Sapık: Gerilimin Karanlık Kökeni
1929 yılında “Blackmail (Şantaj)” filmiyle kendisini özellikle gerilim alanında pişirmeye başlayan ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’un 1960 yılı sansasyonel yapımı “Psycho (Sapık)”, usta yönetmenin başyapıtı olarak anılmaktadır. Eser, ticari ve sanatsal başarısı bir yana, kendisinden sonra çekilen her gerilim filmini bir parça da olsa etkileyen ve popüler kültürün bir parçası haline gelen ünlü duş sahnesi gibi akıllara kazınan birçok öğeyi içermektedir.
Film, sevgilisiyle birlikte olabilmek için uzun yıllardır çalıştığı emlak bürosunda şans eseri eline geçen parayı çalan Marion Crane adlı kadının kaçarken bir gece konakladığı Bates Motel’de yaşanan olayları konu alıyor. Sıkı sıkıya bağlı olduğu annesinin baskılarından muzdarip olan otel sahibi genç adam Norman Bates, saplantıları ve pişmanlıkları arasında git-geller yaşamaktadır. Bu durumun yol açtığı ruhsal rahatsızlıkları ise adım adım yükselen gerilimle birlikte filmin sonuna kadar gizemini korumayı başarır.
Filmin açılış jeneriğinde yaylı çalgıların ağırlıkta olduğu müzik, bizi henüz film başlamadan gerilim havasına sokmayı başarıyor. Burada yine açılışta kullanılan kayan çubukların olduğu görseli zamanın ötesinde olarak değerlendirmekte fayda var. Ben, bu tarihten sonra çekilen James Bond filmlerinin jeneriklerinde dahi bu havayı sezdim diyebilirim.
Yönetmen, başrol oyuncusunun olmadığı mekanlarda olay akışını genç kadının kafasında canlandırdıklarını dinleterek anlatmayı tercih etmiş. Örneğin Marion araç kullanırken patronunun Marion’un yokluğunu ve paranın çalınışını fark ettiği sahneleri bu şekilde dinliyoruz. Bu ilk bakışta kolaycılık gibi gelebilir ama biz bu sayede hem Marion’dan kopmuyor hem de olayların devamını anlayabiliyoruz. Amerikan sinemasının bu tarz pratik anlatım teknikleri açısından daha o tarihlerde gayet yetenekli olduğunu kabul etmek lazım. Ancak tabi bu pratiklik ve sonuca odaklı hikaye anlatım tekniği, göndermeler ve alt mesajların olmadığı anlamına gelmiyor. Örnek verecek olursak meşhur duş sahnesini saymazsak Marion’u iki sahnede yarı çıplak olarak görüyoruz. İlkinde açılış sahnesinde sevgilisiyle birlikteyken ikincisinde ise Norman Bates tarafından otelde gözetlenirken. İkisi arasındaki fark, ikincisinde hem iç çamaşırı renklerinin daha siyah hem de kıyafetlerinin daha kendinden emin duruşudur. Burada yönetmen artık bildiğimiz saf aşık kızın gittiğini, onun yerine istediğini almaktan çekinmeyen gözü kara genç kadının geldiğini vurgular. Ancak dönemin Amerikan sineması alt metindeki mesajları vermek adına Uzakdoğu sinemasından farklı bir yol izler. Uzakdoğu sineması bu mesajlar hakkında izleyicisinin kafa yormasını ister, filmin en az birkaç yerinde bunları vurgular ve hatta karakterlere özellikle bunlara dair cevabı olmayan sorular sordurur. İster ki cevapları izleyici düşünsün ve kendisine versin. Amerikan sineması ise bunun aksine izleyicinin yalnızca filmi izlemesini ve ortalama bir seyircinin bile bundan keyif almasını bekler. Alt metindeki mesajlar ise genellikle bilinçaltı yoluyla izleyicinin zihnine farkında olmadan yerleşir.
Yönetmenin kuşlarla ilgili ayrıca takıntıları olduğu malumumuz. Bu filmde de yine kuş bakışı olarak üç sahnede bize dinamik bir anlatım sağlamaya çalışır. Bunlardan ilki açılış sahnesidir. Burada şehrin üzerinde uçan bir kuş gibi görürüz önce çerçeveyi. Sonra odaklanır, odaklanır ve Marion’un evinin penceresinden içeri girene kadar yakınlaşır. Hikaye anlatımında tümden gelim yönteminin kullanılacağını daha burada anlarız. Yani karakterlerimiz binlerce, yüz binlerce insandan yalnızca bir kaçıdır. Bunlardan hiçbiri Dünya’yı değiştiremeyecek ancak içinde yaşadıkları Dünya, bu kişilerin oldukları kişiler olmasına yol açacaktır. Bunun yanında belki daha güçlü olan mesaj ise “röntgenciliktir”. İlk sahnede izleyici olarak biz, pencereden olmamamız gereken yere girerek yarı çıplak insanları görürüz. Bir sonraki sahne ise Norman Bates’in röntgen deliğinden Marion’u izlediği sahnedir. Burada da yine Marion’u herhangi bir yerden değil röntgen deliğinden görürüz. Bu şekilde yönetmen Norman Bates’i sevimli ya da haklı bir konuma sokarak bize yaklaştırmaz. Bunun yerine izleyici olarak bizim kendimizi sapık gibi hissetmemizi sağlar ve biz Norman Bates’e bu yolla empati yaparız.
İkinci kuş bakışı sahne birincisinden farklı olarak tedirgin bir şekilde ilerleyen sahneye dinamik bir dehşet unsuru sokmak içindir. Duştaki ilk cinayet sahnesinden farklı olarak yönetmen burada katili yavaş yavaş kadraja sokmaz, biz dehşetin gelişine alışamayız. Burada hissedilen gerilimden ziyade anlık bir şoktur. Bu, şimdiye kadar izlediğim filmlerdeki cinayet sahneleri arasında belki en rahatsız edici ilk üç sahneden biridir. Üçüncü kuş bakışı sahnede ise Norman Bates’in annesini yakalanma riskine karşı yine aynı noktadan aşağıdaki bodruma taşımasını görürüz. Burada da yine ilk iki sahneden farklı olarak merak duygusu uyanır izleyicide. Yönetmen evin bodrum katıyla Norman Bates’in bilinçaltını simgelemiştir. Zaten tüm her şey önce Lila Crane’in Norman Bates’in bilinçaltını simgeleyen bodruma girmesi ve sonrasında da psikiyatrın bizatihi Norman Bates’in zihnine girmesi ile aydınlanır. Aslında ikisi de aynı şeydir.