Ran 1985: Uzakdoğu Dilinde Epik Dram

1985 yılı yapımı Ran, usta yönetmen Akira Kurosawa’nın senaristliğinde de rol aldığı epik bir drama filmidir. Bafta, Altın Küre, Mavi Kurdela ve Japon Akademi gibi birçok organizasyonda kendini gösteren yapımın en bilindik başarıları ise 1985 yılında en iyi kostüm alanında kazandığı akademi ödülü ve yine aynı yıl eni iyi yönetmen, en iyi sinematografi ve en iyi sanat yönetmenliği dallarında aldığı akademi adaylıklarıdır. Eser, tamamen Uzakdoğu’da geçen senaryosuna rağmen hikâyesinin kaynağını Shakespeare’in “Kral Lear” filminden almıştır.

Film, bulunduğu bölgenin en güçlü “daimyo” su olan Hidetora’nın yaşlılığını öne sürerek tahttan çekilerek hükümranlığını üç oğlu arasında pay etmesini konu alır. Küçük oğlu Hidetora’nın bu davranışını alaycı bir biçimde eleştirmesinden ötürü Hidetora en küçük oğlunu sürgüne gönderir. Daha sonra ise büyük iki kardeşin iktidar hırsı yönetimi devretmesine rağmen “Ulu Hükümdar” nişanını teslim etmeyen Hidetora’nın kendi oğulları tarafından hedef olmasına sebep olacaktır. Kardeşlerin kendi arasındaki iktidar entrikaları da buna eklendiğinde kimsenin suçsuzum diyemeyeceği ve neredeyse hiçbir şeyin siyah ve beyaz olarak ayrılamayacağı girift bir hikâye ortaya çıkar.

Tatsuya Nakadai as Lord Hidetora and “Peter” in Akira Kurosawa’s Ran (1985). Photo Courtesy of Rialto Pictures.

Batıdan uyarlanan temel hikayesine karşın ana karakter Hidetora 1500’lü yılların başında Japonya’da hüküm süren güçlü daimyo  Mōri Motonari’den esinlenerek oluşturulmuştur. Japonların “Daimyo” ile kastettikleri bölgesinin en belirgin gücü olan feodal beylerdir. Burada konusu geçen “Daimyo” kültürü ise 12.yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar Japonya içerisinde varlığını sürdürmüştür.

Filmin tüm atmosferi başarılı bir şekilde Uzakdoğu renklerini yansıtmaktadır. Bu durum usta yönetmen Kurosawa’nın batılı bir eseri alıp olduğu gibi Uzakdoğu versiyonunu çekmeyi değil de bu batılı eseri anlayıp, sindirerek kendi kültürü ile sentez olmuş yepyeni bir halini ortaya koyma çabasını gösterir. Çalmak yerine ilham almayı kendisine şiar edinen Kurosawa’ya aynı özel muameleyi batı yıllar önce göstermiştir. Usta yönetmenin “shichinin no samurai (Yedi Samuray)” filmini Hollywood 1960 yılında “Magnificient Seven (Yedi Sİlahşörler)” olarak çevirdiğinde de aynı başarılı sentezi yakalamıştır. Burada Uzakdoğu ile batının birbirine sanat yoluyla yakınlaştığını görmek gerçekten heyecan verici. Gerçi yıllar sonra aynı batı geçmişin suyunu çıkarma politikası gereği “Magnificient Seven (2016)” filmini tekrar çekmiştir. Ama bu başlı başına bir suyunun suyu projesi olduğu için sizi daha önceki incelememize yönlendirerek bu konuyu burada pas geçiyoruz.

Yapım Notları

Filmin oyunculukları, görsel sanatlardaki ince işçiliği, savaş sahneleri ve diyalogları öne çıkan eşsiz noktaları olarak dikkat çekiyor. Yaşlı daimyo Hidetora’yı canlandıran aktör Tatsuya Nakadai filmde depresif yanını ortaya koyan abartılı makyajı ve kısa ama bir o kadar etkileyici tiradları ile filmin en önemli unsuru diyebiliriz. Hâlihazırda sinema kariyerine yine Kurosawa ustanın yukarıda da bahsettiğimiz “Yedi Samuray” filminde ufak bir rolle başlayan Tatsuya Nakadai, 1961 yılında Kurosawa tarafından çok başarılı bir yapım olan “Yojimbo” filminde önemli bir rolde başarılı bulunduktan sonra 1985 yılında Kurosawa’dan “Ran” başrolünü alabilmiştir. Elbette bu aralıkta onlarca başka filmde de rol alan aktörün kimyası birçok sinema eleştirmenine göre en çok Kurosawa ile uyuşmuştur.

12 milyon dolarlık bir bütçe ile çekilen film şimdilerde yeşil perdenin istilası altında olan sinema sektörü için çok az sayılabilecek bir miktar olmasına rağmen 1985 yılında ve özellikle Akira Kurosawa için muazzam bir kaynaktı. Ve biz, özellikle yanan okların havada uçuştuğu kule saldırısında askerlerin renk ahengi ile savaş sahnelerini izlerken bu paranın kuruşu kuruşuna nereye gittiğini rahatlıkla görebiliriz. Kısa kesitler halinde savaş içerisindeki anları gördüğümüz anlatım tarzı benim şahsi olarak da favorimdir. Burada delirmiş, kolu kopmuş bir askeri birkaç saniyeliğine gördüğünüzde önce sahnenin ayrıntılarına hayran kalıyor ardından bu askerin savaş içerisindeki hikâyesini bir anlığına da olsa aklınızdan geçirip hayalinizde canlandırıyorsunuz. Hikâyenin içerisinde hikâyeler anlatan film bu sebeple kendi süresinden çok daha uzun bir süre kaplıyor zihninizde.

Benzer anlatım şeklini 1988 yapımı “Ateş böceklerinin mezarı” adlı animasyonda da görmek mümkün. Bu film de yine Uzakdoğu yapımı bir ekoldür. Maalesef benzer tekniği Hollywood yapımlarında görmek çoğunlukla mümkün olmuyor. Sanıyorum ki bu biraz izleyici kitlesi ile ilgili. Batı sineması genel olarak izleyicinin kendi kurduğu senaryosundan daha geniş ufuklara sahip hayaller kurmasını istemiyor ve izleyici de yapımlardan kendisini maalesef hayal kurmakla yormasını beklemiyor.

Filmin Alt Metinleri

Filmin bir diğer ilginç noktası kin, hırs, umut, sabır, ihanet, bağlılık, itaat ve isyan gibi birbirine zıt onlarca ruh haline defalarca dokunuş yaparak insanın zihnini zorlayan bir duygusal değişim hızına sahip olmasıdır. Bu durum o kadar zorlayıcıdır ki yalnızca bu sebep bile karakterlerin akıl sağlıklarını etkilemiştir. Aslında insana dair her duyguya temas etmesi ile gayet insancıl bir noktada duran filmde bu düşünceyi destekleyen şu kısa diyaloglar bile kendine yer bulmuştur;

“Kendimi hiçbir şeyin ortasında hissediyorum.”
“Bu gayet insani bir durum.”

“İnsan bu dünyaya ağlayarak gelir ve yeterince ağladıktan sonra da ölüp gider.”

Lady Kaede

Bu duygulardan belki de filmin gidişatına hırs ile birlikte en çok yön veren kin duygusudur ancak biz, “Kaede” karakteri ile hayat bulan kini filmin sonlarına değin hissedemeyiz. “Kaede” zamanında büyük kalenin daimyosu olan babasını Hidetora’nın kaleyi ele geçirmesi ile kaybetmiş bir kadın karakter. Daha sonra Hidetora Kaede’yi oğluna ,sanıyoruz ki bazı siyasi dengeler gereği, eş olarak almıştır. Ancak Kaede bunu hiç unutmamıştır. Zamanla babasının intikamını alma kini ile kalenin hükümdarı olma hırsını birleştirince tüm bu yıkımın arkasındaki gizli fikir olarak kendini göstermiştir. Kaede karakteri filmin senaryosunu tabandan etkilemesine rağmen “Kral Lear” senaryosunda bu karakterin karşılığı yer almamaktadır. Bu açıdan bakıldığında “Ran” filminin senaryosunun “King Lear” dan birkaç katman daha derin olduğunu söylemek kuşkusuz yanlış olmayacaktır. Zira esinlenilen asıl hikâyede bahsedilen ihanet, hırs ve pişmanlık öğeleriyken bu haliyle “Ran” filmini tüm bunlara ilave olarak bir intikam hikâyesi olarak düşünmek bile mümkündür.

Bu yazı, "Ünlü Yönetmenlerden Sinema Klasikleri" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar