Rogue One: İsyanın Karanlık Hikayesi
Karakterlere ve oyuncu performanslarına gelirsek. Doğrusu klişe alt yapıları olan ama katmanlı karakterler görmekteyiz filmde. Filmin kahramanı önceki filmde de olduğu gibi bir kadın. Bunun sebebini Disney sonrası LucasFilm’in kontrolünün Kathleen Kennedy’e geçmesi olarak yoruyorum. Doğrusu önceki filmlerin bariz eksiklerinden biri de kadınların geri planda kalmasıydı ve bu tarz hamleler hem evrendeki “diversity” dengesini güçlendiriyor hem de filmin izleyici kitlesini genişletiyor.
Peki Jyn Erso nasıl olmuş derseniz, kendisi çocuk yaşta kimsesiz kalan bir kız çocuğunu canlandırıyor. Yetiştiği koşullar itibariyle onun tam anlamıyla bir asi olarak biçimlendiğini söyleyebiliriz. Başlarda klasik olarak bu sorumluluğu reddeden ablamız zamanla isyanın kendisine dönüşerek biraz hızlı ama gerekli bir karakter değişimi gösteriyor. Önceki filmlerden alıştığımız parlak, makyajlı kadınlardan farklı olarak filmin büyük kısmını kirli bir yüz ve güçlü bir duruş ile tamamlıyor. Karakteri oynayan Felicity Jones ise orta şeker bir performansla da karakteri izleyiciye sevdirebiliyor.
Filmde yeni tanıdığım Saw Gerrera, bana göre filmin oyunculuk şampiyonu. Forest Whitaker zaten rüştünü ispatlamış bir oyuncu ve bu mesleğe değer veriyor. Karaktere getirdiği yorum kısa sahne alma süresine rağmen izleyicide sağlam iz bırakacaktır. Öteki tarafta Chirrut Imwe karateriyle harikalar yaratan bir Donnie Yen var elimizde. Çoğu izleyicinin favori karakteri haline gelen Chirrut, aslında uzak doğu kökenli zen savaşçı ekolünden ancak “force” “Jedi” gibi kavramlar da uzak doğu mitleri çıkışlı olduğu için karakter hikayeye cuk diye oturmuş. Belki de ilk defa Sith veya Jedi olmayıp “Force” üzerinden hareket eden bir karakter izleyebildik. Onun, “Force is with me, I am one with the force” duası ise şimdiden dillere pelesenk olmuş durumda.
Filmin kötü adamı olarak Mads Mikkelsen göreceğimizi düşünürken, Ben Medelson’un kullanılması beni şaşırttı. Direktör Krennic rolünde harikalar yaratmış diyemeyiz ama rolün hakkını vermiş. Bu açıdan Mads ile roller değiştirselermiş diye içimden geçirmedim değil. Gerçi Mads’e, ölüm yıldızını tasarlayan adam unvanını vererek oyuncuyu bayağı efsaneleştirmişler ama sahne süresi az olduğu için biraz hayal kırıklığına uğradığımı dile getirmeliyim. Ayrıca kendisi lütfen iyi adamları oynamasın, o simaya hiç gitmiyor.
Diğer oyuncular için de karakterlerini yaşayıp güzel yansıtmış olduklarını dile getirebiliriz. Her birine ayrı ayrı değinmek isterdim ama zaten yeterince dil döktüm. Doğrusu son iki filmdir oyunculuk performansları açısından sıkıntı yaşanmaması Disney’in doğru atlara oynadığının da göstergesi. Oyuncu kimyasının tutması da filmi daha yukarı bir seviyeye taşıyor. Ayrıca belirtmek istediğim mevzu ise tamamen CGI olarak yaratılan General Tarkin karakterinin çoğu oyuncudan iyi oynaması sorunsalı! Teknoloji bu seviyeye geldiyse Star Wars için ölüm artık bir engel değil sanırım.
Filmin çok iyi başardığı bir şey de savaş sekansları. Scarif’e inen Rogue One ekibinden itibaren ele alırsak, gerek gerilla savaş taktikleri, gerek uzay muharebesi muazzam iyi yapılmıştı. Belki sıkı Star Wars hayranları kızacak (bende sıkıyım oradan biliyorum.) bütün filmler içerisinde en tatmin edici savaş olarak bunu görüyorum. X-Wing’inden, Tie Fighter’ına, karşılıklı savaş manevralarından, ağır topların kullanılışına, ince taktiklerden, it dalaşlarına kadar ne varsa işlendi ve olağanüstü bir şekilde sona erdi.
Darth Vader üzerine ayrı bir makale yazılacak kadar değerli bir karakter, ben onun için bir paragraf ayırabildim. Ama bir karakter düşünün ki, sesi başka, kostümün içindeki başka, (varsa dublörü başka) kostümü tasarlayan başka, karakteri tasarlayan başka… Sinema tarihinde takım oyunu ile yaratılmış böyle bir karakter yok. Böylesi bir karakteri kullanmaksa en az yeni Star Wars filmi çekmek kadar riskli. Gareth Edwards ise bu efsaneden olabilecek en iyi şekilde yararlanmış desek doğru olur. Filmin ortalarında klasik boğma hareketi ve o tatlı atarıyla ağzımıza bal çalan Vader’ın finalde yaşattığı kıyım ise nirvanaya ulaşmamızı sağladı. Şimdiden kült sahneler arasına girdiğini söylesem abartmış olmam. Hani bazı fanatiklerin sırf o an için yeniden bu filme gidebileceğini söyleyebilirim. Bu yüzden Gareth Edwards’ın geçmesi gereken en önemli sınavdan alnının akı ile çıktığını söylemek gerekiyor.
Filmin sonu söz verildiği gibi A New Hope’a bağlanıyor. Bu öylesine bir bağlanma ki, gerçekten iki filmi birleştirseniz kurgu da boşluk kalmıyor. Eminim bunu yapanlar olacak ve iki filmi tek film tadında izlemekte mümkün olacak. (ben mi yapsam?) Özetle Star Wars Rogue One gerçekten iyi bir film. Karakterleri tanıtırken biraz daha yaratıcı olunabilse, kurgusu daha derli toplu olsa yeni bir Empire Strikes Back işten bile değilmiş. Bu açıdan Gareth Edwards’ı kutluyor ve yeni Star Wars filmlerinde görüşmek dileğiyle sizlere veda ediyorum, Güç sizinle olsun… Daima!