Tale of Tales: Evvel Zaman İçinde Diyebilmek İçin
Geçenlerde Steampunk ile ilgili bir hayran sayfası mıydı, yoksa takip ettiğim yönetmenlerin sayfalarından birinde mi gördüm hatırlamıyorum. Lakin görür görmez, farkına bile varmadan “Çıksın kesin gidiyorum!” diyerek paylaşmıştım ki, editörlerimizden Gökçe Çimen durur mu?“Çıkmış bile” diye yapıştırdı. 2015 yılında vizyona giren bu filmi nasıl kaçırdığımı hala bilemiyorum. Muhtemelen bulunduğum şehre gelmedi bile. Eh, ne yapalım, oturup internet üzerinden izlemek zorunda kaldım.
Şunu söylemeliyim ki sevgili Kahramangiller takipçileri, bu yazı yazıp yazmamak konusunda ciddi kararsızlıklar içerisindeydim. Yahu bu filmi nasıl anlatayım, nasıl edeyim diye düşünürken, yine Gökçe Çimen’in “Sen yazmazsan ben yazarım,” ultimatumu ile oturdum yazmaya başladım.
Grimm Mi? Lütfen Ama…
Şimdi Grimm masallarını hepimiz biliyoruz. Çeşitli şekillerde sinemaya uyarlanan, bazen çocuklar, bazense yetişkinler için durmaksızın anlatılan masallar. Hepsi bilindik, hepsi tanıdık. Bir de Pentamerone var ki, Grimm kardeşlerin bunca masalı yazmasına vesile olan kişi. Boynuz, kulak misali adeta.
Grimm masallarının sinemaya uyarlanan ürkütücü versiyonlarını hatırlarsınız belki. Pentamerone’a ait olanlarının uyarlanmaya ihtiyacı yok. Zira halihazırda yeterince ürkütücü hikayeler. Aslında “ürkütücü” kelimesi eksik olur, filmle ilgili düşüncelerim de karmaşık; “garip” desek yeridir, lakin ürkütücü bir gariplik mevcut hikayelerde. İşte Masalların Masalı da, bu garip ürkütücülüğün ziyadesiyle başarılı bir şekilde beyaz ekrana yansıtıldığı, Matteo Garrone elinden çıkma, İtalya yapımı bir film.
Filmde Pentamerone’a ait üç farklı masal (Kraliçe, İki Yaşlı Kadın, Pire) bir arada ama bir o kadar da birbirinden uzak kalacak şekilde kullanılıyor. Uzak kalacak şekilde dememin bir nedeni var, hepsi aynı masal diyarında geçse de, masal kahramanlarının birbirleriyle olan etkileşimleri çok çok az. Örneğin ne zaman filmde saray erkanından birinin cenazesi olsa, bir başka ülkenin kralını cenazede ya da taç giyme töreninde görüyoruz. Bu arada belirtmem gerekir ki, senaryoda üç farklı masal eş zamanlı olarak yaşanıyor. Birbirlerine ise, dediğim gibi yalnızca dokunup geçiyorlar.
Filmi “Bir noktada birleşecekler, bir şeyler olacak,” diye bir heves izlesem de, sonunda beklediğim gibi olmadı. Yine de şunu söylemem gerek, beklentimin gerçekleşmemesi beni daha çok tatmin etti. Sanki, böyle bir şey olsa “Keşke öyle olmasaydı.” diyeceğimiz türden bir durum ortaya çıkacakmış gibi hissettim. İzleyince siz de bana hak vereceksiniz.
Bir Tutam Fantezi
Filmin fragmanını izleyip öldürülen deniz yaratıklarını, garip varlıkları, üstüne üstlük Targaryen kızımız Daenerys misali devasa bir kalbi hunharca yiyen Salma Hayek’i görünce “Dibine kadar fantezi var!” diyorsunuz içten içe. Lakin tüm bu olayların fragmanda gösterildiğiyle kaldığını söyleyebilirim. Eh, bu bir masal dünyası ve tabi ki içinde bolca fantezi ürünü mevcut. Yine de, bütün fantastik öğeler izleyici çekmek adına fragmana tıkıştırılmış diyebilirim. Neyse ki filmi izlediğinizde bunun negatif bir etki yarattığını hissetmiyorsunuz.
Başlangıçta fantastik olaylar yaşanmıyor değil tabi, ama bu olaylar o kadar rahat geçiştirilmiş ki, koskoca bir ejderhayı öldürüp kalbini sökmek sanki çok sıradan bir şey gibi görünüyor. İşte, fantezi azlığı dediğim olay burada. Kimse bir kralın koskoca bir pire beslemesini garipsemiyor, devasa bir yamyamın (özünde Ogre tabi) prensese eş olmasını kafasına takmıyor gibi.
Eh, masallar diyarı deyince, bu tarz canlıları özümsemiş bir topluluk olsa gerek orada yaşayanlar. Ama bana göre kameraya yansıtılan asıl fantezi öğeleri, bu tarz yaratıklar ya da canlılardan öte, ortamın dokusu, kullanılan mekanların doğal büyüsü diyebilirim. Buram buram barok kokan mekanlar özenle seçilmiş, muhteşem bir şekilde kameraya yansıtılmış. Sicilya’daki Alcantara nehri filmde hayran hayran bakakaldığım yerlerden biriydi, her ne kadar gerçekte öyle görünmese de.
Donnafugata kalesi, Sammezzano kalesi, Capodimonte sarayı ve hepsinden öte filmi izleyenlerin ilk aklında kalacak olan yer, Del Monte kalesini gördükten sonra, İtalya’ya bir uçak bileti alıp gidip gezmek istemedim desem yalan söylemiş olurum. Yani sizin anlayacağınız; Masalların Masalı söz konusu fantezi olduğunda, bunu bize yapay bilgisayar görüntüleriyle tasarlanmış yaratıklardan çok (var tabi, yok değil ama) ortamın doğal dokusu ve kendi büyüsüyle yansıtıyor. Zira izlerken filmden “The Fall” tadı aldım.
Oyunculara gelirsek, her ne kadar ismi pek duyulmayan bir yapım olsa da Masalların Masalı’nda oynayan oyuncular pek de öyle duyulmamış, bilinmemiş kişilikler değil. Özellikle filmin her noktasında gördüğümüz Salma Hayek başta olmak üzere, Vincent Cassel, Toby Jones, John C. Reilly başrollerde. Bu arada filmde bu saydığımız isimlerden daha fazla görünen, lakin adını pek de bilmediğimiz Bebe Cave’nin gelecekte çok iyi yerlere geleceğini iddia ediyorum. Son olarak film, 2015 Cannes film festivalinde Altın Palmiye için yarışıp sonuç alamasa da, benim kalbimi kazandı diyerek yazıyı sonlandırıyorum.