Rogue One: Star Wars Evreni Yeniden Genişliyor
Servis Kalkıyor
Bu tarzda, biz fanları sevindiren detaylara fan service deniyor, biliyorsunuz. Star Wars filmleri, başlı başına nerdgazm unsurlarıdır, ancak Rogue One bir spin-off olduğu için ve ana karakterlere odaklanmadığı için, bolca fan service sahnesi bekleniyordu. Açıkçası ben cılkının çıkmasından korkuyordum ama gayet dengeli, yersiz olmayan ve sona doğru artan bir dozajda verilmiş. Episode 4’te Obi Wan’ın ışın kılıcını ilk defa devreye sokmasına neden olan karakterden tutun, bir sahnede Rebels serisinden Chopper’ın görünmesi ve Hera Syndulla’nın adının birkaç kez anons edilmesi, Episode 3’ten iki karakterin (Mon Mothma ve Bail Organa) aynı oyuncular tarafından canlandırılması, Wedge Antilles’in adının geçmesi, R2D2 ve C3PO’nun bu filmden de eksik olmaması gibi hoş detaylar var. Ancak tabii ki daha önemlileri, Grand Moff Tarkin ve Leia’nın CGI olarak ekrana gelmesi. Kimileri animasyon oldukları çok belli oluyordu diye beğenmemiş, ancak ben bu hafif abartılı, deyim yerindeyse karikatürize hallerinin bilinçli bir seçim olduğuna inanıyorum. Sanırım aşırı gerçekçi olup mimikleri sırıtacağına, CGI olduklarının belli olması istenmiş. Nasıl olsa gerçek olmadıklarını biliyoruz.
Ama elbette en büyük fan service, Darth Vader’ın filmdeki varlığı. Bu konuyu çok deşmeyeceğim ama Vader, Vader olalı böyle görkemli olmamıştı. Özellikle filmin sonunu, bitmek bilmeyen bir dorukta dakikalarca sürdürüp hepimizi triple nerdgasma sokmak, Abrams’ın çok net çuvalladığı noktalardan biriydi. Tebrikler Edwards.
Filmde boş aksiyon yok dedim, ancak Jyn’in yayın kulesine içten tırmanışını (hele ki Prince of Persia – vari açılıp kapanan kapıdan geçişini) çok yersiz bulan insanlar oldu. Bu sahne, o kapı ve sonundaki anten de dahil Luke’un Episode 5’te Cloud City’nin altındaki düşüşüne tersten bir göndermeydi; yani bir fan service sahnesiydi.
Filmde belki tek tutarsız bulduğum sahne, Jyn’in annesinin öldürülmesiydi. Bu durum, Galen’i fazlasıyla potansiyel bir sabotajcıya dönüştürür – ki dönüştürdü – ve Krennic’in o andan sonra Galen’le çalışmayı göze almaması gerekirdi. Elbette ki bize hem Galen’in, hem de Jyn’in intikamı için gerekli neden vermek istediler ama bu biraz fazla bariz oldu belki de.
Neredesin John Williams?
Belki söylememe gerek bile yok ama filmin tek zayıf tarafı müzikler. Müzikleri yapması için anlaşılmış olan sıkı Fransız sineması bestecisi Alexandre Desplat, çekimler uzayınca ben yokum demiş. Yerine ise Hollywood’un deneyimli isimlerinden Michael Giacchino getirildi ama bu değişimin geçtiğimiz Eylül, yani filmin vizyonundan 3 ay önce gerçekleşmiş olması bir skandaldan başka bir şey değil. Giacchino 1,5 ay içinde çok iyi bir iş çıkardığını düşünüyor ama açıkçası ortada bence yeni bir iş bile yok. Orijinal üçlemenin müziklerinin doğrudan kullanıldığı iki görkemli sahne haricinde, yine bu müzikleri anımsatan çeşitli tınılar var, o kadar. Ben en az bir görkemli yeni ana tema müziği bekliyordum ama bu açıdan hayal kırıklığına uğradım. Bunun suçlusu yapımcılar.
Rösk Bodor!
Ancak bu da dahil, yukarıda okuduğunuz her şey, Rogue One için fazlasıyla risk alındığının birer kanıtı. Filmin nefis olmasını geçiyorum, ama artık büyük prodüksiyonları leblebi çekirdek gibi çıkaran Disney’in ve deneyimsiz yönetmen Edwards’ın, ellerindeki gişe yapmış pek çok şablonu bir kenara bırakıp, hem de neredeyse filmi yetiştirememe pahasına bu kadar büyük cesaret örnekleri göstermeleri; benim nezdimde taktire değer. George Lucas’ın Ep7’nin aksine bu filmi beğendiğini belirtmesi de sanırım bu yenilikçi tavra duyduğu saygısından.
Sonuç olarak Rogue One, bana sinemada huşu içinde bir kaç saat geçirtmekten öte, Star Wars’un geleceği adına umutlarımı tazeledi. Eğer siz de benim gibi tadını çıkardıysanız ne ala. Ancak beğenmeyenlerdenseniz, bunun diğerlerinden farklı bir film olduğunu göz önünde bulundurarak tekrar seyretmenizi önerebilirim.
Film hakkında düşüncelerinizi aşağıda paylaşmayı ihmal etmeyin. Nice Star Wars filmlerine!