Star Wars: The Rise of Skywalker – Yeni Üçlemenin İstenmeyen Çocuğu
Skywalker sagasının son filmi The Rise of Skywalker, Star Wars tarihinin en tartışmalı filmi olma ünvanını, vizyona girer girmez aldı. Ancak film hakkında görüşlerime gelmeden evvel, biraz ortamı hatırlayalım isterim:
Disney evreninin ilk filmi The Force Awakens, Star Wars markasını bir sonraki nesle aktarmak adına verilmiş çok kötü bir karardı. Bolca nostaljisini yarattı, çekirdek aileyi sinemaya çekti ama gerek orijinal üçlemenin hikayesini, Skywalker’ların ve isyancıların kazanımlarını yok sayması, gerekse ortada ayakları yere basan yeni bir hikaye bırakmaması ile bizlerde geleceğe dönük pek bir merak ve heyecan bırakmadı.
Johnson’ın The Last Jedi‘ı ise The Force Awakens’a cevap niteliğindeydi. Onun bıraktığı klişeleri yıkmak adına hikayenin askıda kalan tüm noktalarını yok saydı. Snoke, Rey, Resistance ve 7. bölümde yaratılan tüm karakter ve olguları süpürüp “bunların hiç bir önemi yok aslında” dedi. Johnson bu konuda bir bakış açısından haklı olabilir ama eğer Snoke’un ya da Rey’in ebeveynlerinin kim olduklarının bir önemi yoksa, bizim de Star Wars izlememize gerek yok. The Last Jedi, selefinin pisliğini temizleyeceğim derken sıvadı, geriye devam edebilir bir hikaye bile bırakmadı.
Not: Bu yazı, fragmanların ve filmin sinopsisini içerdiğinden öte bir spoiler içermemektedir. Eğer fragmanları izlediyseniz ama filme gitmediyseniz de gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.
İstenmeyen Çocuk Skywalker
The Rise of Skywalker, bence ne Disney’in, ne de Abrams’ın çekmek istediği bir film değildi. Sadece üçleme tamamlansın diye zorla çektikleri bir film. Gişede muazzam bir başarı elde etmeyeceğini herkes biliyor ama Star Wars gibi pahalı bir markayı işler durumda bırakmaları için bu film şarttı. O derece istemiyorlar ki, sırf başarısız olma korkusu ile gelecek tüm film planları iptal edildi bile. Mandalorian gibi dizi projeleri hem çok daha risksiz, hem de daha kârlı. Kârlı çünkü tek sinema bileti değil abonelik satıyorlar. Risksiz çünkü izleyicinin dizilerden beklentisi çok düşük. Daha sonra üzerine konuşuruz ama Mandalorian bence pek bir esprisi olan bir dizi değil ama şimdiden ciddi bir izlenme oranı yakaladı. Disney de bu kılçıksız formülü çok sevdi.
Konumuza dönersek, madem ki bu üçleme bitirilecek, bu sefer çuvallamamak gerekiyordu ama nasıl? Eğri oturup doğru konuşalım, Kylo Ren üçlemeyi taşıyacak bir kötü değil. Karakterin en büyük kozu, içindeki çelişkisi ve bunu kullanmadan karakter arkı tamamlanmayacak. Yani kendini affettirmeden bu üçleme bitmeyecek. E iyi de, üçlemenin baş kötüsünü, üstelik ne bir arkaplan, ne de bir yedek bırakmadan temizlediniz, kime karşı affettirecek kendini? Düşünüyorum da, sanırım Palpatine’i geri getirmek haricinde pek bir seçeneği yoktu filmin. İşte böyle, The Force Awakens gibi kötü bir film yazarsanız, devamını getirmek için seçeneklerinizi yok edersiniz.
Yine de ana plot olarak Palpatine’i geri getirmek, şu noktada yeni bir kötülük tanıtmaktan iyidir, çünkü bu saatten sonra yeni bir kötüye arkaplan oluşturmaya ve hacim kazandırmaya vaktiniz yok. Palpatine, üzerine hali hazırda 4 film çekilmiş, belki de sinema tarihinin en hacimli, en gerçek on kötüsünden biri. Ha, Palpatine’i bozabilir misiniz? Evet, ama Luke’u bozmanızdan daha fazla kızmayız.
Ama Kimin Çocuğu?
Tabi burada lafımın sadece J.J. Abrams’a olmadığını da belirteyim. Star Trek ve Star Wars dışında sinema yönetmenliği deneyimi olmayan Abrams, bu filmlerin baş yazarı da değil (tıpkı Star Trek’lerin yazarı olmadığı gibi). Sadece görsel yönü güçlü olan bir prodüktör aslında. Kendini bu kadar ön plana çıkarmasa, belki de okları bu kadar üstüne çekmeyecekti. The Rise of Skywalker’ın da yazarı, Argo ve Justice League’den tanıdığımız Chris Terrio. Çok iyi bir geçmişi olmadığının farkındayım.
Tabi yaklaşık bir ay önce, çekilen filmi George Lucas’ın izlediğinde hiç beğenmediğine, editing anlamında başına oturup Abrams’a yardım ettiğine yönelik haberler duyunca, ne düşünsem bilemedim. Acaba Lucas’ın dediği kadar kötü mü olacaktı, yoksa Lucas’ın eli değdiği için iyi mi olacaktı? Tıpkı Solo gibi, bu film de sıcak patates gibi elden ele atıldı.
Hani Kostümlü Fanlar Nerede?
Sonuç olarak sinemaya hemen herkes gibi son derece düşük beklentilerle gittim. Şu yazıyı yazma telaşım olmasa gider miydim bilmiyorum. Yine de madem ki o bilet alındı, filme bir şans vermek adına zihnimi boşalttım ve öyle izledim.
Eldeki kısıtlı seçenekler üzerinden başlayan film, sürpriz bir şekilde gayet doyurucu bir giriş yapıyor. Sonunda, 3. filmde baş karakterlerimiz hafiften hacim kazanmaya başlıyor. İkili ilişkilerinin dinamiği tek satırlık klişe repliklerin ve anlamsız bakışların ötesine geçiyor. Filmin ilk yarısı özellikle Poe ve Finn’in omuzlarında ve gerek öykü, gerekse oyuncular sonunda bu karakterlerin hakkını vermeyi başarıyorlar. Rose ve Holdo gibi riskli (ve başarısız) kararlar bu sefer alınmamış. Filme giren pek çok yeni yan karakter, son derece sempatik olmayı başarıyor. The Last Jedi’ın bence en güçlü yanı olan Kylo Ren ile Rey arasındaki telepatik bağ filmde korunmuş, her ne kadar aralarındaki cinsel tansiyon azalsa da karakter etkileşimi açısından önemli bir besin kaynağı.
İlk yarı acele etmeden, oldu bittiye getirmeden, yeni serüvenimizi ilerletiyor. Görsellik, (tek başarılı yönü bu olan) The Force Awakens’tan bile daha yukarıda. J. J. Abrams kendine düşen işi buraya kadar yapmış. Tek sorun, hikaye anlatımında anlamsız kopukluklar var, eğer cinsellik içeriği olan bir film olsa, filmin kesilmiş olabileceğini düşüneceğim üç nokta vardı. Neyse, affedilemeyecek bir şey yok.
Filmin bir diğer artısı ise, önceki iki filmin tamamen ihmal ettiği Star Wars evreni. The Rise of Skywalker, az da olsa içinde geçtiği evrenin, hikaye ile ilgisiz öğelerine de değinen bir film. Ki Mandalorian da bu anlamda ders alındığını ispatlıyor. Bu kucaklayıcılıkla birlikte, bir rollercoaster yolculuğuna dönüşmeden, tatlı tatlı ilerleyen bir yapı var. Ancak bu genişlemenin bir finale bağlanması belli ki sancılı olacaktı.
Oluyor da. Filmin ikinci yarısında öykü, üç dev yanlışa imza atıyor.
Üç Ölümcül Günah
Bunlardan ilki, abartı bir fan service yumağına bağlanması. Tamam, gişe adına bir miktar fan service ile barışık olmak durumundayız ama filmde Return of the Jedi’dan birebir alınan pek çok sahne var. İşin komiği, The Last Jedi’da da The Empire Strikes Back’ten bariz alıntılar vardı ve kopyacılık konusunda üçleme kendini tamamlamış oluyor. Kopyacılık diyorum, çünkü iş gönderme boyutunu geçmiş, tadı kaçırılmış. Özellikle filmin final sahnelerinin tamamı (finali de dahil) 6. bölümü tekrara düşünce, bunu kolaycılıktan başka bir şekilde tanımlamak mümkün olmuyor.
İkinci yanlış ise sona doğru filmdeki her şeyin (yeni üçleme trendine uygun şekilde) abartılı olması. Süper silah (evet, nasıl yani demeyin, yine yeni yeniden süper silah) bu sefer bir değil yüz bin tane. Force gösterileri hayvanlar aleminin her yerine su kaçıran cinsten. İlk yarısı 4-5 karakter arasında geçen filmin ikinci yarısında karakterler, giderek büyüyen ölçekte tamamen kayboluyor, sürekli şu soru akıllara geliyor: O zaman az önce izlediklerimizin ne önemi vardı?
Yahu arkadaş anlayın artık. On kere gezegen patlattınız, artık üzülmüyoruz. Yüzümüz gözümüz süper silah oldu, artık korkmuyoruz. Herkes force fışkırtıyor, artık etkilenmiyoruz. Siz bu vitesi ne kadar artırırsanız etkisi o kadar azalıyor, ne kadar düşürürseniz o kadar artıyor. Filmde, iki karakter arasında force cümbüşü olmayan, mütevazı bir ışın kılıcı düellosu salon tarafından nefesler tutularak izlenirken, her yerin force ile boğulduğu sahnelerde yüksek sesli gülüşmeler duyuldu. Bu olmasın artık.
Cevaba Cevap
Üçüncü büyük yanlış ise, nasıl ki The Last Jedi, selefini retconlayarak sağlı sollu tokatladıysa, bu film de özellikle ikinci yarıda The Last Jedi’ı tokat manyağı yapıyor ve zaman zaman yine aynı şekilde 4. duvarı yıkarak önceki filmde Rian Johnson’ın bazı sahnelerine cevap veriyor. Bu sidik yarışı, rahatsız edici ve anti-atmosferik olduğu gibi aynı zamanda da insana “bu nasıl profesyonellik, bu marka nasıl yönetiliyor arkadaş?” diye düşündürüyor. Star Wars ekranı yönetmenlerin çocukça ve sıkıcı kavgasına sahne olmamalıydı. Bu noktada da iş markayı yönetenlere düşüyordu.
Ben üçlemenin ilk iki filmini sevmeyenler cephesinden böyle konuşuyorum ama işin tuhafı, film bu yönüyle The Last Jedi’ı beğenen azımsanmayacak boyuttaki kitleye de hiç hoş bir mesaj vermiyor. Öyle ki, The Rise of Skywalker, filmi asla izlemeyecek boykotçu kitle için yapılmış gibi.
Filmin sonu, denenmiş ve başarılı olmuş bir formülü taklit ettiği için buruk bir tat bırakmıyor. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki The Rise of Skywalker, bu hikaye kalıbını, filmin ilk yarısındaki ölçek ve tempoda anlatsa, Disney – Star Wars iş birliğinin, Rogue One da dahil, en iyi filmi olabilirdi. Şu haliyle, son derece izlenebilir bir film ve yeni üçlemenin en iyi filmi ama kesinlikle üçlemeyi fanlar nezdinde tozlu raflara kaldırılmaktan kurtaracak boyutta değil. Bunu denemişler ama olmamış, şu haliyle üçleme hakkında, benim aklımdaki tek cümle: “İyi ki bitti!”