Nocturnal Animals : Uzun İnce Bir Yol
Sinematografik Anlatım
- Filmin her sahnesi ayrı bir anlama, ayrı bir göndermeye gebe neredeyse. Daha filmin açılış sahnesinde Susan’ın karakteri ve yaşantısı tek bir basit sahne ile gösteriliyor izleyiciye. Susan son derece pahalı arabası ile lüks villasının girişine geldiğinde dış duvarın kapısı açılıyor. Kapı parlak ve metalik olduğundan aracın farları geri yansıyıp Susan’ın gözlerine vuruyor. Sahne Susan’ın içinde bulunduğu lüks yaşantının duvarlarla çevirili bir hapishane oluşunu ve buna rağmen bu yaşam tarzının nasıl Susan’ın gözlerini kamaştırdığını çok iyi anlatmıştı bana kalırsa. Film bunun gibi bir çok alt metni olan özel sahneyi barındırıyor bünyesinde.
- Yönetmen psikolojik gerilim filmi çekiyor oluşunun omuzlarına yüklediği yükün altından kalkabilmişti bana kalırsa. Edward’ın romanında geçen kısımlar seyirciyi germe görevini gayet iyi bir şekilde yapmıştı. Olayların aniden değilde adım adım “ben geliyorum” diyerek gerçekleşmesi ve olacakları bilerek Tony ve ailesinin çırpınışlarını izlemek insanı gerçekten geriyordu.
- Filmin günümüzde geçen kısmı Susan’ın lüks ama mutsuz ve boş yaşantısını anlatıyor. Bunu da kullandığı renk paleti ve mekanlardaki dekorasyonu ile gayet iyi yansıtmıştı bana kalırsa. Çoğunlukla beyaz ve gri gibi tek ve düz renkler tercih edilmesi, kullanılan mekanların geniş ve fazla eşyadan arındırılmış bir şekilde dizayn edilmesi izleyiciye Susan’ın içindeki boşluğu ve duygusal yoksulluğu çağrıştırıyordu. Geçmişte geçen kısımları ise tıpkı Edward ve Susan arasındaki ilişki gibi sıcak ve olağan bir yapıya sahip. Süslü bir görsellikten uzak sade bir yapıya sahip olduğundan izleyici empati kurabiliyor. Oysa günümüz kısımlarının lüks ve yapay görünümü seyirci için son derece alışılmadık. Işık tutulmuş bir sahne adeta.
- Edward’ın romanında geçen olayları izlediğim kısım ise vahşi ve tekinsiz bir yapıya sahip. Puslu ve izbe ortamlarda geçiyor. Edward’ın iç dünyasını ifade ediyor belki de. Renk paleti sarı ve tonlarından oluşan mat ve tozlu bir yapıya sahip. İnsanın yaşamak istemeyeceği bir sefalet görsellik sunuyor bu kısımlar. Günümüz sahneleri burjuvanın yalnızlığını, roman sahneleri gerçek dünyanın acımasız vahşiliğini gözler önüne seriyor. Roman sahneleri tıpkı gerçek dünya gibi gerilim dolu. Tozun, toprağın, acımasızlığın bolca bulunduğu bir yer. Günümüzde işlenen suç Hutton’un Susan’ı aldatması iken romanda Tony’nin ailesinin tecavüze uğrayıp katledilmesidir. Burjuvanın görmezden geldiği, gazete manşetlerinde veya ana haber bültenlerinde görmeye alışık olduğu şeyler Tony’nin travmasının sebebidir. Bu yönden bakınca filmin aslında sınıfsal ayrımı da eleştirmekten geri durmayan bir yapıya sahip olduğunu fark ediyoruz.
Susan ve Yolculuğu
Filmin diyalogsuz çok fazla şey anlatan sahneleri olduğunu yukarıda söyledim. Özellikle Susan için bu tarz sahneler gerçekten çok ve hepsi birbirinden özel kareler bana kalırsa. Mesela Edward’ın yolladığı paketi açmaya çalışırken Susan’ın elini kesmesi. Bu sahne filmin devamı ve Susan’ın karakter gelişiminin nihai noktasını açık eden bir sahneydi bana kalırsa. Edward’dan güçsüz olduğu için ayrılan ve Hutton ile güçlü olduğu için evlenen, hayatı boyunca güçlü olmaya çalışan ve kendisini güçlü birisi olarak gören Susan Edward’ın romanının bulunduğu paketi açarken bir kağıt tarafından kesiliyor. Edward’ın romanı henüz daha okumadan Susan’ın zırhını aşıp onun tenini kesip etini kanatıyor. Susan ufak bir kesik olmasına rağmen geri çekilip yardımcısına açtırıyor paketi. Gerçeklerle ve yarasıyla yüzleşip devam edecek gücü olmayan bir karakter Susan. En ufak bir zorlukta sahip olduğu statüsünü ve parasını kullanarak işlerini başkasına yaptırıyor.
Edward ile evleneceğini annesine söylediğinde her ne kadar kendisini annesi gibi olmayacağı yalanına inandırsa dahi, en başta Edward’ın dediği gibi o zaten annesi gibidir. Sadece bu gerçeği görmeye korkuyor. Hayali bir karakterin hayatını yaşar gibi olmadığı biri gibi davranıp Edward ile evleniyor. Mutlu olacağını, Edward’ın aradığı kişi olduğunu, uyumlu bir çift olduğunu sanıyor. Edward’da bu yalanın içinde. Oysa film boyunca güçlü olduğunu sanan ve güçlü olarak kalmaya çabalayan Susan küçük bir kağıt kesiği ile kaçacak kadar zayıf. Sadece bunu fark edemiyor, gerçeklerden kaçıyor. Edward ve romanı onun bu kaçışına son verip gerçekleri fark etmesini sağlama misyonu üstleniyor film boyunca.
Filmin sonunda Susan yeşil elbisesini giyip Edward ile buluşmasına hazırlanırken dudaklarındaki ruju siliyor. Hayatındaki tüm fazlalıkları silip atar gibi, 19 yıl önce Edward ile sahip oldukları o mütevazi ve sade (şu anki hayatı baz alınınca) hayatı arzular gibi siliyor rujunu. Yüzüğünü çıkartıyor ve ayna da kendisini izliyor. Belki Edward’ı tekrardan kazanıp kazanamayacağını belki istediğinin Edward ile bir yaşam olup olmadığını düşünüyor. Sanırım seyirci olarak bu kısımı film boyunca filmin bizi çıkardığı içsel yolculuğu baz alarak biz dolduruyoruz. Bizim nihai sonucumuz ne olur bilemiyorum ama Susan o restoranın, o masasında tek başına, çaresizce ve umut ederek Edward’ı beklerken gerçeği fark ediyor. Edward’ın ve romanının göstermeye çalıştığı gerçeği Susan o masada görüyor. Aslında ne kadar zayıf birisi olduğunu, mutluluğun para veya statü ile elde edilemeyen bir şey olduğunu, kimin hayatının daha gerçek ve dolu olduğunu, gerçekte nasıl bir hayat istediğini ve en önemlisi yaptığı hataların geri dönülmez sonuçlar doğurduğunu görüyor.