Suicide Squad – Analiz, Tahmin ve Anekdotlar

Romantik Aşıklar mı? Külahıma Anlatın!

Nasıl Stephenie Meyer tutup da vampir mitlerinin altını üstüne getirip “güneşte parlayan emo vampir” fikriyle ergenlerin aklını bulandırdırsa, korkarım Joker ve Harley Quinn ilişkisi için de bir benzeri Suicide Squad’da yapılmaya çalışılmış.

Her iki karakterin de 10’lu yaşların sonu, 20’li yaşların başı civarlarında takipçiler tarafından çok sevildiğinin farkında olan yapımcılar, çiftin ilişki dinamiklerini Twilight kıvamına getirmek adına bir hayli başkalaştırmış gibi görünüyor. Harley Quinn’in ilk yaratıldığı çizgi film evreninde de, çizgi roman evreninde de Joker ve Harley Quinn arasında istismara dayalı, tek taraflı ve çoğunlukla Stockholm Sendromu olarak nitelendirebileceğimiz bir ilişki söz konusudur. Filmde bu ilişki o kadar romantik ve etkileyici sahnelerle aktarılmış ki, sanki dersiniz yüzyılın aşkı dönüyor ortada. Oysaki Harley için bu, benim diyen Women in Refregirator sendromlu kadın karakterlere taş çıkartacak kadar trajik ve talihsiz bir ilişkidir.

Ortada romantizm falan yok arkadaşlar!

Ortada romantizm falan yok arkadaşlar!

Neyse… Bu gibi durumlarda ne yapıyorduk? Derin bir nefes alıp vererek bunun DC Çokluevrenine bağlı birçok farklı paralel evrenden biri olduğunu kendimize hatırlatıyor ve hayatımıza devam ediyorduk değil mi? Nefes al… ver… al… ver…

Diğer Karakterler

Açıkçası diğer karakterler öyle haklarında çok bir şey yazılacak gibi değil. yine de kısa kısa da olsa değinmek istiyorum:

Rick Flagg, benim The Killing adlı diziyle kendisini keşfettiğimden beri ilgiyle takip ettiğim bir aktör olan
Joel Kinnaman tarafından bence gayet başarılı canlandırılmış. Hatta bunu söylediğim için muhtemelen tenha bir yerde sıkıştırılıp cinayete kurban gideceğim, ama Kinnaman’ın başrol oynadığı 2014 yapımı Robocop rebootu da da bence o kadar tantana yapacak kadar kötü bir film değildi (Zırhı siyah yapmasalardı iyiydi tabi).

“Bir Victoria’s Secret mankeninden oyuncu olur mu?” sorusunun cevabı olarak karşımıza çıkan Cara Delevingne’nin Enchantress olarak görüntüsünü çok başarılı buldum, ancak özellikle büyü yaparken görünen sahneleri bana çok hareketleri yapmacık geldi. Filmin baş kötüsü olarak başarılı mıydı, değil miydi tartışması hala devam ediyor olsa da ben kendisini genel olarak etkileyici buldum.

Captain Boomerang, hatırlarsanız daha önce CW’da yayınlanan Arrow vs Flash crossover bölümünde Spartacus adlı diziden tanıdığımız Nick E. Tarabay tarafından son derece suratsız bir tipleme olarak canlandırılmıştı. Bundan ötürü olsa gerek, Boomerang’ın böylesine şen şakrak bir karakter olarak karşımıza çıkması büyük bir sürpriz oldu. Kendisini sevmeyen var mıdır acaba? Elbette filmlerde Avustralya’lıların şiveleri ön plana çıkarılan lazlar gibi yansıtılmalarına kendileri ne diyor merak etmiyor değilim. Bir de, keşke o bumeranglarla daha estetik hareketler yaparken görebilseydik kendisini.

El Diablo da olsa ne iyi sahneydi bu değil mi?

El Diablo da olsa ne iyi sahneydi bu değil mi?

Killer Croc‘un neden CGI kullanarak abartı bir yaratık olarak betimlenmediğini açıkçası anlayamadım. Hem görünüş, hem de davranışsal olarak biraz daha korkunç olmasını beklerdim açıkçası. Nedense uslu başlı, sevimli bir timsah olarak karşımıza çıktı nedense.

Katana karakteri ile Arrow dizisinde tanışmış ve kendisini oldukça sevmiştik (Ne yani? Siz sevmemiş miydiniz?). Filmde kendisini canlandıran Karen Fukuhara fena iş çıkarmamış, ancak senaryoda karaktere fazla yer yoktu. Bir kaç artistik kılıç sahnesi dışında pek aklımızda yer etmedi.

Diablo, tanıdığım bir karakter değildi açıkçası. O yüzden fazla yorum yapmak istemiyorum. Ancak hikayesinin biraz fazla dramatize edilmesi ve sonunda dönüştüğü o “şey” biraz tuhaf kaçtı sanki.

Amanda Waller da, evvelden Arrow dizisinde boy gösteren karakterlerden biriydi. Elbette Arrow’un yayınlandığı 13-17 yaş arası kitleye hitap eden CW kanalının geleneklerine uygun olarak çekici bir oyuncu olan Cynthia Addai-Robinson tarafından canlandırılan karakter, filmde çizgi romanlardaki orijinaline çok daha uygun bir oyuncu olan Viola Davis tarafından gayet başarılı şekilde canlandırılmış. “Suicide Squad” ismini basitçe “İntihar Timi” olarak değil de “Gerçek Kötüler” olarak çeviren o üstün yaratıcı zekaya selam çakarak filmin gerçek kötüsünün Amanda Waller olduğunu söylemek aslında hiç de yersiz olmayacaktır. Nursuz kadın seni! Bu arada “Gerçek Kötüler” çevirisiyle “Yenilmezler” çevirisinin aynı kafadan çıktığını düşünen sadece ben miyim? “Yenilmezler” ne yahu? Ne kadar laf etsem doyamıyorum!

Bir kez daha: "Ne oldum?" değil, "Ne olacağım?" diyeceksin!

Bir kez daha: “Ne oldum?” değil, “Ne olacağım?” diyeceksin!

Ne olduğunu anlamadığımız ve çok ahmak güçlere sahip bir süper suçlu olan Slipknot‘un sadece diğerlerine göz dağı vermek için orada olduğunu düşünüyorsanız yazının anekdotlar bölümüne mutlaka göz atın.

Son olarak; filmde hem Harley Quinn, hem de Deadshot’ın orijin hikayesinde boy gösteren Batman ve Captain Boomerang’ı adalete teslim eden kişi olarak Flash’ı görmek son derece tatmin edici nerdgasm sahnelerdi!

Yorumlar