Richard Linklater: Felsefe Kamerada Nasıl Görünür?

Mümkün olduğunca kronolojik bir sıralamayla en çok izlenmeye ve okunmaya değer filmlerini şöyle listeleyebiliriz sanırım:

1- Slacker (1991)

“Kameranın başrolde olduğu film” diyerek bir kısaltma yapabiliriz. Ama asla bu tanım yeterli olmaz. 90’lı yılların gençliğini kameraya alan (evet gerçekten) filmin gerçekten tam bir bütünlüğe sahip konusu bulunmuyor. Biraz oradan, biraz buradan yapılan çekimler ve yine “diyaloglar” filmin bütünlüğünü sağlıyor. Bolca felsefe, biraz günlük yaşam, biraz teknik konular derken bir bakmışsınız filmin sonuna gelmişsiniz. Ama bir başı ve bir sonu gerçek anlamda bulunmuyor. Daha önce de dediğim gibi, Linklater’ın okuma ve inceleme yapılarak izlenmesi gereken filmlerinden birisidir. Filme başlamadan önce kafanızın boş olması tavsiye edilir. Aksi takdirde odaklanma sorunları yaşayabilir ve filmden zevk almayı başaramayabilirsiniz.

slacker

Linklater, Slacker filmini sadece kendisinden oluşan tek kişilik prodüksiyonla, ses kayıtlarını bir walkman ile yaparak çekiyor. Oyuncular da Linklater ile hemen hemen aynı kafaya sahip olan Austin’deki film kulübünün üyelerinden oluşuyor. Bu durumda film her yönüyle 90’lar gençliğinin elinden çıkmış oluyor.

2- Dazed and Confused (1993)

Slacker’ın ardından Dazed and Confused’u izlerseniz eğer, Linklater’daki inanılmaz değişimi anlayabilirsiniz. Arada yalnızca iki yıl olmasına rağmen, film klübü oyuncularından Matthew McConaughey’e yükseliyor zaten bir anda. Ama değişmeyen tek şey olan aylakların mekanı Austin, Texas. 1976 yılında liseden mezun olacak olan son sınıflar ile ilk sınıflar arasındaki ilişkiyi ve o dönemin gençliğini çok iyi bir şekilde anlatmayı başarıyor film. Yine bir gençlik filmini kendi tarzına göre uyarlıyor yönetmen. Heyecanlı, atraksiyonlu, olaylı bir film yerine dönem insanlarının zihinsel sürecinin, fikirlerinin, ideolojilerinin, eylemlerinin tasvirini izliyoruz böylece.

İyi karakter-kötü karakter diye bir şeyin olmadığı filmde bu tür klişelerin yerine, bolca ot çekip bira içen ve birkaç günlüğüne de olsa gelecek kaygısından uzaklaşan gençler bulunuyor. Ayrıca az da olsa Milla Jovovich’in gençliğini görme imkanına sahip olmamız da filmin ekstra güzelliği oluyor. Matthew McConaughey’den harikalığından söz etmemize gerek bile yok bence. Hala daha etrafımızda görebileceğimiz, bir baltaya sap olamamış, yaşlanmak istemediği için gençlerin yanından uzaklaşmayan “abi” tiplemesini başarıyla oynuyor. “You just gotta keep on living man!” repliğiyle aklımıza kazınsa da, kendi söylediğiyle çeliştiği ortada. 70’lerin genel hippi duruşunu bir bakıma yine bu karakterde görmemiz de mümkün. Bir de gözlerime inanamadığım bir şekilde Ben Affleck ile karşılaşacaksınız filmde. Bully rolüne ondan daha iyi uyabilecek bir insan bulunamazdı zaten. Tüm bunlarla birlikte Dazed and Confused bir klasik kült film olmayı başarıyor.

3- Before Trilogy (1995 – 2004 – 2013)

Size Linklater’ın çok farklı bir adam olduğundan bahsetmiştim. Her ne iş yaparsa yapsın kendi tarzını işine aktarıyor ve bu aktarımı en başarılı şekilde yaptığı filmleri Before Sunrise / Before Sunset / Before Midnight oluyor. Bir aşk üçlemesi olan seride, tabii ki bol miktarda felsefe yapılıyor. Yeri geldiğinde din, yeri geldiğinde kozmos, yeri geldiğinde ikili ilişkiler, sanat, tarih… Kısaca her şeyden biraz var bu üçlemede. Aşk dışında bir içerik barındırmayan filmlerden neredeyse nefret eden ben, bu seriye bayılır hale gelmiş durumdayım.

before

Konusundan da kısaca bahsedebiliriz. Before Sunrise ile başlayan hikayemizde; ayrıldığı sevgilisinin yanından, Madrid’ten dönen çocuk ruhlu Jesse (Ethan Hawke) ve feministliğiyle, özgürlüğüyle ifade edilebilecek Fransız Celine (Julie Delpy) aynı trende yolculuk yapıp Viyana’da bir gün geçirmek üzere trenden birlikte ayrılıyorlar. Tabi ki de çiftimiz birbirine aşık oluyor geçirdiği gün boyunca. Ama sabah olduğunda ayrılmak zorunda olduklarından, birkaç ay sonra orada yeniden buluşmak üzere anlaşıyorlar. Tabi ki de çiftimiz buluşamadan araya yıllar giriyor. Aynı şekilde yıllar sonra Paris’te karşılaşmalarını da Before Sunset’te izliyoruz. Bu filmden yine yıllar sonra da çiftimiz iki kızıyla birlikte Yunanistan’da tatil yapıyor ve biz de artık olgunlaşmış, yıllanmış bir ilişkiyle birlikte gelen sorunları izliyoruz.

Bu üçlemeyi biraz gelişigüzel anlatacağım için kendime kızıyorum, çünkü gerçekten sayfalarca yazılsa yine anlatılması ve anlaşılması gereken bir şeyler mutlaka çıkacaktır hakkında. Filmler yalnızca bir gün içerisinde geçiyor ama içeriği o kadar geniş ki, o bir günde yıllar geçiyormuş hissine kapılıyorsunuz. Tabii ki bu üçleme de kült filmler arasında yerini alıyor. Zaten üçlemenin ikinci ve üçüncü filmi, kazanamasalar da Oscar’a aday oluyor. Bunu Oscar’a aday olan filmlerin mükemmel olduğunu düşündüğümden değil, üçlemenin en yüksek statüdeki ödüllere uygun olduğunu düşündüğümden söylüyorum. Linklater da zaten filmin gelişigüzel olmaması için, uygun olduğunu düşündüğü aktörlerin peşinden koşarak onları kazanmış ve sinema dünyasına da kazandırmış.

Yorumlar