Terminator: Salvation – Biraz Demode mi Kaldık Johnny?
Şaka bir yana, son yıllarda Hollywood tandanslı öykülerde; endüstrinin kendi icadı olan klişelere bile yer verilmediğini görüyoruz. Bu sayede eğlence sinemasına hizmet etmesine rağmen; asla eğlenceli olamayan bir dolu blockbuster çöplüğünden tepemize düşen, metal ve plastik yığını altında ezilme tehlikesi geçiriyoruz. Bu bakımdan Terminator: Salvation; aslında kolay bir biçimde miras yiyebileceği bir yapının üzerine inşa edilmesine rağmen, bu mirasın birikiminden faydalanma gereği bile görmüyor. Serinin iki önemli karakterini gelecekte ilk defa buluşturacak olan bu öyküye, bir de T-800’ün uzun vadede yokluğunu doldurması hedeflenen Marcus’u iliştirmekten de çekinmiyor. Fakat birbirine doğru düzgün dikilemeyen; serinin ilk üç filmine bile adam akıllı atıfta bulunmaya çekinen; elde kala kala Christian Bale’in aşırı pepeme John Connor güzellemesiyle; bu zamana kadar perdede izlediğimiz en silik ana karakterlerden biri olan işlevsiz, dirayetsiz ve çok ukalaca ve acımasızca da olsa “gereksiz” bir Kyle Reese profili çiziyor.
Peki nedir bu bitmek bilmeyen Terminator: Salvation kini ve nefreti? Gişe rakamlarına ve yapımcıların yeni bir filme girişmeden önce topukları el verdiğince frene abanmasına bakılacak olursa; bu memnuniyetsizliğin sadece serinin fanatiklerinin takıntısına indirgemek yanlış olabilir. Neticede öykü evreninin gelecek tasviri üzerine yoğunlaşan ve post apokaliptik temelli yeni bir üçleme için herkes hazırdı. Fakat McG’nin elinde çorbaya dönüşen Terminator: Salvation, hiç kimseden yüz bulamayarak tarihin derinliklerine gömüldü.
Muhtemel bir T-800 üretiminde; yapımcıların bu cengaveri geçmişe yollayarak McG’yi henüz doğmadan dünya üzerinden silecekleri bir projeye ilham olma ihtimalinin yanı sıra; tarihte pek az filmin başına gelen; “yeni bir üçlemeyi çöpe atma” fiyaskosuna da kanlı canlı tanık olmamızı sağlamış bir örnektir Salvation.
Peki serinin yeni halkası Genisys’in bu hatalardan ders alan bir yapım olduğuna inanmak mümkün mü dersiniz? Sinema tarihinin gördüğü en babayiğit dişilerinden biri olan ve Linda Hamilton suretinde, eşine benzerine az rastlanır modern kadın savaşçı figürünü perdeye taşıyan bir serinin; Emilia Clarke gibi bir ergen mıknatısı suretinde bizleri inandırabileceğini düşünebilir miyiz bunu zaman gösterecek. Lakin, üçüncü ölümcül hatanın, seriye olan tüm ciddiyeti tuzla buz edeceği de bir gerçek!