Spider-Man: Homecoming – Tanrıların Evrenine Bir Örümcek Girdi!
1960’lardan beri sadece Marvel’ın değil, ana akım çizgi romancılığın vücut bulmuş halidir Spider-Man. Amerikan çizgi romanının Gümüş Çağ’ında doğan ve bu dönemde Marvel’ı neredeyse tek başına sırtlayan bir seridir. Doğduğu ülkenin ekolündendir ve bu ekolün gereği olarak bir süper kahramandır. Ama hem kendinden öncekilerden, hem de sonrakilerden farklıdır. Komşu çocuğudur, zeki ama fakirdir, gönül adamıdır, kırılgandır ve en büyük gücü sorumluluk bilincidir.
Bu güne kadar Kahramangiller’de çizgi roman incelemesi yazmadıysam da, ben de bir çizgi roman okuyucusuyum. Açıkçası ana akım çizgi romanla da en büyük bağım, 1980’lerden beri takip ettiğim Örümcek dostumdur. 2000’lere gelip, Marvel zıvanadan çıkana kadar da bu böyle oldu. Günümüzde durum farklı, ancak bu bahsettiğim zaman diliminde Marvel’cılar ve DC’ciler yoktu – Spider-Man’cilar ve Batman’ciler vardı (ki malum, ortak noktaları da çoktur).
Örümceği bu derece popüler yapan bu farklı yapısı, gerek hikayelerine, gerekse düşmanlarına yansır. Örümceğin en sevilen düşmanları, diğer Marvel serilerinin aksine müthiş güçteki şeytanlar ya da dev uzaylılar değil, daha ziyade haksızlığa uğramış ve delirmiş karakterlerdir. Hemen hepsinin masum, onurlu ve iyi bir yanı vardır. Tıpkı Örümcek gibi, dostlarının da, düşmanlarının da ikilemleri vardır. Dostları ve düşmanları demişken es geçmeyelim; pek çok Marvel karakterinin ilk tanıtıldığı seri de Spider-Man olmuştur.
Perdedeki Spider-Man
Sinemada temsiline geldiğimizde, bu denli popülaritesinin Spider-Man’in başına iş açtığını görüyoruz. Marvel’ın bildiğim kadarıyla sattığı ilk film hakları Spider-Man’e aitti. Yıllar sonra Sony’nin eline geçen bu haklar, bilgisayar teknolojisi hakkını verecek seviyeye geldiği zaman derhal değerlendirilmeye başlandı ve (primitif TV serilerini saymazsak) 2002’den bu yana da Sony’i beslemeye devam ediyor.
Biliyorsunuz, sinemadaki Örümcek 3. kez yeniden başlatılıyor. Ben, bugüne kadar çekilen 5 sinema filmini severek izlemedim dersem yalan söylemiş olurum ve gişe hasılatları da benimle hemfikir, ancak sinema eleştirmenleri biz hayranlar gibi düşünmüyor ve bu da önemli. Öyle ki ilk iki serinin de reboot yemesinin en büyük sorumlusu eleştirmenlerden vasat notlar alan birer film (bilmeyenler için ilk serinin 3., ikinci serinin de 2. filmi).
Bu filmler için negatif pek çok şey söylenebilir ve söyleyeceğim de, fakat topuna “hadi hadi” tadında bir sırt sıvazlaması yapmam gerekirse, o da ucundan kıyısından çizgi romanın ruhunu bir yerlerinden yakalayabilmeleridir. Tüm bu filmlerde örümceğin ikonik düşmanlarıyla yarı fiziksel, yarı psikolojik mücadelesini izleme şansını yakaladık, “büyük güç, büyük sorumluluk getirir” mottosunu suratımıza suratımıza yedik ve Örümceğin mütevazı güçleriyle yaptığı fedakarlıkların sonunda kimseye yaranamaması durumunu defalarca yaşadık.
Evdeki Malzemeyle Yapılan Yemek
İşte Sony Pictures bunlarla meşgulken, malumunuz, fakir Marvel’ı Disney satın aldı ve gariban firmanın film hakları elinde kalan tek marka olan Avengers’ı parlatma işine girişti, adına da MCU (Marvel Sinematik Evreni) koydu. Bir yandan orijinal Marvel değerlerine sarılan seri, bir yandan klasik Disney formüllerine koştu ve 40 yıldır kimsenin esamesini okumadığı Iron Man’i, 15 yıldır kimsenin esamesini okumadığı Robert Downey Jr. ile buluşturarak bir nevi bu evreni anlatan (tıpkı Karayip Korsanları’nın Jack Sparrow’u gibi) bir masalcı karakter oluşturdu.
Zaman içinde Sony, sanki evrendeki tek süper kahraman Spider-Man’miş gibi takılma özgürlüğüne sahipken, MCU uçamayanın kahvede adamdan sayılmadığı bir noktaya gelmişti bile (hem de X-men cehennemi dahil edilmediği halde). Ancak gerçek şu ki Disney daha emin adımlarla ilerliyordu ve karşılığında daha çok para kazanıyordu. Sonunda beklenen oldu ve Sony bir nevi kar ortaklığı ile hakları orijinal sahibine geri sattı – ki böylesi onlara daha çok para kazandıracak. Marvel da bayrak gemisine yeniden kavuşmuş oldu.
Gittin Gideli Bebek
Ama gerçek şu ki Örümcek, sen gittin gideli buralar çok ama çok değişti. En basit düşmanın bir-iki metropol yıkmadan kalkmadığı sofrada, senin gibi duygusal bir böceğin işi ne? Kabul edelim, Marvel’ın işi zordu. Bu geçişi yaparken ne MCU’e, ne de Örümceğe zarar vermemeleri gerekiyordu. Bunun için de pek çok karar alınmak zorundaydı. İşte bu yazıda da salt bir eleştiriden ziyade, biraz daha filmde olan bitenin nedenine niçinine değinmeye çalışacağım.
Bu yazıda herkesin değindiği bazı bariz konuları es geçeceğim; bunlar hakkında tartışmak için sitemizdeki diğer yazılara göz gezdirebilirsiniz. Ayrıca bu yazı önemli bir SPOILER içermemektedir, filmi izlemediyseniz de gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.
Kariyer Düşmanı Peter Parker
Önce en çok konuşulan konu olan oyuncu seçimiyle başlamak isterim. Biliyorsunuz ilk iki Spider-Man serisinin en çok dövülen yanı da başrol oyuncuları idi. İlk seri için seçilen Tobey Maguire’ın yarattığı inanılmaz tartışmayı hatırlıyorum. Hayranlar, atletik olmayan vücudu; buğulu mavi gözleri ve bozuk konuşması ile bilinen Maguire’ın asla Peter Parker olamayacağı konusunda hemfikir gibiydiler (tıpkı şu sıralar Aiden Ehrenreich’ın Han Solo olamayacağı konusunda hemfikir oldukları gibi). Maguire, beklenenin çok üzerinde bir performans sergiledi ve bazı yanlarıyla Peter Parker da olabildi; mütevazılığı, duygusallığı ve nerdy’liği iyi yansıttığını söyleyebilirim. Ama yine de hem serinin, hem de oyuncunun parlak kariyerinin sonunu da bu rol hazırladı. Malum sokak dansı sahnesi başta olmak üzere, oyuncu Parker için fazla naif ve duygusal bulundu.
Saçma olan şu ki ikinci serinin örümceği Andrew Garfield, daha bir metod oyuncusu kıvamında olmasına rağmen, yine ağlak rolleriyle bilinen bir oyuncuydu – ki bence tıpkı Maguire gibi Garfield de asla kötü bir oyuncu değildir. Fiziksel olarak Parker’a çok daha fazla yakışmasına rağmen, oynadığı iki filmin genel havasıyla doğru orantılı şekilde, daha umursamaz, daha cool, daha az nerdy bir karakter canlandırdı. Bence Garfield’ın Peter Parker havasına bürünememesinin sebebi daha ziyade yönetmendi ama sonuçta fanları sarmayan bir Spider-Man, yok olmaya mahkumdu.
Homecoming’e geldiğimizde biraz olsun farklı bir seçim yapıldığını görüyoruz. Bu sefer Parker daha da genç. Önceki iki seri de yaklaşık 18 yaşından başlamıştı, ancak şimdi Parker 15 yaşına döndü. Bunun da bariz bir sebebi var elbette. Yapımcılar, filmde ve evrende olan biten hakkında bir görüşü ve ya söz hakkı olan bir karakter henüz istemiyorlar. Bu en bariz örnek de filmdeki baş kötümüz Toomes’un bir Stark mağduru olarak portre edilmesi ve Parker’ın bu konuda bir yorumu olmaması. Buna daha sonra değineceğim.
YouTube’daki Örümcek
Oyuncu Tom Holland, önceki Parker’lara göre daha “teen spirit” bir eleman. Filmde de gerçek bir 2017 model Örümcek görüyoruz zaten; süper kahraman hayranı, her şeyi YouTube’dan yayınlayan ve popüler olma kaygısı taşıyan bir genç. Ancak ne dersek diyelim bir güzellik şu ki, Holland rolünü gerçekten sevmiş ve benimsemiş. Çizdiği karakteri beğenmemek mümkün ama çocuğun performansına gerçekten sözüm yok. Ama malum, MCU’ya giren kolay kolay çıkamıyor. 5-10 yıl sonra nispeten büyüdüğünde ve olan biten üzerinde söz sahibi olduğunda bakalım o karakteri verebilecek mi, hep birlikte göreceğiz. Ama bu güncelleştirmede Parker’ın ve arkadaşlarının nerdy bir tablo çizmesi hoşuma gitti. Hangi arkadaşı ileride ne olacak dedikodularını bu yazıda ele almayacağım, pek çok kez ele alındı zaten.
Oyunculara değinmişken; açıkçası ilk 3 filmdeki nefis oyuncu kadrosunun bir dengini ikinci seride göremediğim için hayal kırıklığına uğramıştım. Bu konuda Disney kesenin ağzını açmış ve yeniden deneyimli isimlerle el sıkışmışlar. Hızla gençleşip, hızla seksileşen May Hala’yı canlandıran Marisa Tomei dışında elbette en önemli konuğumuz Michael Keaton. Kendisine aşağıda bir paragraf açacağım.
Bay Hiçkimse
İkinci konu ise bir diğer dikkat çekici seçim olan yönetmen Jon Watts. Bu aralar, Disney’in yüzlerce milyon dolarlık filmlerin başına yönetmen olarak pek adı sanı olmayan gençleri geçirmesine alıştık. Watts, hepten kariyersiz bir yönetmen ve dahası henüz uzun metrajlı bir komedi filmi çekmiş değil; bu yüzden ben komedi yönü ağır basan Homecoming’de sırıtmamasını takdir ettim. Ancak bu isimsiz yönetmen konusuna değinmek istiyorum.
Evet isimsiz yönetmenler ucuza çalışıyor. Ama işin bir yönü daha var. Artık bilmeyen kalmadı, Disney, sahip olduğu markalarda kreatif sürece ciddi anlamda müdahil olan bir prodüksiyon şirketi. Senaristlerin ve yönetmenlerin özgürlüklerinin çok kısıtlandığı konuşulanlar arasında. Ve sanılanın aksine tek konu da filmlerin gişe başarısını garantilemek değil. Filmlerin politik doğruluk sınırlarının içinde kalması, başrollerdeki ırk çeşitliliği, bulundukları evrende devamlılığı bozmamaları, pahalı oyuncuların ekran süresinin uzun olması gibi bin türlü kriter yönetmenlere dayatılıyor. Ve bu dayatmayı yapan kişi de Kevin Feige. Star Wars için Kennedy & Kasdan ikilisi neyse, Marvel için de Feige o.
Konu da Spider-Man’ın MCU’ya girişi olunca ipler daha da sıkı tutulmuş. Bakın şunu kabul edelim ki, basılı kategoride kral Spider-Man’di ise de, iş sinemaya geldi mi MCU = Avengers ve diğerleri. Her hangi bir sebepten bu evrenin dışında kalmış karakterler de kapıdan geçerken bileti Iron Man ve Captain America’dan alıyorlar.
Bakınız, orijinal Avengers’ın kurucusu Ant-man‘e. Sen git, 50 yıl önce parçası olduğun takıma dış kapının mandalı gibi girmeye çalış. Yine de bir diğer “ground-level” kahraman olan Ant-man’in girişi daha sorunsuz oldu, keza baz aldığı konu, daha bir aile içiydi. Kaldı ki Antman’in şöhret seviyesini göz önüne alırsak diğer crossover‘larda çok fazla ekran süresi almamaya devam edeceğini ön görebiliriz.