The Fall – Hasta Yatağından Masallar Diyarına!
Bana bugüne dek izlediğiniz en iyi film hangisi diye sorsalar, hiç düşünmez “The Fall” derim. Eğer The Fall’u izlediyseniz, bana hak vereceksiniz. İzlemediyseniz, izledikten sonra hak vereceksiniz. Çünkü; The Fall’a benzer ne bir film gördüm, ne de duydum. Hintli yönetmen Tarsem Singh’ın her şeyini adadığı, bu film bana göre bir başyapıt. Gerçek bir sevgi ürünü. Her ne kadar, otoriteler tarafından çelişkili yorumlar yapılsa da, bazıları tarafından harikulade, bazıları tarafından “sıkıcı” (!?) bulunsa da, The Fall benim için her daim “en iyi” olmaya devam edecektir.
Filmin oyuncu kadrosuna baktığımızda, son dönemlerde Hobbit filminde canlandırdığı Thranduil rolü ile popülerliği artan Lee Pace filmin başrol oyuncusu. Elbette, filmde Pace’e eşlik eden ve masalın diğer ana kahramanı olan küçük kız, yani Catinca Untaru, yaşına göre muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Yazıyı yazarken biraz göz attım fakat the Fall dışında herhangi bir filmde adı geçmiyor ne yazık ki.
Film tür olarak; “Macera, Fantastik ve Dram” kategorilerinde yer alsa da, bana sorsanız insana her duyguyu yaşatacak mükemmellikte bir film derim sizlere. Biliyorum, filmi fazlasıyla övüyorum. Belki de ben çok duygusalımdır.
Düşüş?
Filmi ilk izlediğimde büyüsüne o kadar çok kapılmıştım ki, içinde saklı sırları, gösterilen küçük ayrıntıları kaçırmışım. Bugün yazıyı yazmadan tekrar izledim, öyle güzel ufak tefek, sevimli ayrıntı vardı ki, filme tekrar hayran kaldım. Bu ayrıntılardan biri de, düşüşler.
İki kahramanımız da, farklı sebeplerden, farklı şekilde bir yerlerden düşerek, bir hastaneye kaldırılan iki kişidir. Sevgilisinin filmdeki başrol ile olan bağını kıskanıp, dikkat çekmeye çalışmak için bir atla birlikte kendini köprüden aşağıya atan Roy (Lee Pace) ve babasını kaybettikten sonra, bir portakal bahçesinde çalışmak zorunda kalan henüz 7-8 yaşlarında, İngilizceyi çat pat konuşmaya başlamış, masum ve meraklı bir kız olan Alexandria (Catinca Untaru).
Hastanede tesadüfen bir araya gelen ikili, birlikte vakit geçirmeye başlarlar. Alexandria’ya istediklerini yaptırabilmek için bir hikaye anlatmaya başlayan Roy, Şehrazad misali küçük kızdan ne zaman bir şey isteyecek olsa, hikayeyi yarıda keser ve hastanenin içerisinde bir başka macera başlar. Küçük bir kızın görmemesi gereken şeyleri görüp, tanık olan Alexandria. Her şeye rağmen eksik dişleri ile yüzünden geniş gülümsemesini eksik etmeden bizlere masumiyetin güzelliğini gösterir.
Bir İntikam ve Aşk Ökyüsü!
Hastanede normal hayat sürüp giderken, bu garip ikilinin gözlerini kapatıp birlikte düşledikleri destan giderek daha renkli, daha güzel bir hâl almaya başlar. Odious adı verilen verilen zalim Vali’ye düşmanlığı tek ortak yanları olan beş farklı adam, ıssız bir adaya sürülmüşlerdir. Vali tarafından karısı öldürülen ve bir daha asla bir kadına bakmayacağına yemin eden bir hintli, kardeşinin ölümü ile valinin tarlalarını ateşe verip, valiyi öldürmeye yemin ederek esaretten kaçan bir köle, korkunç patlayıcılarından korkan valinin aforoz edip, insanlarla konuşmasını yasakladığı patlayıcı uzmanı Luigi, yanından hiç ayırmadığı “Wallace” adındaki küçük maymunu ile Charles Darwin! Evet yanlış duymadınız, bildiğiniz Darwin. Son olarak, ekibin lideri olan vali tarafından kardeşi öldürülmüş olan Haydut, Roy’un masalında kendini betimlediği karakter.
Bunun yanı sıra, ıssız adadan kurtulduktan sonra, ekibimize yol göstermek için bir ağacın gövdesinden dışarıya fırlayan “Mistik” adam da, vali kutsal vadisindeki bütün ağaçları yakıp, ormanını yok ettiği için haydut çetesine katılır. Tek amaçları valiyi öldürmek ve intikam almak için dünyanın neredeyse her yerini gezerler.
Bu bir intikam ve aşk öyküsü demiştim, bu ana dek hep intikam kısmını duydunuz lakin işin “aşk” boyutunu filmde izleyip görün derim.
Binlerce Renk, Onlarca Mekan!
Filmdeki çekim açıları, kullanılan renkler, kostümler çok güzel tasarlanmış. Kostümler, bir film setine ait olduğu belli olmasına rağmen, oldukça görkemli şekilde tasarlanmış. İyinin ve kötünün renkleri, tüm netliği ile ortada filmde. Ölümün olduğu yerlerde kırmızı ve beyaz, kötü askerlerin tamamı karanlık maske ve miğferlerle siyahlar içinde, konuşmak yerine sırtlan hırıltıları ve kahkahalara sahipler. Güzel prensesler için bolca pembe ve birçok doğal güzellik için bolca yeşil var. Tam da bir çocuğa anlatılan masal misali.
Filmde kullanılan çekim yerleri de bir hayli bol. Birçok ülkenin içinde yer aldığı ve birçok kültürün bir araya geldiği filmde; Hindistan’dan İtalya’ya, Fiji’den Çek Cumhuriyeti’ne, Namibya’dan Sumatra Adası’na kadar birçok yer mevcut. Üstelik Türkiye Ayasofya’da da çekimler gerçekleştirilmiş.
Filmin bu kadar masalsı olmasının bir başka nedeni de, yaşadığımız dünyada geçen bir hikaye olmasına rağmen, birçok kültürün bir araya getirilip harmanlanmış olması. Örneğin, filmdeki evlilik törenini bir hristiyan keşişi kıyarken, çevresinde dönen semazenler var. Daha ne olsun!
Sonuç
Uzatmayacağım, izleyin. Zira yazmaya devam ettikçe alabildiğine spoiler doldurabilirim burayı fakat gerek oyunculuğun başarısı için, gerekse hikayenin özgünlüğü ve kurgunun güzelliği için izleyin. Yahu izleyin!
Normalde, buraya bir fragman atardım lakin, siz Tamburada’nın Yaz Müziği’ni dinleyin derim. Fan yapımı bir klip yapmışlar şarkıya. Hem Korhan Futacı’nın harika saksafon solosunu dinler, hem de filmden sahneler izlersiniz. Ama baştan uyarayım, spoiler içerebilir. Şimdiden, iyi seyirler!