Night of the Living Dead 1968: “Zombi” nin Anlattıkları

Film Hakkında

Yaşayan ölülerin gecesi, yani orijinal adıyla “Night of the Living Dead” George A. Romero tarafından yönetilen 1968 yılı ABD yapımı bağımsız kült bir zombi filmi. Yapım Romero’nun altı filmlik “Yaşayan Ölüler” serisinin ilk filmidir. Türkçe adları değişmesine karşın filmlerin orijinal isimlerinin tamamı “….of the Dead” şeklindedir.

Film, bilinmeyen bir şekilde uyanan ölülerin saldırılarından kaçarak aynı eve sığınan yedi kişinin bir gece boyunca etraflarını saran zombi güruhundan kurtulmaya çalışmasını anlatır. Bir yandan zombilerden korunmaya çalışırken bir yandan kendi içlerinde de çekişmeler yaşayan grubun iç çatışmalarına da şahit oluruz.

Yapım 1999 yılında ABD Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ya da estetik açıdan önemli” olarak sınıflandırılarak ulusal arşivde saklanmaya başlanmıştır. Dönemine göre şok edici derecede sert sahnelerin bulunduğu filmin anlatım şeklinin olağan bulunup, değer görmesi on yıllar sürmüştür.

Romero, dönemine göre bile düşük bir bütçe olan 114.000 dolar ile çekimlerini tamamlamış, buna karşın toplamda yalnızca sinema gösterimlerinden 40 milyon doların üzerinde bir hasılat elde etmiştir. Sinema tarihine, korku türüne ve hepsinden öte politik atmosfere silinmez harflerle kazıdığı isminin yanında, ticari anlamda da döneminin en başarılı yapımlarından biridir.

Vurucu sahnelerden biri…

Film şoke edici sonunu hesaba katmazsak kayda değer ters köşeler yapmaz ve hikâye anlamında da takip edilmesi gereken belli bir giriş-gelişme-sonuç ilişkisine dayanmaz. Ve hatta film, başlarda evin ikinci katında yüzü feci derecede parçalanmış olarak gözüken cesedin daha sonra taşınırken önceki sahnelerin aksine bozulmamış yüzünün bir anlığına gözükmesi ya da devam eden diyaloglarda anlamsız kesilmelerin yaşanması gibi amatörce noksanlıklara da sahiptir. Ancak tüm bunlara rağmen dokunmak istediği noktalara hem sanatsal hem de politik olarak o denli başarılı bir şekilde dokunur. Öyle ki kendinden önce hiç olmayan ve kendinden sonra yüksek bütçeli onlarca yapım tarafından açıkça esinlenecek birçok janrı içinde saklar.

Korku Kültürüne Katkıları

Zombi Janrı Üzerine

Yaygın kanının aksine film ilk zombi filmi değil ancak ilklerden biridir. Romero’dan önce 1932 yılında Victor Halperin “White Zombie”, 1943 yılında ise Jacques Tourneur “I Walked With a Zombie” filmleri çekilmiştir. Hatta bu bahsettiğimiz her iki film de orijinal zombi mitosuna “Yaşayan Ölülerin Gecesi”nden daha sadıktır. Aslına bakarsanız Romero’nun filminde tek bir defa zombi kelimesi bile geçmez.

Burada ufak bir parantez açarak zombinin ne olduğunu tekrar hatırlayalım;

“Zombi, vudunun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz bir insandır. Bu folklorik zombiler doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılmasıdır.”

Romero ise büyücüler vasıtasıyla diriltilen köle ölü kavramını alarak bambaşka bir noktaya taşımıştır. “Yaşayan Ölülerin Gecesi” nde zombiler büyük oranda bilinçlerini yitirmişlerdir ancak bu bizim bildiğimiz kadarıyla herhangi bir büyü neticesinde olmamıştır. Ölüler ise kimsenin kölesi şeklinde davranmaz. Üstelik film, tekil bir dirilme olayı üzerinden oluşturulan basit bir zombi korkusu değil, İngilizcede “Zombie Apocalypse” olarak bilinen “Zombi Felaketi” şeklindedir.

Başıboş ve aptal bir şekilde dolaşan tekil zombi kavramı yerine insanlara onların canlı canlı (hatta bazen yanmış ve pişmiş olarak) etlerini yemek için saldıran yavaş ama kalabalık vahşi gruplardan bahsederiz. Korku figürlerinin tamamına aşina olduğu için komedi unsuru olarak seyreden günümüz insanın aklına bile daha vahşi ve korkutucu bir ölüm yolu gelmez. Yaş derecelendirmesinin henüz oturmadığı Amerikan sinemalarında film gösterildiğinde salonda dokuz yaşında çocukların dahi olduğunu hesaba katarsak toplumdaki tepkisini tahmin edebilirsiniz.

Korku Türüne Etkileri

Bu gün en sert vahşet pornolarından bile etkilenmeyen günümüz seyircisinin korku damarının yırtılışı tam olarak bu film ile başlamıştır. Zira etleri yenen insanlar o zamana kadar bilindik bir öğe hiç değildir. Yine bu film, kendisinden önce plastik maskeler, karton dekorlar, gölgeler ve gizemli atmosferler eşliğinde izleyiciye sunulan geçmişin gotik korku anlayışını çiğneyerek tüm dehşetin geçmiş efsanelerden bu güne, büyük ve puslu şatolardan bizim yaşadığımız evlere ve kırsala gelmesini sağlamıştır. İşte izleyiciyi dehşete düşüren de tam budur. Artık sisler, gizemler, gösterişli yaratıklar ve fantastik mekânlar yoktur. Ölüm ve ölüler burada, kapımızın hemen dışında içeriye girip etimizi yemeye çalışmaktadır.

Kabaca sıçrayan ve akan kanların bol bilindiği filmler olarak da betimleyebileceğimiz “Splatter Film” alt türü buradan doğmuştur. Daha sonra bu alt tür de çoğunlukla gençlerin lime lime edildiği Teen Slasher’larin de babası olacaktır. Bu sebeple yazar Barry Keith Grant’ın da söylediği gibi başta Freddy Krueger, Jason ve Michael Myers olmak üzere eli palalı kötülerin tamamı Romero’ya çok şey borçludur.

Romero’nun “Night of the Living Dead” ile birlikte bu janra getirdiği yeniliklere bakmamız gerekirse; Zombilerin insanlara saldırması, herhangi bir efendiye bağlı olmamaları, insanların etlerini yemelerini ilk defa görürüz. Yine yaraladıkları insanların bir süre sonra zombiye dönüşmesi, ağır ağır yürümeleri, vücutlarından değil de ancak kafalarından vurulunca ölmesi gibi şu anda zombi filmlerini tanımlayan öğelerin birçoğunun bu film ile ilk defa ortaya çıktığını görürüz. Bu öğeler o kadar tutulmuştur ki 2002 yılında gösterime giren “28 Gün Sonra” filmine kadar zombi kavramında 34 yıl boyunca hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Bir yandan da bu filmden sonra gelen koşan, hızlı enfekte olan, kurbanını yemeyi değil de öldürmeyi tercih eden ve devamlı bir cinnet halinde olan zombi kavramını da birçok otorite zombi olarak değil, “ Yayılan Hastalık Korkusu” olarak nitelendirmektedir.

Yazarın Alt Metin Mesajları

Filmin ilk cümledeki farkı kesinlikle siyahi bir aktörü ilk defa bir filmin başrolü olarak göstermesidir. Üstelik bu siyahi aktör sadece başrol olarak kalmayarak yedi kişiden oluşan ve kendi dışında herkesin beyaz olduğu bir grubun lideri konumundadır. Çekimler esnasında otuzlu yaşlarının başında olan Duane Jones’un tercih edilmesi sosyal bilimcilere göre dönemine göre gerçekten cesaret isteyen yenilikçi bir hamleydi. Ancak Romero’nun açıklamalarına göre bu seçimin tek sebebi oyuncunun seçmelerdeki üstün başarısıydı. Jones’un daha sonraları “State University of New York at Old Westbury” de tiyatro bölümünde profesör olarak çalışmaya başladığını da hesaba katarsak Romero’nun açıklamasının doğru olduğunu görürüz. Ancak bir kişinin başarılı olmasının bu gibi durumlarda sosyo-politik etmenlerin daha önünde değerlendirilmesi Romero’nun istisnai kişiliğinin bir göstergesidir. Ve bu da hiç kuşkusuz ayrı bir mesaj içermektedir.

Gazeteci Mark Deming’e göre başrolün bir siyahi olmasında o dönemde zihinlerde hala taze olan Malcolm X ve Martin Luther King suikastlerinin de etkisi vardı. Başroldeki siyahi de tıpkı King ve X gibi tüm o zombi felaketinden ve zorluklardan sırf filmin sonunda kendisini bir grup “Redneck” vursun diye kurtuluyordu (“Redneck” kelimesi daha çok ABD kırsalında yaşayan beyaz, cahil ve tutucu kişiler için söylenir. Tam kelime anlamı: Kızıl boyun). Ancak tabi Romero bunları hiçbir zaman onaylamadı. Bu son aynı zamanda filmin sinemasal anlamda da en vurucu noktasıdır.

Harry film boyunca bodrumda saklanmanın daha doğru olduğunu söyler fakat dinletemez. Ancak Harry öldükten sonra Ben’in en baştan bu yana karşı çıktığı bodruma saklanarak hayatta kalması da filmin fikren bizi ters köşe yaptığı güzel bir detaydır. Bu da tüm kahramanca duygulara rağmen bazen mantıklı olanın korkakça ve mantıksız gibi görünen tercih olduğunu söyler.

Son Bir Komplo Teorisi

Hemen her kaynakta film ile ilgili kapitalist topluma getirilen en sert eleştirilerden biri olarak bahsedilir. Kapitalist toplumun bir parçası haline gelen insanların bilinci yerinde olan insanları bir köşeye sıkıştırarak yok edici etkilerini onlar üzerinde gösterir. Ancak daha olası olan komplo teorisi bu değildir.

Annesini öldürürken…

Diğer komplo teorisi ise soğuk savaş yıllarının en sert geçtiği yılları kapsar. Burada eleştirilen kapitalist toplum değildir. Verilmek istenen mesaj; “Sizin gibi görünmesine ve hatta kardeşiniz ya da kızınız gibi görünmesine rağmen karşınızdaki kişi sizden değilse sizin düşmanınızdır” mesajıdır. Eğer siz onu öldürmezseniz hiç kuşkusuz ki o sizi öldürecektir. Filmin sonuna doğru zombi güruhu içinde kardeşini görüp müdahale edemeyen Barbra ve kızına kıyamayan Helen bu tereddütlerinin bedelini en sevdikleri tarafından öldürülerek ödemişlerdir. Zamanı geldiğinde (ki bu büyük ihtimalle karşınızdakinin kızıl(!) düşman olduğunu anladığınız zamandır) en yakınınızı bile öldürmekten çekinmeyin!

Elbette bunların her ikisi de yapımda adı geçen hiç kimse tarafından onaylanmamış komplo teorileridir. Bizim için kesin olan şey bu eserin yalnızca bir film olmadığıdır.

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar