Star Trek: Beyond – Modern Serinin En İyi Hikayesi
2016, blockbuster sinema için unutulmaz bir sene oldu. Saymaya başlasam sonunu getirmekte zorlanacağım sayıda blockbuster film vizyona girdi. Çoğunun başarılı olduğunu söylemek doğru olur. Her ne kadar eleştirel anlamda yerden yere vurulsalar da bazı filmler o kulvarda da alnının akıyla çıkmasını bildi. 2016 menümüzün yeni filmi Star Trek: Beyond. Diğerlerine kıyasla efsane gişeler getirmeyen bir seri, ama her daim ayakta kalmış bir franchise, hatta gelenek olduğunu söylemek doğru olacaktır. Yeni film sessiz sakin vizyona girdi, görevini yaptı ve hakkında konuşulmayı bekliyor. Yazının geri kalanı cüzi miktarda SPOILER içerecektir, izlemeyenler uzak dursun.
Star Trek Beyond, Simon Pegg ve Doug Jung tarafından yazılıp, Justin Lin tarafından çekildi. Projenin hazırlanmasında Roberto Orci, Damon Lindelof ve Alex Kurtzman’ın da payı var. Bildiğiniz üzere önceki iki filmin senaristleriydi kendileri ve serinin yeniden doğuşu için yoğun emek harcamışlardı. Maalesef bazı anlaşmazlıklar sebebiyle projeden çekilmek zorunda kaldılar ve Star Trek bir süre yazarsızlık krizi yaşadı. Neyse ki sıkı bir Trekkie olan Simon Pegg (Aynı zamanda Scotty’i canlandırıyor) devreye girdi ve problemler bir nebze çözüldü. Doğrusu yaşanan bu ayrılığın Star Trek serisi için bir fırsat olduğunu söylemek gerekiyor. Önceki iki film tam anlamıyla bir blockbuster olmak için yazılmış ve sunulmuştu. Yazarların ve yönetmen J.J. Abrahms’ın “Lost” ile başlayan yürüyüşleri Star Trek ile zirve yapmış, ne yazık ki farklı projeler sebebiyle uzaklaşmışlardı. Sil baştan kurulan teknik kadronun gerçekten Trekkie insanlardan oluşması benim bu film için umutlanmama sebep oldu. Zaten ilk açıklanan Rotten Tomatoes puanının %88 dolaylarında olması derken başarılı bir Star Trek filmi izleyeceğimiz hissi iyice kafama yerleşti.
Yukarıda sıklıkla vurguladığım gibi; hem Simon Pegg, hem de Justin Lin iyi birer Trekkie. Her ne kadar Justin’in, Hızlı ve Öfkeli serisi yönetmeni olarak nam salması bir engel gibi gözükse de, tarzının filme uyduğunu söylemek doğru olacak. Elbette filmin şikayet edebileceğin en kritik hamlesi ondan geliyor. Kamerayı bir direksiyonmuşçasına kullanması, 180 derece döndürme hareketleri, ani zoomlar, yükselişler ve alçalışlar derken gerçekten Hızlı ve Öfkeli: Uzay Yolu filmi izliyormuşuz hissine kapılıyorsunuz. Yine de yönetmenin bu hamlesi özellikle aksiyon sahnelerini çok daha ilgi çekici kılmış ve sizi filmin heyecanına dahil etmiş olduğu söylenebilir. Şahsi olarak yönetiminden memnun kalmadım, ama en azından yazar ekiple beraber iyi bir hikaye kurgusu yaratabilmiş.
Filmin bugüne kadar en çok beğenilen tarafı, muhakkak oyuncu kadrosuydu. Orijinal ekibe hem görsel hem de karakterizasyon açısından yakın olan ekibin çekirdiğini oluşturan üçlü Kirk, Spock ve Bones, kaldıkları yerden tatmin eden performanslarına devam ediyorlar. Özellikle Spock ve Bones, orijinal karakterleri aratmıyorlar. Chris Pine’ın Kirk’ü biraz daha lider ruhlu olabilse tadından yenmeyecek, ama o da en azından karakterin ‘badass’ ruhunu iyi yansıtıyor. Öteki tarafta Simon Pegg’de gerek aksanı gerek ifadeleri ile çok iyi bir Scotty olmuş, hikayeyi kendi yazdığı için karakterine de torpil geçtiği sahneler var, ama o kadarı da olsun diyor insan.