Mad Max: Fury Road – “Kahraman”a Veda, Yeni Nesil Aksiyona Merhaba!
Tabi Miller’ın değişen Mad Max dünyasını elinin tersiyle bir tarafa ittiğini düşünmek acımasızlık olur. Derisi kemiğine yapışmış, bir damla su için Ölümsüz Joe’dan (Darth Vader’ın albino hali?!) medet uman halk, Gore Verbinski’nin Rango’sunda bile ana motto olarak kullanılan “suya hükmeden her şeye hükmeder” önermesiyle, bu halk üzerinde tahakküm kurarak bu yeni ve acımasız dünyada mücadelenin hala ne uğruna verildiğinin üzerine basıyor. Fakat bu sefer mesele sadece bu türden bir felaket sonrası algısından ibaret değil. Aslında Miller’ın yeni öyküsünü oluşturan bir sürü parça var ve bunların her birinin üzerinde tek tek durmak yerine, bu küçük parçaları aksiyon sürecine birbirine dikiyor. Haricen yaratılan ve Blade Runner’daki replikalar gibi belli bir yaşın sonrasını göremeyen war boys sınıfı, kurulan yeni şehirler ve azalan anarşiye rağmen çivisi daha da çıkmış bir dünya, Valhalla ile uyutulan müritler… Max’in dünyası pek çok açıdan değişmiş fakat diğer yandan da dünyayı kavuran, beyin yakan güneşe rağmen aslında git gide daha da kararmış!
George A. Miller’ın filmine getirdiği en önemli yenilik ise; ana karakterinin heroic kafa ütülemelerine fırsat vermeyip; onu pek çok açıdan edilgen bir biçimde sunarak; kadının gücünü kutsaması. Mad Max serisinde kadınlar her zaman güçlüydü elbette ama neredeyse ilk dakikasında; ana karakterini hadım ederek, onu uzun bir süre oyunun kenarına itmesi; filmin özellikle Mad Max’in vigilante imajı için makyajlanmadığını ve Max’in daha sonradan zorla sürüklendiği bu yeni dünyanın “medeniyet” anlayışıyla ilgili bir film olduğunun da altını çiziyor.
Güçlü kadın modeli, serinin bu son halkasıyla birlikte, öykünün her alanına sinmiş durumda. Joe’nun gelinlerinin dayanışması, Furiosa’nın hem karizmatik imajı hem de sağduyusu ile kendisine hayran bırakan savaşçı ruhu ya da filmin post apokaliptik western anlayışına uygun bir biçimde eline silah alarak çatışmaya dahil olan yaşlı kadınlar güruhu… Her biri, bu dünyanın kan arzusu ile yanıp tutuşan erkek güruhunun karşısına dikilen birer varoluş savaşçısı aslında! Bu türden incelikler göz önüne alındığında Mad Max: Fury Road’ın salt Star Wars Episode I: The Phantom Menace’daki pod yarışları estetiğinen ibaret olmadığı da kanıtlanmış oluyor. Hatta Fury Road, artık öykü evreninin koşullarının iyiden iyiye kabul edildiği, yaşayan bir evren haline geldini da kabul edilyor.
Bütün bunları hesaba katarsak eğer Mad Max: Fury Road’ın, Max Rockatansky’e yer veren bir çeşit spin off gibi bile düşünmek mümkün. Miller geçmişe dönük bir heroic hesaplamasına girişmişçesine, Tom Hardy gibi güçlü ve kendi jenerasyonunun en yetenekli deli fişek oyuncusuna rağmen sıklıkla frene basan, dingin, sakin neredeyse nihilist bir ana karakter yaratmış bu sefer. Serinin yeni hatunu olan Furiosa’yı ise, direnişin tepe noktasına çıkartmayı ihmal etmemiş. Charlize Theron gibisinden güçlü bir kadın oyuncuyla perdete taşınan Furiosa; Terminator: Genisys’in salt ergen detektörü kıvamındaki “tiffany tikky”si bozması Sarah Connor’ının hemen arifesinde, “savaşçı hatun nasıl tasarlanmalıdır?” dersinin en karizmatik sonucu olarak dikiliyor karşımıza!
Sözün özüne gelecek olursak: Mad Max: Fury Road, geniş bir kitlenin ilgisini cezbedecek bir film. 80’ler aksiyonu diye yatıp kalkan bir kitlenin, aksiyon sinemasına dair hemen hemen tüm beklentilerini karşılayan bu dolu dizgin kıyamet sonrası drifti, serinin hayranlarını, popüler bilimkurgu sinemasının müptelalarını, post apokaliptik bağımlılarını, zaten cezbedecek. Ama asla bu tercihi suçlu bir zevk haline getirmeyecek, tam tersine türün bu zamana kadar getirdiklerinin görsel çıtasını bir üst seviyeye taşıyacak! Kendinize sormanız gereken tek soru; aradığınız öykü evrenine dair derin bir öykü mü yoksa dizginlerinden kurtulmuş bir aksiyon mu? Tercihiniz ikinci şıktan yanaysa muhtemelen şu sıcak Mayıs gününde sinema salonundan nefes nefese dışarı atacaksınız kendinizi! Hem de yüzde yüz tatmin olmuş bir biçimde!