Terminator 1984: Zamanlama Manidar
– Sarah Connor?
– Evet?
*BAM*
Bu sahneyi herhalde çoğumuz hatırlıyoruzdur. Ben şahsen, -her ne kadar çekiminden 10 yıl kadar sonra olsa da- Terminator’u ebeveynleriyle seyretmiş şanslı bir nesildenim. İzlediğimde lisedeydim, ancak çıktığında izlemiş pek çok çocuk da olduğunu internette kısa bir araştırmadan sonra görebilirsiniz. 80’lerde Arnold “Anaokulu Polisi” gibi sevimli filmlerde yahut romantik komedilerde çok oynadığı için ailecek izlenecek filmler arandığında kazara Conan the Barbarian ya da Terminator kiralanabiliyordu.
Filmin -ya da setting diyelim bence artık – konusu kısaca şöyle; insanoğlu, “Skynet” adında muhteşem bir yapay zeka üretmiş ve bütün savunma sistemlerini onun kontrolüne vermiştir. Ancak çok hızlı öğrenen ve kendini geliştiren bir sistem olan Skynet, kabuğunu beğenmez ve bir mikro saniyede insanlığın kendisi için zararlı olduğuna ve yok edilmesi gerektiğine karar verir (Hayır şimdi kızamıyorsunuz da kerataya). Bütün savunma sistemleri elindeyken, bir anda düğmeye basar ve büyük bir nükleer savaş çıkararak insanlığın büyük kısmını yeryüzünden siler. Kendilerine ne çarptığını anlayamayan hayatta kalanlar, birbirlerine sığınarak yaşam mücadelesi vermeye başlar. Ancak bölük pörçük gruplar makineler tarafından sık sık saldırıya uğramakta ve dünyadaki insan sayısı giderek azalmaktadır.
İnsanlar onlarla savaşmaya başladığında makinelerin de çare olarak yaratıcılarının en büyük erdemine veya lanetine başvurması bence senaryo için çok önemli bir artıdır; daha üstünlerini üretmeye çalışırlar. Eski makinelerin çoğu, T-600 kauçuk derili yok edici robotlardır. Ancak baktılar ki insanlar tarafından kolay tanınıyor, T-800* adlı bir üst model üretilir; organik dokusu insandan farksızdır ve ancak köpekler ayırt edebilir. Son sahnede Sarah’nın yanında köpek olmasının nedeni de budur.
Bu esnada, bir adam çıkagelir, adı da John Connor’dur. İnsanlara savaşmayı öğretir, birlik olmayı ve umut etmeyi. Tarihi, bir lidere inandıklarında mucizeler yaratabilmeleriyle dolu olan insanoğlu düşmanının karşısında yeniden yükselir. John Connor’un liderliğinde toplanan insanlar, makineleri önce geriletir, sonra da yenerler.
T-800’lere rağmen mağlup edilen ve ana devreleri yanan Skynet’in tek bir çaresi kalır; bu üst modellerden birini geçmişe göndererek John Connor’un varlığını bitirmek. Yani pis makine, özellikle biz Türkler’in hiç onaylamadığı bir şeyi yapar; “işe anasını karıştırır”. Sarah ölünce John hiç var olmayacaktır. Tam bu sırada, Connor’un liderlik ettiği savaşçılar zaman makinesinin olduğu üssü basarlar. John, güvenilir adamı Kyle Reese’i annesini koruması için geçmişe gönderir. Kyle Reese, heyecanla kabul eder, çünkü John’u yetiştiren, ona bildiği her şeyi öğreten kadınla, yani “Efsane” Sarah Connor’la tanışma fırsatıdır bu. Ancak, o zaman yolculuğu yaptıktan sonra başka kimsenin geçmişe gidememesi için üssü patlatacaklardır, yani Reese bir daha Connor’u hiç göremeyecektir.
“Efsane” Sarah Connor ise, henüz silah tutmayı bile bilmeyen, beceriksiz bir garsondur. Ne iş hayatı ne aşk hayatı iyi gitmemektedir. Somon rengi korkunç bluzunu giymiş, saçlarını kabartmış bir şekilde sevgilisiyle buluşacakken, ekilmiştir. Bu arada, telesekreterde “Kusura bakma sevgilim, seni ekiyorum,” diye konuşan sevgilisinin sesinin bizzat Cameron’a ait olması, ikisinin yıllar sonra evlenip boşanmaları da ilginç bir detaydır.
Baştaki “Sarah Connor?” sahnesi ise bence filmin o yıllar için en orijinal yanlarından biridir; Terminator umumi telefonların yanında duran rehberi karıştırır ve üç tane Sarah Connor olduğunu görür. Bizim kız tabii ki üçüncüdür. İki Sarah Connor öldürülünce polis de işkillenir ve kızı koruma altına almak için uğraşmaya başlarlar. Ancak yaptıkları en yararlı şey, onu kurtarmak için gelen Kyle’ı tutuklamak olur.
Filmdeki güzel mesajlardan biri, insanoğlunun güvenip canını emanet ettiği savunma sistemlerinin sapıtmasından yola çıkmış bir senaryoda, düzenin koruyucusu olarak bildiğimiz faktörlerin kurbanın hiçbir işine yaramaması, kurtarıcısının yoluna da taş koymasıdır. Film felsefi anlamda kendi içinde çok tutarlıdır, yer yer mesaj kaygılı kareler de mevcuttur.
Piranalardan Cyborg’lara
Bütün bunları barındıran Terminator, aslen düşük bütçeli bir B filmi olarak çekilmişti ve çığır açacağını kimse beklemiyordu. İşin aslı şu ki, James Cameron da beklemiyordu.
James Cameron adı sanı duyulmamış bir yönetmendi, çektiği tek uzun metrajlı film de Piranha Part Two: The Spawning’di. 80’ler malum, Hollywood’un “İnsanları daha kaç çeşit yaratığa parçalattırabiliriz?” şeklinde filmler çektiği dönemdi ve Cameron, “insanlara saldıran Cyborg” fikrini, İtalya’da Piranha’nın tanıtımını yaparken rüyasında görmüştü. Hem senaryonun, hem de prodüktör koltuğunda ise kendisiyle birlikte Gale Anne Hurd oturacaktı ve bu abla da Terminator 4’e kadar kalkmayacaktı o koltuktan, Cameron yönetmenlik koltuğundan kalkmasına rağmen hem de.
Peki ya efsanevi Terminator karakteri için ilk kimler düşünülmüştü dersiniz? Biri Mel Gibson. O rolü reddedince, O.J. Simpson’u düşündüler ama “Ondan kötü adam olmaz,” diyerek vazgeçtiler. Arnold, ilk olarak Michael Biehn’in canlandırdığı Kyle Reese karakteri için düşünülmüştü ve Cameron onun bu rolü oynamasında ısrarlıydı. Eh, kusura bakma Cameron ama Michael Biehn’in ses tonu ve diksiyonunun hastası olmasam da, en azından konuşabiliyordu.
Ama hakkını yemeyeyim, Arnold en azından bu filmde konuşmayı yeni öğreniyormuş gibi değildir. Tabii film boyunca toplam 58 kelime söylediği için de böyle düşünüyor olabilirim. Bir de, Arnold konuşamadığını bildiği için “I’ll be back,” repliğini az kalsın sildirecekti, çünkü aksanının bu karizmatik cümleye yakışmadığını düşünüyordu. Cameron bunu reddetmiş ve repliği kullanmasında ısrar etmişti. Benim fikrim, Arnold’un az konuşmasının, Michael Biehn’in fena olmayan oyunculuğunun açtığı boşlukları tamamen Linda Hamilton’un doldurduğu ve filmi epey öteye taşıdığı yönündedir. Severim kendisini, söylemiş miydim? Kabarık saçlarına rağmen.
Ne diyordum, film beklentileri çok fazla aştı. Bütçesi 6,4 milyon dolardı ve dünya genelinde 80 milyon dolar gişe yaptı diyeyim de anlayın. Bunun en büyük nedenleri, yine bence döneminin ötesindeki efektleri, o dönemin Commodore 64 oyunlarını aratmayacak güzellikte karamsar teknolojik müzikleri ve hikayesini çok güzel anlatan, derli toplu senaryosudur. Bu dönemdeki üç buçuk saatlik filmlerin yapamadığını çok daha kısa sürede becermiştir (gerek aksiyon sahneleri, gerek Reese’nin flashbackleri, gerek Sarah ile yakınlaşmaları). Ha, film tek bir olasılığı ve ilerde ateşleyeceği dev hikayenin çok küçük bir kısmını anlatmaktadır, ama çok güçlü bir çıkış noktasıdır.
Hangisini Tercih Ederdiniz? Skynet’i mi Yoksa Zeki Geek’lerin Eleştirilerini mi?
Bu film için değil, ancak devam filmlerinin senaryoyu ele alış şekli için büyük eleştiriler var tabii. Her şeyden önce, “Bir senaryoya zaman yolculuğu koyarsan o piç olur,” şeklinde muhafazakar bir kitle var ki, sanırsınız hiç Back to the Future izlememişler. Pek çok kişi, “E makine gelmeseydi Kyle Reese de gelmeyecekti, Sarah ile tanışmayacaklardı, John hiç olmayacaktı?” demiş mesela. Bu pırıl pırıl çıkarımlara çoğu zaman içimi çekerek bakıyorum, keşke ben de o kadar zeki olsaydım. Öncelikle, film en başında, Kyle ile Sarah’ın ilk konuşmasında meramını anlatıyor ve bütün bu eleştirilere gereken cevabı veriyor zaten;
– Sen gelecekten mi geliyorsun?
-Evet, olası birinden.
Şunun üzerine denecek bir söz yok aslında. Terminator gerçekliği katı şekilde kaderci değildir.
Terminator, her karesine karamsarlığın hakim olduğu bir filmdir. İnsanoğlunun bir kaç yıla kadar yeryüzünden silineceğini söyleyen bir filmden mutlu son beklenmez zaten. Ama film, bir şekilde umut ettirmeyi becerir; Sarah Connor hayatta kalmıştır, oğlu doğacaktır, hikaye devam edecektir. Buradaki umut, çoğu filmin sonunda bir erkek ve bir kadın yahut bir kadın ve bir çocuğu sağ bırakan basmakalıp Hollywood senaryolarının çok ötesindedir. Samimidir. Zaten filmin bu kadar tutmasının bence en büyük nedeni, serinin her filminde insanın ölüm korkusunu samimiyetle verebilmesidir.
Daha da ötesi, diğer filmlerdeki Terminator’lerin yaratıcılarının erdemlerini ve kusurlarını ne kadar iyi taşıdıklarını göstermesidir. John Connor, aşktan doğar ve makinelere karşı savaşır. Bir makine, onu korumak için gelir ve John ona bağlanır. Annesi Sarah Connor, Skynet’i programlayan adamı vurmak ister, ancak eli gitmez. Terminator bizi hiçbir şey söylemeden, tamamen görsel mesajlar ve diyaloglarla insanlığın en karmaşık hislerinin içine sokar, uzun süre de çıkamayız oradan. Film mesajlarını asla gözümüze sokmaz, geleceğimizi düşünmemizi de umursamaz. Olan olacak, başa gelen gelecektir, ancak yukarda söylediğim gibi, bunu kadercilik olarak algılamamak gerekir. Terminator’un bize öğrettiği şey, insanoğlunun bela açma ve beladan kurtulma potansiyelinin sonsuzluğudur.
* Filmde, Schwarzenegger’in oynadığı Terminator “Cyberdyne Systems Model 101” olarak geçer.