Rogue One: Star Wars Evreni Yeniden Genişliyor
Rogue One: A Star Wars Story için beklentilerimin ne derece düşük olduğunu yeterince tarif edemem. Henüz ilk açıklandığında, “Death Star’ın planlarını çalan bir takımın hikayesinden ne çıkabilir ki?” diye düşünmüştüm. Star Wars için çekilecek ilk canlı “spin-off” filmi için fazlasıyla niş, riskli bir konuydu. Zira başı ve sonu belliydi; muhtemelen seriye pek de yeni bir şey katmadan, bol aksiyonla kotarılacaktı ve benim de Star Wars markasının gidiş yönü için en son istediğim şey buydu.
Üzerine bir de The Force Awakens geldi. Kaliteli aksiyonun ve karakter stereotiplerindeki ihtiyarların yerine, aynılarının gençlerini oturtmanın yanı sıra seriye hiç bir şey vermeden gişe rekorları kırdı. Ha, benim gibi eleştirenler de olmadı değil ama Disney’in bugünlere hassas duygularla gelmediğini de gayet iyi biliyorduk.
Filmin posterindeki oyuncuların da tam bir “political correctness” örneği gibi dört dörtlük bir etnik çeşitlilikte olması, pek çok sahnenin yarı yolda yeniden çekilmesi, film müziklerinin yapımına son anda başlanması gibi haberler de bu hissiyatıma tuz biber ekti. Filmi yönetmek için seçilmiş olan Gareth Edwards ise, benim için rüştünü ispatlamış olmaktan çok çok uzakta, tam da bir prodüksiyon devinin kuklası olmaya teşne, taze bir isimdi. Bu filmin olmayacağından emin gibiydim. Belki beni tek gülümseten şey, ahmak Trump fanlarının filmi protesto edecek olmasıydı.
Ama günün sonunda ben de iş Star Wars’a geldiğinde unutkanlaşıyorum. Fragmanlarla kanım kaynıyor ve yayına girdiği ilk günde, koşarak sinemadaki yerimi alıyorum.
Ve tatavaya geçmeden önce belirteyim; eğer izlemediyseniz, bu yazıyı okumayı derhal bırakıp sinemaya koşun. Zira Rogue One’da bir Disney prodüksiyonundan beklediğimiz güzel görsellik ve aksiyon, gayet nefis (ve önemli) bir konu üzerine temellendirilmiş, bir Star Wars filminden beklemeyeceğiniz derecede yönetmen imzası taşıyan, oldukça orijinal bir atmosfere sahip, ama yine de Star Wars olmayı başarabilen, karakterli bir film. Diğer filmlerin aksine daha az space-opera ya da fantezi ve daha fazla bilimkurgu. Hatta özünde uzayda geçen bir savaş filmi ve savaşın hem arka planı, hem de cephesiyle tüm karanlığını acımasızca yansıtan bir film. Kesinlikle bir J. J. Abrams dokunuşu taşımayan, bütünlüklü, her ucu bağlanan bir hikaye var. Ayrıca, bu filmi anlamak için önceki filmleri izlemiş olmak bile gerekmiyor. Anlayacağınız, oldukça oturaklı, kendi içinde bütünlüğü olan bir film izleyeceksiniz.
Zaten izlediyseniz, yazının devamının giderek artan bolca spoiler içermesi zaten sizi bozmayacaktır. Böyle buyurun.
Star Wars’un Family Guy’dan İntikamı
Filmin konusu için yukarıda önemli dedim. Filmin ana konusunu oluşturan, Mads Mikkelsen’in canlandırdığı, Death Star’ın başmühendisi Galen Erso’nun işi konusundaki sevgisizliği ve sonucunda bunu bilinçli bir güvenlik açığı olarak yansıtması. Bu aslında sadece zekice tasarlanmış bir plot değil, aynı zamanda 40 yıllık “koskoca Death Star’ı bir torpidoyla nasıl yok ettiler” sorusunun da beklenmedik cevabı.
Galen Erso, bu gizli bilgiyi içeren mesajın adresi olarak yegane güvendiği kontağı olan, Clone Wars serisinden de hatırlayacağımız Saw Gerrera’yı seçiyor. Bir diğer kariyerli oyuncu Forest Whitaker’ın canlandırdığı keçileri kaçırmış karakter ve ekibi, özgürlük savaşçısıyla terörist arasındaki ince çizgiyi harika şekilde yansıtıyor. Adını Cidde’den mi yoksa Jedi’dan mı aldığını bilmediğim kutsal Jedha şehrindeki harika tasarlanmış gerilla savaşı, isyanın tek bir çatıdan yönetilmediğinin de, gözünün kör olduğunun da canlı ispatı oluyor.
Evet, işin özünde Rogue One, bir isyancılar ittifakı (Rebel Alliance) öyküsü ve bugüne kadar tüm filmlerin bize melekler gibi lanse ettiği isyancıların hiç görmediğimiz pek çok kirli yüzünü göstermekten de geri durmuyor. İmparatorluk baskısı altında canından bezen insanların oluşturduğu ittifakın pek çok üyesi büyük bir tedirginlik içinde, adım atmaya bile korkarken; filmin başrollerinden Diego Luna’nın sürpriz bir performans sergilediği Cassian Andor’un başını çektiği ajanları, bağlantılarını infaz etmekten çekinmeyecek kadar acımasız. Ve tüm bunlar, beklenmedik derecede gerçekçi bir savaş altyapısı oluşturuyor.