha üst bir aşamaya taşımayı başarmıştı. Özellikle Rowling’in ürettiği orijinal isimlere bulunan Türkçe karşılıklar, en az JK kadar yaratıcı ve ilham vericiydi. Dilin, daha bir okuyucusunu ciddiye alır şekile bürünmesi de edebi açıdan iyi bir gelişmeydi.
Hikaye yine benzer bir formül üzerinden ilerliyor, eniştesi ve teyzesi ile yaşayan Harry, ikinci senesinde ilkine nazaran daha fazla zorlukla yüzleşiyor hatta çoğu hadiseyi ölümün kıyısında atlatıyor. Kitabın satırlarına yayılan gerilim ve dehşet veren olaylar silsilesi ile birlikte okuyucu da kendini daha olgun bir kitabın içinde buluyordu. Elbette ilk kitapta örneğine sık rastladığımız, önceki kitapta neler olmuştu, tadında hatırlatmalar devam etse de JK’nın bu kitapla beraber evrenini daha ürkünç hale getirmeye çalıştığı da bir gerçek. Zaten bu tedirgin edici atmosfer, karakterin ve okuyucunun büyümesi ile daha belirgin bir hale gelecek ve bu başarının bir tesadüf olmadığını insanlara kanıtlanacaktı.
Harry Potter’ın Basilisk’i Üzerine
Sırlar Odası fenomeni, tıpkı Felsefe Taşı’nda olduğu gibi kullanılan bir terime dayanıyordu. Her ne kadar efsanelerde dahi bir sırlar odasından bahsedilmese de içinde sırlar barındıran nesne veya topluluk gibi mitler halkın her daim gündemindeydi. Geçmişte “Tapınak Şövalyeleri” ve onların sözde koruduğu “Kutsal Kase” efsanesinde olduğu gibi burada da bir Sırlar Odası vardı ve orada saklanan bir şeyler vardı. O her neyse Hogwarts’ı dehşete boğmak için hazır bekliyordu. Kitabın ilerleyen satırlarından öğrendiğimiz gerçek onun “Basilisk” adında bir yılan türü olduğuydu. Basilisk’in kökeni ise yine efsanelere dayanmaktaydı. Biraz araştırıldığında gerek İngiliz gerek Yunan Mitolojisinde örneğine rastladığımız bu hayvanın İngiliz İncilinde bile geçtiğini söylemem gerekiyor. Çoğunlukla sürüngenlerin efendisi olarak anılan Basilisk’in devasa bir yılan olduğu ve bakışları ile öldürebildiği söylenmektedir.
Konu ile ilgili araştırma yapanların, insanların onu kobra ile ilişkilendirdiği söylenmektedir ama işin gerçeği Rowling bu yaratığı hikayesine mükemmel şekilde yedirmiştir. Kötülük ve karanlık sanatlarla özdeşleşmiş Slytherin binasının koruyucu olarak konumlandırılmış bu hayvan, Sırlar Odasının da en büyük sırrıdır. Hali hazırda Slytherin binasının da simgesi bir yılan olduğu için de binanın yaratabileceği en büyük kötülük olarak onu görmek iyi bir fikirdir.
Basilisk dışında Anka Kuşu da hikayede büyük yer kaplar. Orijinal ismi ile “Phoenix”in kökeni kimi kaynaklarda Yunan mitolojisine kimisinde Antik Mısır mitlerine dayandırılmaktadır. Mısır mitlerinde “Bennu” diye geçen bu varlık benzer şekilde güneş gibi parlayan ve yeniden dirilme özelliği taşıyan bir kuş türüdür. Yine de bugün yaygın şekilde kullanılan şekli ve ismi ile Yunan mitolojisine dayanmaktadır. Efsanevi yazar Dante tarafından Inferno’da bahsedilen Phoneix, bu şekilde Avrupa coğrafyasına da yayılma fırsatı bulmuştur. Bugün bir çok fantastik eserde örneğini gördüğümüz ve dilimize Anka Kuşu olarak geçen bu türün Dumbledore’un özel hayvanı olarak konumlandırılması bence yerinde bir tercihtir. Sonuçta kötülüğün mutlak temsilcisi bakışları ile öldüren bir hayvanla temsil edilirken, iyiliğin mutlak temsilcisi göz yaşı ile iyileştiren muazzam bir hayvan ile temsil edilmelidir.
“Öcü Slytherin”
Aslında bu kitapla beraber Rowling’in iyi ve kötü arasındaki çizgileri daha net çizdiğini görmemiz mümkün. Hogwarts’ta neden var olduğunu dahi anlayamadığımız Slytherin’in içinden çıkardığı Snape, Voldemort gibi isimlerle iyice öcüleştirilmesine karşılık olarak Gryffindorlu Dumbledore, Mcgonnagall’ı düşününce haklı olduğumu kabul edeceksinizdir. Daha kitabın ilk bölümlerinde Lucius Malfoy’un yukarıdan bakan tavrı ve Weasleylerle kavgası ile artık tarafların belli olması gerektiğini belirtiyor Rowling. Elbette bunu eleştirecek bir taraf olarak söylemiyorum, sonuçta tarihin en büyük edebi eserlerinden biri olan Yüzüklerin Efendisi bile iyi ve kötü kavramlarını keskin çizgilerle ayırmıştır. Bu tarz fantastik hikayelerin alamet-i farikası olarak kabul edeceğimiz bu yaklaşımı değiştirecek isim de yine Rowling olacaktır ama daha buna zaman vardır.
Sırlar Odasının belki de en ilgi çekici karakterlerinden biri de Tom Riddle’dır. Harry’nin güncesini bulması ile hikayeye dahil olan karakter ile kolayca empati kurabilmiş ve onun Voldemort’un ta kendisi olduğunu öğrendiğimiz o tarihi an ile beraber, kötülüğün doğamızın bir parçası olduğu yorumu ile de karşılaşmış oluyoruz. Burada kaderci bir yaklaşım söz konusu ancak karakteri daha derin tanımamız için zaman olduğu için bu yaklaşıma dair sözlerimi sonraki yazılara bırakacağım. Riddle’ın ötesinde Gilderoy Lockhart karakteriyle beraber, birilerinin torpili veya görsel güçlerine sığınarak yüksek mevkilere ulaşmış kimseler hakkında Rowling’in sert eleştirilerinden biriyle karşılaşıyoruz. Bugün düşündüğünüzde piyasada yetenek yoksunu ve olduğu yeri hak etmeyen ne kadar tatlı gülüşlü insan vardır. Özellikle medyanın şişirdiği bu isimlerin kurgu alemdeki karşılığıdır Lockhart.
Edebi olarak üzerine koyarak ilerleyen Harry Potter fenomeni 2001 senesinde sinema salonları ile buluşmasının ardından yolculuğuna ikinci filmi ile devam edecektir. Elbette burada soru edebi başarının gölgesinde mi kalacak, yoksa başarılı gidişatını sürdürebilecek midir? Bugün bunun cevabını çok iyi biliyoruz ama filmi incelediğimizde bunu daha iyi anlayacağımıza eminim.