Solo: A Star Wars Story – Önce Kim Ateş Etti?

40 yıldır pek çok koldan finansal başarı sağlayan Star Wars markası, Disney’in eline geçtiğinden beri (hatta bazılarına göre ilk filmden beri) film kalitesi anlamında inişli çıkışlı bir grafik çizedursun, bir sürü dramanın merkezindeki Solo: A Star Wars Story sonunda beyaz perdelere ulaştı. Solo’nun açılışı pek bir tantanalı oldu ama bu çok da olumlu türden bir tantana değil.

Bitmeyen Doğum Sancıları

Ola ki eğer bir süredir mağarada yaşıyorsanız özet geçeyim: George Lucas’ın eski planlarından olan Han Solo spin-off’u, 2012’de demirbaş Star Wars yazarı Larry Kasdan ve oğlu tarafından yazılmaya başlanmış, 2016’da Chris Miller – Phil Lord ikilisinin elinde projelendirilmişti, ancak genç ikili yönetmenler filmin çekimleri bitmek üzereyken, filmin fazla ciddiyetsiz olduğu gerekçesiyle görevden alınmıştı. Yerlerine atanan Hollywood gediklisi Ron Howard ise filmin hikayesini azıcık yeniden yapılandırıp, başroldeki Alden Ehrenreich’a oyunculuk dersi aldırmakla kalmamış filmin neredeyse tamamını yeniden çekmişti.

Kovulan yönetmenler Phil Lord ve Chris Miller oyuncularla birlikte.

Fanlar arasında olumlu-olumsuz çok ses getiren bu hareketin ardından (yine) boykotlar, dramalar, eleştirilerin ardı arkası kesilmedi, daha film gelmeden. Ancak tüm bu toz-dumanın dışında, filmin büyük iki dezavantajı vardı. Birincisi The Last Jedi’ın yarattığı gürültülü hayal kırıklığı sonrası markanın müthiş ölçüde taban kaybetmesi; ikincisi de Harrison Ford’suz bir Han Solo ile kimsenin pek ilgilenmemesi.

Artık Disney adam akıllı pazar araştırması yapmadan mı daldı bu işe, yoksa markayı iyi yönetemediler mi bilinmez; ama Star Wars ineğini sağalım derken, Disney yöneticileri bin bir aksilikle 250 milyon dolarlık muazzam bir yapım bütçesi ile karşı karşıya kaldılar ve daha da şişirmemek için reklamdan çokça kısarak filmi piyasaya sürdüler. İşin tuhafı da Avengers: Infinity War ve Deadpool 2 gibi gişe canavarlarının henüz teri kurumadan.

Yoksa Gişede Batan İlk Star Wars Filmi Geliyor mu?

Son Star Wars yazımda göreceğiniz gibi Solo’nun batmasının (filmin kalitesinden tamamen bağımsız şekilde) olası olduğunu düşünüyorum. Ve sonuçta da film fena değil ama açılış hafta sonunda gişe rakamları felaket. Sürekli bağıra bağıra aynı şeyi söylemekten yoruldum ama Marvel, DC ya da Star Wars gibi sinematik evrenlerin gişe rakamları kesinlikle o filmin kalitesini değil, kendinden önceki filmlerin ve yapılan reklamların yarattığı beklentiyi yansıtır (hype da diyebilirsiniz). Bu yüzden aynı çatı altındaki Marvel’ın yarısı kadar iyi yönetilemeyen Star Wars markası altında The Force Awakens’ın beklentilerin çok üzerinde elde ettiği muazzam gişe başarısı, aslında yarattığı büyük yanılsama ile Star Wars’un en büyük kabusu oldu. Disney, TFA ile birlikte hedef izleyici kitlesini değiştirmekle kalmadı, bu kitleyi de yeterince iyi okuyamadı.

Ron Howard

Aslına bakarsanız Hollywood’un köhne yapısı, eleştirmenler, ödül dağıtan kurumlar, izleyiciden kopuk yönetmen ve oyuncu ekolleri belki de blockbusterların atası Star Wars’un en büyük düşmanları. Bugün Star Wars’u anlamaktan çok uzak eleştirmenler tarafından övgüye boğulan TFA ve TLJ, fanların gözünde çöp kadar değer taşımazken, eleştirmenlerce benzer ilgiyi görmeyen Rogue One baştacı ediliyor. Solo’nun da ilk hafta sonu sonunda durumu Rogue One ile aynı. Eleştirmen puanları düşük, ama gidenler çok büyük oranda beğendi.

Gidenler diyorum, zira giden az. Fan olmayan izleyici için düşük puanlar zaten ciddi bir blok teşkil ediyor. E, fanlar da yukarıda saydığım sebeplerden heyecanını yitirmiş vaziyette… Filmi de sadece aşırı sadık fanlar ve eğlenmekten başka beklentisi olmayanlar izledi.

Biraz da Solo’dan Bahsedelim

Rogue One ile aynı kader diyorum ama Solo yapısal olarak önceki spin-off’tan çok farklı bir noktada. Rogue One, Star Wars sagasının önemli bir yapı taşı olmaya soyunurken (ve başarırken) Solo, tek bir karakterin arka planını anlatan, çok daha küçük çaplı, tamamıyla lineer bir soygun filmi. Kesinlikle bundan daha büyük bir iddiası da yok.

Uçmayı bu kadar seven bir karakter olmadı.

Ama şu iddiası var; öyle mükemmel bir planla imkansız görünen bir binaya girmeye çalışılan alışıldık bir soygun filmi değil. Tıpkı karakterimiz Han Solo gibi dağınık, gelişigüzel, emprovize ilerleyen, gayet heyecanlı, eğlenceli, bol da ters köşeli bir film. Hatta bu ters köşe dizgesi o kadar iyi kullanılmış ki. Aslında sıradan bir izleyiciye bir noktadan sonra sıkıcı gelebilecek bu durum, Corellia sokaklarındaki yankesici Han’ın, naif ve aşık bir hayalperestten nasıl ilk ateş eden yalnız kovboy Han Solo’ya (Han shot first) dönüştüğünü anlatmak için dört dörtlük bir araç.

Who Shot First?

Evet, filmimizdeki Han, bizim bildiğimiz çok bilmiş, bencil ve özgüven bombası Han değil. Zaten bugüne kadar oynadığı roller ve görüntüsü ile Harrison Ford’u hiç andırmayan Alden Ehrenreich’ın bu işi nasıl kıvıracağı merak konusuydu. Alden, çakma Ford olmaya çalışmamış. İki komik tek satırlık gönderme ve iki kişisel eşyası hariç, Alden’ın oynadığı karakterin bizim bildiğimiz Han Solo olduğuna dair pek bir gönderme de yok. Dediğim gibi çok daha saf, önüne çıkan herkesi, olmayan ailesinin yerine koymaya çalışan bir kimsesiz çocuk var. Umarsız, dostane, iyi kalpli ve iyimser. Fanların fazlaca önemsediği “badass” stereotipine uymuyor ama filmin sonunda yerinde bir gönderme ile o noktaya geliyor.

Corellia

Bu yüzden de film son dönem Star Wars filmlerine göre çok daha sıcak ve samimi bir havaya sahip, tıpkı orijinal üçlemedeki filmler gibi. Hafif space-western temasıyla, dozunda ve yerinde kahkasıyla, orijinal üçlemeye gönderme yapmaktan ziyade o havayı vermeyi başarıyor Solo. Tema ve görselliğinin de desteğiyle, şimdiye kadar vizyona giren tüm Star Wars filmlerinden daha kişisel olsa da Solo, Star Wars atmosferini gayet iyi yansıtıyor.

Siyaset Meydanı

Bu yansıma esnasında, film kendi küçük çapı içerisinde Star Wars evrenine de hafiften dokunmuyor değil. Bazı tanıdık oluşum ve karakterlerin bahsi geçiyor, hatta göründükleri de oluyor. Benim hep söylediğim gibi, savaşın politikadan bağımsız var olamayacak olması Solo da bile göze çarpıyor. Pek çok sahnede gerek Star Wars evreni içi, gerekse gerçek hayat politik duruşlarına yer verilmiş.

The Last Jedi’ın en çok tartışılan yönlerinden biri olan sosyal adalet savaşçısı duruşu Solo’da da bir hayli göze çarpıyor. Çok da şaşırmamak lazım, bu hem son moda, hem de LucasFilm’in patronu Kathleen Kennedy biraz eleştirildi diye duruşundan vaz geçecek değil. Direnişçi güçlü kadınlar, özgürlükçü droidler, kölelik, sömürü, hep Solo’da yer buluyor. Kimine rahatsız edici gelebilecek derecede hem de. Ama benim özellikle bu sefer insan olmayan ırklara ve droidlere de karakter kazandırılması çok hoşuma gitti. Yeni uzaylı ırk tasarımları da filmin en kuvvetli yönlerinden.

Lady Proxima

Disney filmlerinde nedense insan olmayan karakterler, sadece komedi unsurları olarak kullanılmaya başlanmıştı. Bu sefer iş değişmiş. Örneğin, TFA ve TLJ’da hakettiği sahne ışığını alamayan Chewbacca, bu sefer tam merkezde, tam hak ettiği bir rolde. Han’ın sadık köpeği formatından çıkartılmış, Revenge of the Sith’de kısaca görünen savaşçı rolü iade edilmiş.

Karton Kaç Boyutludur?

Genel olarak Solo’nun en sevdiğim yönlerinden biri de bu. Ana ve yan, tüm karakterler itinayla tekdüzelikten uzak, çok boyutlu bir şekilde portre edilmiş. TFA’ın en çok eleştirdiğim yönlerinden biri de “ben yaptım oldu” karakterlerdi ve hikayede karton gibi duruyorlardı. Solo ise, anlattığı hikaye itibariyle ihtiyacı olmayacak derecede gerçek karakterlere sahip. Öyle ki; Han, Chewy ve Lando’nun film boyunca ölmeyeceğini bilsek de, film hem onların duygu durumunu, hem de diğer yan karakterleri o kadar önemsetiyor ki, film istenen heyecan düzeyine ulaşıyor.

L3-37 ve Lando Calrissian

Son yıllarda pek çok yapımcı, bu heyecan işini çok ama çok ucuzlattı. Şöyle bir formül söz konusu: bir yan karaktere biraz odaklan, biraz sempati kazandırmak için iki diyalog ekle, sonra bir miktar gereksiz aksiyon yarat ve o karakteri öldür. Böylece izleyici pabucun pahalı olduğunu anlasın. Ama işin kötüsü artık biraz uyanık olan izleyici bu oyunları nerede görse tanıyor ve tanıyınca da filmden kopuyor. Solo’da bu ayak oyunları pek yok (hiç yok demeyeyim, var), bu tip yan karakter ölümleri biraz komedi unsuru olarak bile kullanılmış diyebilirim (yoksa sadece bana mı komik geldi?). Gereksiz aksiyon ise minimumda, bir kaç kısa sahne ve iki uzun sahne ile sınırlı tutulmuş, izleyenler için tren soygunu ve Maw’dan kaçış sahneleri. Bu sahneler de bazı karakterleri daha iyi tanımamız ve sempati beslememiz için kullanılmış.

Star Wars Millisi Olan Aktörler

Solo’nun çekimleri esnasında o kadar büyük yönetmen ve oyuncu dramaları yaşandı ki, oyunculukların tamamen patlak olmasını beklemek çok da zor değildi. Ama belli ki deneyimli yönetmen Howard, bu işi iyi kıvırmış. Bir kere Alden Ehrenreich’ı kendine has bir rolde düşünürsek, gayet sempatik ve içten. Hiç sırıtmıyor. Eskiden beri çok sevdiğim bir oyuncu olan Woody Harrelson, yine dorukta. Oldukça önemli olan rolünü ders verir nitelikte (kelime oyunudur) icra ediyor. Film sadece emektar soyguncu (!) Beckett rolündeki Harrelson için bile izlenir. Bence filmin en iyisiydi. Lando Calrissian rolünde sevilen genç aktör Donald Glover beklentileri karşılıyor, yine bolca boyutu olan (gıcık, duygusal, bencil, yardımsever, sahtekar) bir karakteri başarıyla canlandırıyor, ben Billy Dee Williams olacağım diye kasmadan. Bu arada film gelmeden önceki dramalardan biri de Lando’nun “panseksüel” oluşu idi. Film esnasında nedenini anlayacaksınız.

Başrollerden beni tek sarmayan isim Qi’ra rolündeki Emilia Clarke oldu. Game of Thrones’daki önemli rolüyle bana sürekli tek atımlık bir kurşun izlenimi veren Clarke, yine donuk bir oyunculuk sergilemiş. Çok da rahatsız etmedi ama Ehrenreich’a ders veren koç biraz da Clarke’la ilgilenseymiş dedim. Yan rollerde ise Thandie Newton kısa ekran süresinde biraz kendisi gibi oynadı. Ama 20 küsür yıllık oyunculuk kariyerinin zirvesindeki Paul Bettany oldukça zor bir karakteri başarıyla taşıyor.

O Değil de, Gerek Var mıydı?

Gelelim o malum soruya: Solo filmine gerek var mıydı? Bu film Star Wars’a ne kattı? Hemen cevap vereyim, hayır film diğer filmler gibi Star Wars hikayesini devam ettiren, ya da Rogue One gibi boşlukları dolduran kritik bir değer taşımıyor. Evreni aşırı genişletiyor dersem de doğru olmaz, evet Han, Lando, Chewy ve Millenium Falcon ile ilgili duyduğumuz tüm mitleri ekrana yansıtıyor ama söz gelimi Kessel Run’ın nasıl 12 parsec’de tamamlandığını bilmemiz şart da değildi. Ama kendi içerisinde tutarlı, gayet hoş bir izlencelik olmuş Solo ve bu açıdan Star Wars külliyatını zenginleştiriyor ve hiç zarar vermiyor. Sanki işin bu “hoş izlencelik” kısmı bir süredir unutulmuş gibiydi, bu yüzden filmin bana hissettirdiği şeyi çok sevdim. Size de tavsiyem budur, Star Wars için heyecanınızı yitirenlerdenseniz bile Solo’yu görün, hayal kırıklığı yaşamayacaksınız.

Bir de Solo ilk iki üçlemeyi daha bir sıkı bağlıyor. Bunu Rogue One da biraz yapmıştı ama Solo daha da öteye gidiyor. Gereken sahnelerde her iki üçlemeden müzik kullanımı da dikkat çekiyor.

Solo belli ki tek başına bir film olarak çekilmemiş. Pek çok yeni karakterle geliyor ve ucu açık bitiyor. Hasılat böyle giderse bir devam filmi gelir mi bilmem ama diğer medyalara mutlaka sıçrar. Bence sakıncası da yok. Siz de film hakkındaki görüşlerinizi aşağıda yorum olarak bırakabilirsiniz. Güç sizinle olsun.

Yorumlar