Raging Bull: Bu Ringde Ben De Varım!

Siyah Beyaz filmlerin piyasadan neredeyse tamamen silindiği bir dönem olan 1980’de Martin Scorsese’in bu filmi neden siyah beyaz çektiğine dair farklı açıklamaları olmuştur. Bunlardan biri o zamanki renk imkanlarıyla boks eldivenlerinde istenilen rengin alınamamasıdır. Ancak daha sonra yönetmen, bu seçimine asıl sebebin renkli filmlerin solmaya karşı olan dayanıksızlığına karşı bir tepki olduğunu söylemiştir. Asıl olarak bakıldığında senaryo Martin Scorsese’in eline geçtiğinde “Ben boksu sevmem bile filmini neden çekeyim?” minvalinde bir şeyler söyleyerek peşinen bu teklifi reddetmiştir ancak daha sonra o dönem girdiği uyuşturucu batağının kariyerine olan etkisinden kurtulabilmek adına kayda değer bir fırsat olan bu filmi kaçırmak istememiştir. Ancak iyi ki de öyle yapmış dediğimiz yönetmen, çok sonraları yaptığı açıklamalardaysa özet olarak şunu söylemekten de geri durmamıştır; “Boksu hala sevmiyorum”.

Siyah beyaz olmasından mütevellit filmin Rocky’den daha önce çekildiği sanılır hep. Ancak 1976 yılı yapımı olan Rocky, Kızgın Boğa’dan dört yıl daha yaşlıdır. Bu anlamda Kızgın Boğa’nın o dönem vizyondaki başarısının bir bölümünü bir anlamda Rocky’nin açtığı kapıdan geçmesine bağlayabiliriz. Ama elbette ki; bu iki yapım birbirinden deyim yerindeyse elma ile armut kadar ayrıdır. Oyunculuk anlamında her ne kadar Stallone Rocky’de gayet başarılı bir portre çizse de Raging Bull’da hem De Niro’nun hem de Pesci’nin performansları oynamaktan ziyade yaşamak statüsündedir. Ancak buna rağmen hikaye anlatımı ve özellikle dövüş sahneleri açısından Rocky, Kızgın Boğa’nın aksine yediden yetmişe herkesi kendisine bağlamıştır.

O müthiş açılış sahnesi…

İki yapım Spor-Drama türünde değerlendirilir ancak Raging Bull daha çok drama konusuna eğilmesine karşın Rocky işin sporu ile daha çok ilgilenmiştir. Karakter olarak da birbirinin zıttı olarak değerlendirebileceğimiz iki baş rolün sonu da tıpkı karakterleri gibi birbirine taban tabana zıttır. Zira biz hala Rocky dediğimizde dirayetli bir boksörün psikolojik bir zaferle gelen finalde karısının ismi Adrian’ı haykırdığı renkli çekilmiş sahneyi hatırlarken, Raging Bull siyah beyaz bir yapımda karısına şiddet uygulayan agresif bir boksörün çöküşünü konu alır. Bu karşılaştırmayı belli ki ilk yapan ben değilmişim ki, iki oyuncu daha sonra 2013 yılında yine “Grudge Match” adlı bir boks filminde hafif denebilecek bir hikâyeyle tekrar karşı karşıya getirilir. Tabi ki yapımcıların amacı bu ikisini son bir kez karşı karşıya göstererek “Kim daha iyi?” sorusuna cevap arayan izleyiciyi sinema salonuna çekmektir.

1980’lerin başında gösterime giren eserin henüz sinema salonlarındaki kokusu geçmeden dönemin otoriteleri tarafından 1980’lerin en iyi filmi olarak gösterilmiştir. İşin ilginci bu ünvanın hala daha birçok sinema otoritesi tarafından kabul edilmesidir. “Time” dergisi tarafından tüm zamanların en iyi yüz filmi arasında gösterilen yapım aynı zamanda Amerikan kültür mirası olarak Ulusal Film Arşivinde saklanmaktadır. 2012 yılında bir devam filmi için çalışmalar yapılarak çekilmiş ancak bir kısım telif hakkı anlaşmazlıkları yüzünden devam filmi olarak lanse edilmeyerek ismi “The Bronx Bull” olarak değiştirilmiştir. 2016 yılında dört yıl rötarla gösterime girebilen film istenilen başarı ve etkiyi göstermekten hayli uzak kalmıştır. Bu sebeple orijinal filmden haklı olarak ayrı ve uzak tutulur.

De Niro ve Pesci

Netice itibariyle Raging Bull şimdiye kadar izlediğim en iyi açılış sahnesi, oyuncuların yönetmenle kimyasını yakaladığı mükemmel oyunculukları ve gerçek bir boksörün ders alınası hayatını aktardığı senaryosu ile sağlam bir yapıt. Eser, mutlu sonla biten azim hikayelerinin aksine gerçekçi yapısıyla propaganda ve sloganlardan uzak daha insani bir yapım olarak izlenmeyi hak ediyor.

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar