Marslı: Robinson Crusoe’yla MacGyver Arasında Bir Yerlerde

Astronot Mark Watney, Mars’ta gerçekleştirilen Ares III adlı görev sırasında çıkan fırtına sırasında öldü sanılarak ekibi tarafından geride bırakılmak zorunda kalır. Bir süre sonra kendine gelen Watney’in kurtarılmayı umut etmesi bile pek mümkün görünmemektedir. Zira fırtına yüzünden iletişim koptuğu için onun hayatta olduğundan kimsenin haberi yoktur. Bir sonraki Mars görevi olan Ares IV ise tam 4 yıl sonra gerçekleşecektir ve bu kadar süre hayatta kalabilmesi için yeterli su ve erzak yoktur. Ancak kahramanımızın hayatta kalma güdüleri ağır basar ve düştüğü karamsarlığı silkeleyerek “Evde Tek Başına” sosuna batırılmış, Robinson Crusoe’yu andıran bir hayatta kalma mücadelesi vermeye başlar.

marsli-7

Marslı (The Martian), 2011 yılında Andy Weir tarafından kaleme alınmış son derece başarılı bir bilimkurgu romanı. Merak edenler için; ülkemizde İthaki Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen kitap hakkında kaleme aldığımız bir tanıtım yazımız mevcut:

Bilimkurgu Türünde Bir Robinson Crusoe Hikayesi – Marslı

Yazıya devam etmeden önce şunu belirtmek isterim ki; Marslı aslında rahatlıkla gerilim filmi kategorisine koyabileceğiniz bir yapım. Ne de olsa Mars gibi insan için ölümcül çevresel koşullara sahip bir gezegende yapayalnız mahsur kalan bir astronotu konu alıyor. Ancak film boyunca verilen mesajlar o kadar pozitif ki, gerilim yerini keyifli bir heyecana bırakıyor.

Mars’ta Bir MacGyver

Yeni nesil, MacGyver’ı pek bilmez. Kısaca özetlemem gerekirse; kendisi 1985 – 1992 yılları arasında yayınlanan bir diziydi. MacGyver, bilimsel birikimi ve doğaçlama mühendislik becerileri sayesinde en zor durumların bile üstesinden gelebilen bir ajandı. Çoğunlukla cebinde bir ataç ve banttan fazlası olayan MacGyver etraftaki çer çöpü kullanarak ayaküstü inanılmaz düzenekler kurabiliyor ya da bir seferlik de olsa işe yarayacak tuhaf cihazlar imal edebiliyordu. Hatta ünlü Mythbusters ekibi bir bölümünü (s06e06) MacGyver’a ayırmıştır.

Aynı MacGyver! Tek farkı Mart'ta olması...

Aynı MacGyver! Tek farkı Mars’ta olması…

Diyeceğim o ki; dünyada hiçbir güç beni Marslı’nın yazarı Andy Weir’in Mark Watney karakterini yaratırken MacGyver’dan esinlenmediğine ikna edemez! Watney, düştüğü durumun şokunu kısa sürede atlatarak durum değerlendirmesine başlıyor ve sorunlarını sistematik olarak teker teker ele alıp çözümlemeye çalışıyor. Watney’in çözüm denemeleri sırasında ve sonrasında kaydettiği video blog görüntülerinin filmin pozitif atmosferine önemli bir katkısı var.

Uzay Her Zamanki Kadar Tehlikeli, Ama Bu Sefer Korkunç Değil

Filmin yönetmeni Ridley Scott’ın kariyerine şöyle bir göz atınca Alien, Blade Runner, Gladiator ve Kingdom of Heaven gibi  sinema tarihinde bir yeri olan filmler yanında büyük keyifle izlenebilecek Matchstick Men, Hannibal ve American Gangster gibi filmlere de rastlıyoruz. Elbette Scott, benim aklımda neredeyse benle yaşıt olan filmi Alien’la (1979) yer etmiş bir yönetmen. Üstüne 1982 yapımı Blade Runner’ı ve 2012’de gösterime giren ve çok da başarılı olduğunu iddia edemeyeceğim Prometheus’u da ekleyince Scott’ın insanların uzaya gitmesi fikrine bakışının karamsar, karanlık ve dehşet verici olduğu sonucuna varmak işten bile değil. Ancak Marslı, bu noktada Scott’ın diğer bilimkurgu yapımlarından ayrılıyor. Filmin ana fikri, tüm tehlikelere rağmen uzayı keşfetme deneyimini güzellemek üstüne.

- "Ne diyor?" - "Burdan kasıyor, Whatsapp var mı diyor."

– “Ne diyor?”
– “Burdan kasıyor, Whatsapp var mı diyor.”

Bu arada, Scott’ın önceki filmlerinden edindiği deneyimler uzay gemisi iç ve dış görünüş çekimleri kullanırken muazzam görüntülerle karşılaşmamızı sağlıyor.

Hazır Ridley Scott’tan konu açılmışken; Scott, inanç uğruna yapılan savaşların ve toplumlar arası düşmanlığın içinin ne kadar boş olduğunu anlattığı 2005 yapımı çektiği Kingdom of Heaven’dakine benzer bir mesajla bir kez daha karşımıza çıkıyor. Marslı’da Soğuk Savaş dönemindeki ABD ve SSCB’nin yaptığı gibi toplumsal düşmanlığı “uzay yarışı” adı altında körüklemek yerine uzay çalışmaları içinde olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin de bu çalışmalara dahil olması çok güzel işlemiş.

Elbette her iki filmin de senaristi Scott değil, ama mesajı doğru işleme açısından bakacak olursak her iki filmde de taşın tam gediğe oturtulduğunu gözlemleyebiliyoruz.

Oyuncu Seçimlerinde Anahtar Kelime: Empati

Matt Damon, her ne kadar Interstellar’daki sinir bozucu rolünü hatırladığımızda kaşlarımızı çatmamıza sebep oluyor olsa da, aslında bu rol için biçilmiş bir kaftan. Ne de olsa 1998 yapımı Saving Private Ryan ve 2014 yapımı Interstellar’da “kurtarılması gereken karakter” olma rolünün ona çok yakıştığı su götürmez bir gerçek.

"Pattiz var yen mi?"

“Pattiz var yen mi?”

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; Matt Damon öyle George Clooney, Russell Crowe ya da Chris Pine gibi suratından ekabirlik akan bir tip değil. Bilakis, başına kötü bir şey gelmesini istemeyeceğiniz, alabildiğine insancıl bir mizacı olan biri. Dolayısıyla filmdeki karakterine empati kurmanız saniyelerinizi alıyor.

Renkli karakterleri ve zekice yazılmış diyalogları sayesinde yardımcı oyunculara, yani Hermes mürettebatı ve NASA personeline de gönülden bağlanma konusunda pek sıkıntı çekmiyorsunuz. Hatta görevi gereği zor kararlar vermek zorunda kalanlarına bile. Ayrıca farklı etnik kökenleri homojen olarak temsil ediyor olmaları da filmin verdiği pozitif mesajlar arasında.

Hermes'in harika mürettebatı... Hem de Winter Soldier bile var!

Hermes’in harika mürettebatı… Hem de Winter Soldier bile var!

Uzun lafın kısası; filmde öyle bir atmosfer oluşturulmuş ki, American Horror Story adlı dizide canlandırdığı psikopat karakterle aklıma kazınan Kate Mara’ya dahi kolaylıkla empati kurabildim.

Yorumlar