Star Wars: The Rise of Skywalker – Analiz, Tahmin ve Anekdotlar
Bir yıldan fazla süredir ara verdiğim Analiz, Tahmin ve Anekdotlar yazılarıma Star Wars: The Rise of Skywalker ile dönüş yapmaya karar verdim. Zira son yıllarda izlerken bu kadar karışık duygulara kapıldığım başka bir film olmadı.
Devam etmeden önce geleneksel olarak bu yazının doğası gereği filmi izleyenleri hedeflediğini, henüz filmi izlememiş olanların eşek yüküyle spoiler‘a maruz kalacakları için yazıdan uzak durmalarının kendi hayırlarına olacağını hatırlatayım.
Aynısının Daha Büyüğü
2000-2011 yılları arasında Marvel Comics’in Şef Editörü olarak görev yapan Joe Quesada, bir röportajında 60’lı yıllarda Stan Lee’nin hikaye yazarken “Acaba şu daktiloyu pencereden dışarı fırlatsam ne olur?” diye düşünerek hikaye yazmaya başladığını, daha sonra ise “Spider-Man daktilo birinin kafasına düşmeden onu havada yakalar ve o anda dövüştüğü Absorbing Man‘in zincirli güllesinden kaçarken ona fırlatır.” diyerek devam ettiğini anlatmıştı. Quesada, 90’lı yıllardaki çizgi roman yazarlarının ise “Bu sefer pencereden bir değil iki daktilo fırlatalım, hatta daktilo değil, bu kez masa fırlatalım!” mantığıyla hikaye yazmaya çalıştığını, bu şekilde iyi bir hikaye anlatılamayacağını söylemişti. Sektör farklı olabilir, ama hikaye anlatımı açısından argüman sağlam…
Maalesef yeni Star Wars üçlemesinin ilk filmi olan The Force Awakens da bu sorundan muzdaripti. Filmde Star Wars: The New Hope’da konu edilen Death Star’ın hormonlu versiyonu Starkiller Base’in kullanılmasıyla sonuçlanan “aynısının daha büyüğünü yapma” eğilimi hem hikaye örgüsünü tekrara sokmuş, hem de önceki filmlerdeki kahramanların başarılarını tamamen yok saymıştı. Serinin bir sonraki filmi The Last Jedi bu sorundan azade, mümkün olduğunca orijinal bir çizgide ilerlemeye çalışmıştı. Ancak yapıbozumun suyunu çıkarmasıyla fanların büyük tepkisini çekmişti.
Bu yazının konusu olan The Rise of Skywalker’a gelince “aynısının daha büyüğü” mantığının filmin ikinci yarısına tamamen hakim olduğunu görüyoruz. Kafa yapısı çok ortada: “Star Wars: Empire Strikes Back’de Luke’un babası kim çıkmıştı?”, “Darth Vader.”, “Vader’ın bir büyüğü kim?”, “Palpatine.”, “Harika, hatta Rey ile akrabalık seviyesi de bir büyüğü olsun, babası değil de büyükbabası olsun!”. Tebrikler, kesinlikle “aynısının daha büyüğü” olmuş…
Prenses’in Eksikliği
Yeni üçlemenin ilk filmi The Force Awakens‘da orijinal üçlemenin efsanelerinden Han Solo, ikinci film The Last Jedi‘da ise Luke Skywalker aktif rol almıştı. Son film The Rise of Skywalker’da da aynı formüle dayanarak hikayede aktif olacak efsanenin Prenses Leia olmasını dilerdim. Ancak sevgili prensesimiz Carrie Fisher’ın ilk filmin vizyona girmesinden kısa süre sonra aramızdan ayrılması “bu kez” bunu mümkün kılmadı.
İkinci film de benzer sorunla yüz yüze kalmış, ancak Carrie Fisher’ın bölümlerinin halihazırda büyük bölümünün çekilmiş olmasıyla durum ucu ucuna kurtarılmıştı. Zaten senaryo gereği (belki de bu sorun yüzünden senaryo o yöne çekiştirilmişti) Prenses Leia yoğun bakımdaydı. Ancak son filme gelince her ne kadar evvelden çekilmiş görüntülerle hikaye akışına dahil olması, hatta etki etmesi için samimi çaba sarf edilmiş olsa da maalesef Prenses Leia’nın aktif rol alması sağlanamadı.
Oyuncak Alın Oyuncak!
İkinci film The Last Jedi’da Supreme Leader Snoke, Kylo Ren’e “Çıkart şu aptal miğferi” demişti hatırladınız mı? Disney’in miğfer satışları kötü etkilendiğinden olsa gerek, söz konusu miğfer restore edilerek geri geldi. Bu manevra ayrıca bir önceki filmin yönetmeni hem Rian Johnson’a bir mesaj da içermiyor değil elbette.
Miğfer dışında oyuncak satmak için tasarlandığı aşırı ortada olan Zorii Bliss karakteri de var. Hikayeye katkısı neredeyse sıfır, ama kostüm ve kask muhteşem! Adeta bir Power Ranger! Hatta bu sözümün altını çizin; Zorii Bliss karakteri yakın zamanda convention’larda en çok karşımıza çıkan Star Wars temalı cosplay olmaya aday!
Bunun dışında Millenium Falcon yerine kullanılan Ochi’nin gemisi Bestoon Legacy’yi de unutmayalım. Hatta geminin içindeki D-0 adlı yeni sevimli droid’imizi de cabası. O droid de tıpkı BB-8’in mekanik oyuncakları gibi su gibi satacaktır.
Son olarak şu tarihi Sith Hançerini var! O hançerin çılgın fiyatlı replica’ları koleksiyonerlerin en çok rağbet edeceği şeylerden biri olacaktır.
İyileştirme ve Ölüm Hakkında
İyileştirme gücü, insanlığın inanç tarihi kadar eski. Özellikle mitolojide kişinin ne kadar kutsal biri olduğunu vurgulamak için iyileştirme gücü bahşedilir. Ancak popüler kültürde (evet, bence bilgisayar oyunları da dahil) kullanılan iyileştirme gücü, hatta bu gücün ölüyü bile diriltebilecek şekilde abartılması hikayedeki tüm dramayı yok etmekten başka hiçbir işe yaramaz.
Ölüm kavramının en üzücü yanı, ölmüş kişinin hayatınızdaki etkilerinden artık yoksun kalmış olmanızdır. Ancak ölmüş kişi her başınız sıkıştığında zuhur edip yanınızdaki kayaya oturuyor ve size nasihat vermeye devam ediyorsa ölmüş olmasının hiçbir dramatik yanı kalmaz. Kısacası iyileştirme ve force ghost denen hadiselerin Star Wars’taki varlıklarının ne kadar drama katili olduğunu başka nasıl vurgulayabilirim bilemiyorum.
“Ben Esasen Senin Babanım Yavrum”
Bu arada Bir önceki film Star Wars: The Last Jedi’ın elbette eleştirilecek birçok yönü vardı, ancak bunlar arasında beni özellikle çok şaşırtan “Rey’in ailesi nasıl olur da ‘hiç kimse’ olur?” argümanı olmuştu. Neden olmasın ki? Star Wars fan kitlesinin atomlarına kadar işlemiş olan “seçilmiş kişi” hikayesi izleme isteği acaba bir gün son bulacak mı?
Aynı şekilde Lando Calrissian’ın filmin sonunda Jannah’a babası olabileceğini ima ettiği sahne de gözlerden kaçmadı. Neden? Önemli birilerinin oğlu ya da kızı olmadan seyircinin o karakteri beğendirme ihtimali hiç mi yok?
Bir Hikaye Evrenini Yapıbozumuna Uğratmak
Bir hikaye evreninde teknolojik ve mistik açıdan sınırların çizilmiş olması kritik önem taşır. Hele ki Star Wars gibi büyü ve teknolojinin iç içe girmiş olduğu bir space opera evreninden bahsediyorsak. Ancak bu şekilde tutarlı hikayeler anlatılabilir ve yaratılan evrenin çevresinde kemikleşmiş fan kitlesi oluşmaya başlar.
Ancak The Last Jedi’da yapıldığı gibi birdenbire FTL’e çıkan bir geminin kendisinden kat be kat büyük bir gemiyi ve beraberindeki filoyu yok edebileceğini ortaya atarsanız 40 yıllık bir hikaye evreniyle, o evrende anlatılan hikayeleri anlamadığınız gibi üstüne üstlük kafa buluyorsunuz demektir.
The Rise of Skywalker’da da benzer şekilde belli bir hazırlık aşaması gerektiren FTL hızına çıkmanın anlık olarak zırt pırt yapılabildiğini gördük. Evet, görsel olarak harika sahnelerdi, ancak vaktiyle Han Solo’nun FTL öncesi yaptığı hazırlıklar gereksiz miymiş yani? Bununla beraber artık insaf, daha iki film önce gezegen kadar olması gereken kitle imha silahının minyatür versiyonlarının yüzlerce gemiye monte edilmesine ne demeli?
Maalesef J.J. Abrams denen hergele aynı haltı 2013 yılında çektiği Star Trek: Into Darkness’ta da yemişti. Seride uzun süre menzili en fazla bir gezegenin üst yörüngesi (aşağı yukarı 35 bin km) kadar olan ışınlanma teknolojisinin menzilini bir güneç sisteminden diğerine olacak kadar uzatmış, hatta üstüne üstlük bunu gerçekleştiren cihazı da portatif hale getirmiştir. Böylece Star Trek evreninde artık uzay gemisine ihtiyaç kalmamıştır! Dahası, Augment adı verilen genetik mühendislikle güçlendirilmiş kişilerin kanları başkasına enjekte edilerek iyileştirme, hatta ölümden bile döndürme imkanı sağlanmıştır! (Ne kadar tanıdık geldi değil mi? Hatta konu hakkında HISHE‘nin harika bir animasyonu var.)
Uzun lafın kısası; Bu Jar Jar Abrams denen herif, evrenlere konulan sınırlamalar dahilinde hikaye anlatmayı beceremediği için yok saymayı tercih etmiştir.
Uzay Savaşlarında Ters Ninja Kanunu?!
Alt kültürde tek bir tanesi çok tehlikeli olan bir rakip türünün onlarca, hatta yüzlerce olması durumunda hiçbir tehlike arz etmemesi durumuna Ters Ninja Kanunu denir. Ancak bunun uzay savaşlarında kullanıldığına belki de ilk defa şahit oluyoruz.
Orijinal üçlemede tek bir star destroyerin ne kadar ürkütücü olduğunu hatırlayın. Hatırladınız mı? Güzel, şimdi de filmdeki akşam içtimasına çıkmışçasına boncuk gibi dizilmiş yüzlerce star destroyer gözünüz önüne gelsin. Anlatabildim mi? Birdenbire bir star destroyer korkutucu bir rakip olmaktan çıkıp hiçbir işe yaramayan hurda yığınına dönüşmedi mi?
Yakaladığım Anekdotlar
- Poe Dameron’un geçmişinde baharat kaçakçılığı yapmış olması Han Solo’ya bir gönderme. Ancak ben bu baharat mevzusunun Poe Dameron’u canlandıran Oscar Isaac’in Dune filminde Dük Leto Atreides’i canlandıracak olmasına bir gönderme de olabileceğini düşünüyorum.
- Kylo Ren’in miğferinin tamir edilme tekniği, Japonların “Kintsugi” yani “altın tamir” adını verdiği seramik onarma tekniğinin aynısıymış. Darth Vader’ın orijinal maskesinin bir samuray zırhından esinlenildiği, Kylo Ren’in miğferinin de onun bir kopyası olduğun düşünülünce bu gerçekten güzel bir dokunuş olmuş.
- Filmin sonunda Rey’e destek veren Jedi sesleri arasında mutlaka size de tanıdık gelen birkaç tanesi olmuştur. Şimdi sıkı durun, zira bu Voice Cameo’yu araştırınca çizgi serilerden bile katılım olduğunu öğrendim:
Obi van Kenobi (Evan McGregor ve merhum Alec Guinness): “These are your final steps, Rey. Rise and take them… Rey… Rise.”
Hayden Christensen (Anakin Skywalker): “Rey… Bring back the balance, Rey, as I did… The Force surrounds you, Rey… Let it lift you.”
Ashley Eckstein (Ashoka Tano): “Rey.”
Kananb Jarrus (Freddie Prinze Jr.): “Rey… In the heart of a Jedi lies their strength.”
Luminara Unduli (Olivia D’Abo): “The light. Find the light, Rey.”
Qui-Gon Jinn (Liam Neeson): “Every Jedi who ever lived, lives in you… We stand behind you, Rey… Rise.”
Aayla Secura (Jennifer Hale): “Let it guide you.”
Mace Windu (Samuel L. Jackson): “Feel the Force flowing through you, Rey.”
Adi Gallia (Angelique Perrin): “Rise, Rey.”
Yoda (Frank Oz): “Rise in the Force, Rey.”
Luke Skywalker (Mark Hamill): “Rey, the Force will be with you. Always.” Ayrıca bu voice cameo’nun 2005 yılında yayınlanan X-Men: Phoenix Endsong’dan aşırı esinlenilmiş olduğu da gözümden kaçmadı. İnanmıyorsanız kendiniz bakın: - Endor’un bol okyanuslu ayı Kef Bir’de, Death Star’ın enkazı üstünde geçen Rey ve Ren’in unutulmaz savaşı pek çok yönden Star Wars: Episode III – Revenge of the Sith filmindeki Obi-van Kenobi ile Anbakin Skywalker’ın lavlar arasında geçen dövüşlerine göndermeydi.
- Lord of the Rings üçlemesinde Meriadoc Brandybuck’ı canlandıran Dominic Monaghan’ın Star Wars: The Rise of Skywalker’daki Beaumont karakterini canlandırdığını hepiniz fark etmişsinizdir. Monaghan ve filmin yönetmeni J.J Abrams yakın arkadaşmış ve son Dünya Kupası’nda bir iddiaya girmişler. İddiayı Monaghan kazanırsa ödülü yeni Star Wars filminde bir rol olacakmış. Görünüşe göre iddiayı kazanmış…
- BONUS: Yeni nesil Star Destroyer’lerin altlarından çıkan ve penisi andıran gezegen katili silahlar acaba son yılların SJW modası “toxic masculinity” söylemine bir gönderme mi? Eğer öyleyse penislerinden vura vura düşürmeleri de manidar olmuş…