Suicide Squad : Perşembenin Gelişi Çarşambadan Belli Olur
Killer Croc : Aman Ne Şeker Şey!
Şimdi şu tipi gerçekten şirin bulanlar var, gerçekten bir şey diyemiyorum ama ben ölü balığa bile dokunamam, o yüzden çok ciddiye almasanız da olur. Kişisel zevkimi bir tarafa bırakırsak, Suicide Squad’daki Killer Croc’un tipi, karakter ilk çıktığındaki görüntüsünün birebir aynısı diyebilirim.
Genç neslin bu görüntüyü beğenmemesinin büyük bir nedeninin, 1998-2005 arasında çıkan kuyruklu ve pençe ayaklı oyuncaklar olduğunu sanıyorum. 2002 tarihli Batman: Hush hikayesinde timsahımsı bir yaratık olarak çizilmiş olmasını da es geçmemek gerek. (Aslında bu versiyonda da karakter orijinalinde timsah deriliyken mutasyona uğratıldığı için, filmlerde görmeye devam edersek kuyruk çıkarma potansiyeli hala var).
Croc’un daha insansı (ya da humanoid) şekilde uyarlanması, hem özüne sadık kalmak, hem de Ayer’in pratik efekt kullanma tutkusunu gerçekleştirmek için. Adewale Akinnuoye-Agbaje %100 makyaj ile oynamış. Ancak karakter, filmde Drax the Destroyer ile Groot’un karışımı misali, biraz şapşal ve sevimli barbar karakter olarak gösterilmiş. Arkadaşlar… Killer Croc yamyamdır. Hani film karakteri tanıtmaya “İnsanlar ona bir canavarmış gibi davranınca, o da canavar oldu,” cümlesiyle bence çok doğru giriyor, ama çıkamıyor. Çünkü, Killer Croc’un da Joker kadar olmasa da kesilmiş bir çok sahnesi mevcut. Özellikle de tamamen boş ve amaçsız bir espri sahnesi haline gelen “I am Beautiful!” repliği, kesilmiş bir flashback sahnesiyle çok daha acıklı. Yani sen git karakterin orijinal formunu al. Sonra da Croc gibi korkutucu ve etkileyici bir süper suçluyu comic relief gibi kullan, Princess Bride’daki Fezzik’in timsah derili hali yap. Ayıp be Warner Bros… ayıp.
El Diablo : Süper Suçlu Aztek Tanrısı Çıkarsa
Suicide Squad, hele şükür DC sinematik evreninin ilk etnik karakterini işlemiş : normalde birden fazla El Diablo var, hatta ilk El Diablo olan Lazarus Lane siyah saçlı, çelik mavisi gözlü bir beyaz, güçlerini de Amerikan yerlisi bir şamandan alıyor. Tabii artık 70’lerde değil, 2016’da olduğumuz için, film Chato Santana’yı seçmiş. Normalde o da tıpkı Enchantress gibi vücudu ele geçirilen bir karakter. Ama iki tane ele geçirilme vakası olmasın diye bu “illete” doğuştan sahipmiş gibi gösterilmiş. Burada çok detaya girmiyorum, yakında dosyasını yazacağım oradan bilgi edinebilirsiniz.
Filmde en iyi işlenmiş süper suçlu, bence Jay Hernandez’in canlandırdığı El Diablo. Üstelik bu bile film için kötü bir şey. Neden? Çünkü insan sinirleniyor, “Bre yavşaklar, elin C sınıfı karakterini bile mükemmel işlenmiş, siz komediyle, montajla içine etmeden önce kim bilir diğerleri nasıldı?” diye. El Diablo, gerçekten de filmdeki en tatmin edici hikaye ve finale sahip karakterdi. Tabii onun da kesilmiş sahneleri mevcut ama şu haliyle de bence yeterli. Özellikle Aztek tanrısına dönüşmesi bence çok güzeldi. Ne dersiniz, etnik karakterlere devam ederlerse, hazır dizi evrenine Young Justice karakterlerini de getiriyorlar, bir Long Shadow filan da görür müyüz?
Bizim alt kültürde bu Aztek göndermesi pek anlaşılmamış, ama karakter çok bilinmediği için, mesela Civilization 5 filan oynamayıp, Aztek kralı Montezuma’nın tipini hiç görmemiş birinin anlamaması normal. Başa çeşitli erkek kuşların tüylerinin takılması, pek çok kültürde, özellikle de erkek kuşların çok güzel tüylere sahip olduğu Amerika coğrafyasından çıkma kültürlerde “alfa” olmayı ifade eder. Kabile şefleri, şamanlar, kabilenin en iyi savaşçısı filan hep tüylerle onurlandırılır. Bu tip bir gönderme bence çok hoş olmuş. Tabii Warner Bros izin verseydi de DC Succubus ile Incubus’un da orijin hikayesini verseydi, bu tanrısal varlıkların çarpışması gözümüzde çok daha anlamlı ve epik olabilirdi.
Enchantress : Neye Niyet, Neye Kısmet
Şimdi, ben Enchantress’in özellikle o tersinden dönüşüm sahnesini beğendim. Gerçekten şahaneydi. Ama ne fayda, hani iyi reklam kötü ürünün düşmanıdır derler ya. İşte bu sahne de filmin ikinci yarısında yıkılıp gidecek beklentileri fazlasıyla arttırıyordu. Aslında Enchantress plotu şu açıdan çok zekice: Amanda Waller’in bazen ne kadar salaklaşıp çiğneyebileceğinden büyük lokma ısırabileceğini seyirciye çok iyi anlatıyor. Amanda Waller’ın sıçış anı ve akabinde yüzünde beliren ifadeyi görmek paha biçilemezdi. Ama, bu Amanda Waller’ın işlenişini yüceltiyor sadece, Enchantress’ın kendi işlenişi tamamen havada kalıyor.
Normalde sanatçı olan June Moone’un arkeolog yapılması da bence fena değildi. Aslında az uğraşsalar ondan komple film çıkardı. Rick Flag’le baş göz edilmesini pek tutmadım, ama bu Flag’in beyaz perdeye aktarılışını beğenmememle ilgili olabilir. Ne kadar itici bir karaktere dönüşebileceğini The Revenant’da ispatlayan Tom Hardy’yi beklerken, Joel Kinnaman pek çok kişi için hayal kırıklığı oldu. Mesele şu ki, Rick Flag de öyle sempatik bir adam değil. Yukarıda Boomerang ve Deadshot için anlattığım sevimlileştirme çabasının, Flag’e ucuz bir aşk hikayesiyle uygulanması keyfimi kaçırmadı değil.
Aslını isterseniz, Enchantress bence filmin en zayıf halkası. Özellikle filmin ortalarından itibaren öyle kötü işleniyor ki, neredeyse kendi başına koca blockbuster’ı orta kalite bir B filmine dönüştürüyor ve bu hiç adil değil. Çünkü Enchantress’in dönüştüğü Succubus ve Incubus’un hikayesi, gerçek bir Suicide Squad bölümünden: John Ostrander’ın kaleminden çıkma The Nightshade Odyssey (1987-92). Enchantress’in bedenini ele geçiren varlık olan Succubus ve kardeşi Incubus’a bağı bu seride ortaya çıkar. Ancak, burada hedef karakter Enchantress değil Nightshade, kovalayan ise Incubus’tur. Nightshade, ülkesi yine Incubus tarafından yok edilmiş bir prensestir. Ayrıca Watchmen’deki Silk Spectre karakteri Nightshade’den esinlenilmiştir.
Bu hikayede ilginç olan şu; Suicide Squad üyeleri Nightshade’i Incubus’tan kurtarabilmek için Amanda Waller’a meydan okur. Yani, aslında bir sevimlilik var. Keşke iyi bir dramayla verilseydi de etkilenseydik. Kanımca Deadshot’ın Harley’i vurmaması biraz buna gönderme, ama hiç gerçekçi değil. Tabii Enchantress’i bu derece yadırgamamızın bir nedeni daha var. Ona da son sayfada değiniyorum. Bir de, Cara Delevingne’nin makyajsızken Jared Leto’ya benzediğini bir tek ben mi düşünüyorum?