Star Wars Bölüm 7: The Toys Awaken
İlk kez merhaba sevgili Kahramangiller. Bu yazıyı belirli bir kitleyi hedef alarak yazmadığım için, içinde bolca gereksiz bilgi olabilir, lütfen bağışlayın.
Star Wars fanları tarafından yazılmış çoğu Güç Uyanıyor kritiği aynı şekilde başlıyor: Başarısız olursa adının Jar Jar Abrams’a çıkacağını bilen J.J. Abrams… Ama öyle ya da böyle, Abrams 10 yıl sonra tekrar hepimizin hayatına derinden işlemeyi başardı Star Wars’u. 1999’da aklı başında olanların hatırlayacağı, köşe başında Jar Jar Binks ve Darth Maul cut-out’ı olan günlerin daha da fenası. Ve belki de o gün rüzgarı arkasına alamayan film serisi için ikinci bir şans.
Sıcak Patates
Hatırlanacağı gibi Disney, Lucas Films’i satın alır almaz yeni bir üçleme müjdesi vermişti ancak medyada lanse edildiği gibi dahi çocuk Abrams’la hemen anlaşılmış değildi. Hatta planlanan filmlere yönetmen bulunması işi hiç de sevimli olmamıştı. Disney markayı satın aldığında – bir yandan eleştiri bombardımanına tutulurken – önce J.J. Abrams tarafından kibarca reddedilmiş, daha sonra içlerinde günümüzün popüler aksiyon filmi yönetmenlerinden Guillermo Del Toro, Christopher Nolan ve Joss Whedon’ın yanısıra, Brad Bird ve David Fincher da olan bir dizi yönetmenle masaya oturup eli boş kalkmışlardı.
“Star Wars gibi büyük bir franchise’ı kim yönetmek istemez ki?” diye düşünüyor insan; ama aslına bakarsanız bu ilk kez yaşanan bir aksilik değil. Biraz eski kafalı Star Wars fanlarının (o gün bayılsalar da) bugün nefret ettiği ön-üçlemeyi çekmeden önce, hikayenin babası George Lucas, yönetmen koltuğu için Steven Spielberg, Robert Zemeckis ve Ron Howard (ve belki de daha fazlası) ile görüşmüş, hepsi tarafından reddedilince de mecburen bu görevi kendisi üstlenmişti.
Ancak Star Wars’ın neden bu “sıcak patates” etkisini yarattığını anlamak güç değil. Her şeyden önce Star Wars filmlerinin yapımı, piyasadaki hemen her filmden daha uzun sürüyor. Senaryosunu yazmak, castingi belirlemek, set ve maketleri hazırlamak, çekimleri yapmak, CGI ve post prodüksiyon kalemlerinin her biri yarımşar yıl süre alıyor. Dahası, bu kalemlerinden biri bile sağı solu belli olmayan biz fanlar tarafından beğenilmese, yönetmen topa tutulacak ve çizilen karizmasını ömrü billah toparlayamayacak.
Ancak asıl sebepler bunlar değil. Bir Star Wars yönetmek demek sadece kamera arkasından oyunculara çemkirmek değil, prodüksiyonun ağır bir kısmını da üstlenmektir, filmin senaryosu da dahil – ki bu bölüm 5 ve 6’da böyle olmuştu. Dolayısıyla gidilen yönetmenler de bu kalibrede yönetmenlerdi. Malumunuz Abrams zaten yönetmenden ziyade yapımcı, diğer en ciddi adaylardan Bird, yönettiği çoğu filmin aynı zamanda senaristi, Avengers’ların yönetmeni olarak bildiğimiz Whedon, aynı zamanda Buffy, Angel ve Firefly gibi dizilerin yapımcısı ve yazarı. Aynı şekilde Lucas’ın ön-üçleme için düşündüğü isimlerin çok yönlülüğünü saymaya gerek dahi yok. Yani aranan sadece bir yönetmen değil, tüm süreci yönetecek bir isimdi.
Ancak bu kalibredeki neredeyse tüm yönetmenler, aynı zamanda kendi tarzını da filmlerine yansıtan adamlar. Yani Nolan’ın yönettiği bir Star Wars’ın ne Lucas’ınkiyle ne bir başkasınınkiyle uyumlu olmayacağını düşünmek gayet doğal. Ancak hem Lucas, hem de Disney daima uyumluluk sorunu yaşanmaması şartı koşuyordu. Uyumluluk derken, sahne aralarındaki eski moda geçişlerden bahsetmiyorum – varsayılan Star Wars evreninde ne, nasılsa, filmler de ona uygun olacak. Yani yönetmenin kafasına göre bir karakter ekleme ya da öldürme lüksü yok. Oyuncağı satılacak tüm gemiler, droidler filmde görünecek. Işın kılıcı düellosu mutlaka olacak, gereken karakterler filmde “force” yeteneğini sergileyecek. İşte bunca kısıtlamanın içinde özgün bir senaryo yazıp, bu senaryonun dengesiz fanlar tarafından sevilmesini beklemek… Pek mümkün değil. Bu yüzden de bu isimlerin en kalifiye olanları bu topa asla girmedi. İhale son anda Bird’den sekip, içlerinden yönetmenlik deneyimi en az olan Abrams’a kaldı. Ancak aklını kullanan Abrams, yukarıdaki formülün işlemeyeceğini bildiği için “özgün senaryo” kısmını eledi.