Mother! – Bir Annenin Feryadı
Genel izleyici kitlesi gerek ülkemizde gerekse dünya genelinde ilk tercihlerini sanat filmlerinden veya bağımsız yapımlardan yana kullanmaz. Gişe filmi bir çok yönden daha çekici gelir izleyiciye. Bunun sebepleri, sonuçları veya doğruluğu tartışmaya açıktır elbette. Fakat bu tartışma bu yazının konusu değil. Bu yazının konusu Mother! filmi. Konusuna ve yayınlanmış fragmanlarına bakılınca genel izleyicinin seveceği bir korku filmi edası ile salonlarda yer alan bir sanat filmi var karşımızda. Resmen sağ gösterip sol vurmak bu. Fakat filmin ilginçlikleri bununla sınırlı değil, gelin birlikte daha yakından bakalım. Fakat baştan uyarmış olayım, yazının bundan sonrasında SPOILER bulunabilir!
Darren Aronofsky’nin yazıp yönettiği ve Jennifer Lawrence, Javier Bardem, Ed Harris gibi isimlerin baş rollerini paylaştığı Mother!filmi, yönetmenin Noah felaketinden sonra eleştirmenlerin gözüne tekrardan girmeyi başardığı bir film. Ancak eleştirmenlerden genelde geçer not alsa da izleyicilerin genelde beğenmediği, eleştirdiği bir film olmuş. Sebeplerden birisi kuşkusuz yukarıda bahsettiğim gibi filmin vaat ettiği türden bir film olmayıp, baştan sonra metaforlara dayalı bir sanat filmi olması. Fakat bana kalırsa tek sebep bu değil. Film belli başlı sorunlara sahip fakat onlara değinmeden önce biraz filmin konusundan bahsedip olumlu yönlerine değinmek istiyorum.
Bir Kitap Uyarlaması Olarak Mother!
Film bir şair ve karısının doğa ile iç içe evlerinde sürdükleri mutlu hayatlarının evlerine gelen davetsiz misafirler ile bozulmasını işliyor. Oldu mu? Olmadı bence. Bu filmin görünürdeki konusu. Vaat ettiği filmin konusu. Gerçekte film tam anlamıyla bir İncil uyarlaması. İncil’de yer alan bir çok temel mitolojik hikaye ve karakteri filmde görüyoruz. Son zamanlarda tutan kitapların uyarlamalarına çok sık rastlıyoruz ya hani, yönetmen de dünya üzerinde en çok basılıp satılan kitap olan İncil’i uyarlamış filme. Evren, doğa ve Tanrı arasındaki ilişki, Cennet, yasak elma, Adem ile Havva, onların oğulları olan Habil ile Kabil’in hikayesi, Nuh tufanı, İncil’in yazılıp insanlığa gönderilmesi, İsa peygamberin doğumu ve ölümü, şarap ve ekmek hikayesi, dinler savaşı, kıyamet vb gibi bir çok mitolojik karakter ve olaya filmde rastlamak mümkün. Fakat bu hikayelerin film içindeki yansımaların tek tek açıklamayacağım, izlerken keşfetmek daha zevkli ve bunu açıklayan onlarca yazı var.
Film sembollerin ardındaki gerçeği ilk yarıda sizden oldukça iyi saklıyor ve bunun için oyuncuların canlandırdığı karakterlerinin isimleri yok, filmin içinde kimse kimseye ismi ile hitap etmiyor. Bu da zaten filmin muazzam olan görsel dilini daha da perçinleyen bir duruma dönüşüyor. Kullanılan çekim açıları, renk paleti, görsel dil, oyunculukla birleşince gerçekten görsel açıdan ortaya oldukça iyi bir iş çıkıyor. Sahip olduğu görsel dil ve anlatmaya çalıştığı hikaye filmin gerilim damarını sürekli besleyen bir şekilde kullanılıyor film boyunca. Her an tetikte ve olup bitenleri anlamaya çalışıyorsunuz, ta ki filmin İncil’in adaptasyonu olduğunu anlayana değin. O zaman taşlar yerine oturuyor fakat sorunlarda doğmaya başlıyor. Çünkü film bir İncil uyarlaması olduğunu açık ettikten sonra metafor üzerinden gizlenme olayını fazla abartıyor bana kalırsa.
Azı Karar Çoğu Zarar: Sembolizm
Genel izleyici için artık her sahneyi, her olayı buna göre değerlendirip takip etmelerini gerektiren bir süreç başlıyor. Bu da onların filmden zevk almalarını engelleyen bir etkene dönüşebiliyor. Genel izleyicinin filmi eleştirmesinin sebebini buna bağlıyorum ben çoğunlukla. En basitinden ben bir izleyici olarak korku-gerilim filmi gibi pazarlanan bir filmde mutfak tezgahının eve gelen misafirler tarafından -tüm uyarılara rağmen- üstüne oturulmak sureti ile çökertilip, su tesisatının patlatılmasını ve evi su basmasını Nuh tufanı ile özdeşleştiremeyebilirim. Bir süre sonra filmin başlarında sahip olduğu ön yüz hikayesi bir anda ortadan kaldırılıyor ve sadece bu tip sembolist olaylardan oluşmaya başlıyor. Bu da genel hikaye akışını bozuyor. Çünkü bu tip alegorik hikayelerde ön hikaye sıradan ve gündelik bir olayı sembolizm kullanarak anlatmaya dayalıdır. Film başlarda bunu güzel yapsa da ikinci yarıda bunu terk ediyor ve ön hikaye kendini seri halde gerçekleşen sembolist hikayelere bırakıyor.
Filmde oyunculuklar ve sinematografi oldukça iyi demiştim. Çoğunlukla bu ikisi Jennifer Lawrence’ın sırtına yükleniyor çünkü kadrajda sürekli onu görüyoruz. Hatta bazen gereksiz yakın açılarla. Bunda muhtemelen özel hayatında yönetmen ile olan ilişkisi de etkili olmuştur. Karakterin yaşadığı olaylarla paralel olarak kişiliğinin adım adım değişimini güzel yansıtıyor ekrana. Aslında karaktere yönelik yakın çekimler ve kameranın sürekli onu takip etmesi onun çektiği acıları ve onun üzerinden bize insanoğlunun doğaya ve evimize verdiği zararı yönetmenin güzel bir şekilde göstermesini sağlıyor. Bu yönüyle güzel bir hamle olsa da, film bir süre sonra gereğinden fazla hızlanınca onun oyunculuğunu da kaçırabiliyor izleyici. Sürekli gelişen ve tekrar eden olaylar esnasında seyirciye olayları ve oyunculukları sindirecek, verilmek istenen duyguları hissedecek alan tanımıyor film. Ayrıca yine Jennifer Lawrence’ın karakteri filmin başında doğayı temsil ederken filmin sonlarına doğru bir anda İsa’nın annesi Meryem’e dönüştü. Bu kısım çok hızlı oldu ve kendi içinde sembolik anlatımı çökerten bir hamle oldu bana kalırsa.
Filmin en anlamlı kısmı muhtemelen finali. Doğanın Tanrı’nın aksine affetmeyip adalet istemesi ve insanlığı yok etmesi, insanlığın doğayı bunu yapmaya mecbur bırakması yani bir nevi kendi sonunu hazırlaması, farklı dinlerin müritlerinin çıldırmış bir şekilde hareket etmesi, insanoğlunun yanı başında cinayetler işlenirken, kavgalar yıkımlar olurken duyarsız kalmasını, bitmek bilmeyen açlığını, filmin başında doğa anaya ilham diye seslenen Tanrı’nın yayımcısı olan karakterin filmin sonunda insanları infaz eden ve savaş çağrıları yapan bir kötü karaktere dönüşmesi ile aslında tarihsel sürece paralel olarak kiliseyi temsil etmesi gibi sadece sembolist bir anlatı ile yetinmeyip bir eleştirel dil de kullanması finali oldukça güzel bir hale getiriyor.
Toparlayacak olursam, film aslında sanatsal, sembolist anlatım diline sahip filmleri izlemeyi seven kitle için oldukça güzel bir film. Fakat pazarlama tarzından ötürü genel kitleye hitap eden bir film algısı yarattığından salonları dolduran bu kitleye hitap edemiyor ve yoğun eleştiri alıyor. Zaten yukarıda saydığım sorunların bir kısmı direkt bu hamleden doğan sorunlar. Eğer izlemediyseniz kesinlikle izlenmeyi hak eden bir film, sorgulayıcı, sorgulatıcı ve cesur bir film.