The Force Awakens – Derinlemesine Bir Bakış
- Müzik: Büyük usta John Williams’ın SW’un başarısındaki katkısını göz ardı etmek mümkün değildir. Heyecanı, dramayı, trajediyi, yeninin keşfini ve görkemi iliklerimizde hissettirir bize SW müzikleri. Yıllardır, pek çok kez sağda solda kullanılmış olmasına rağmen hiç eskimemeyi başarmıştır onun büyülü tınıları, her duyduğumuzda bizi elimizden tutar, alır o çok uzaklardaki galaksiye götürür bırakır. TFA’nın müziklerini yine John Williams’ın yapmış olmasına rağmen maalesef filmin zayıf yönlerinden biri bu olmuş. Bu noktada gerçekten büyük hayal kırıklığına uğradığımı söylemem gerekiyor. Orijinal üçlemeden gelen parçaların kullanıldığı yerler yüzümü hep güldürdü ama yeni müziklerin kulağımı tırmaladığı yerler bile oldu. Ön-üçlemeden bile birkaç çok güzel SW tınısının zihnimize kazındığımızı düşünürsek bu büyük bir kayıp olmuş. Maz Kanata’nın hanı üzerinde yapılan savaş görsel olarak harika olmasına rağmen (ortasında bir yerde Poe’nun yaptığı bir sortinin hiç kesintisiz çekilmiş bir sahne olduğuna dikkat ettiniz mi?) Direniş’in müziği beni neredeyse sahneden soğutuyordu. Hiç beklemediğim bir yerden yediğim bir gol oldu bu kendi adıma.
- Dekor ve Kostümler: Söyleyebileceklerim sadece olumlu bu konularda, hem yeni olup, hem de gözlerimize aşina olabilen bir düzlemde seyrediyorlar. Bizi eski güzel günlere taşıyan ve evimizde hissettiren başarılı unsurlardan biri olmuş. Bu noktada getirebileceğim bir eleştiri uzay gemisi tasarımlarıyla ilgili. TFA’da ana gemilerin uzayda savaşı yok ama güzel it dalaşları mevcut. Buna karşılık avcılarda hayal kırıkılığı yaratan bir çeşitsizlik var. Sadece güncellenmiş X-wingler ve Tie Fighter’lar var göklerde. Güzeller bir diyeceğim yok, ama gözler A ve B wingleri, Tie interceptor ve bomberları arıyor doğrusu.
- Tempo: Filmin akışının hızıyla ilgili biraz derdim var. Filmle ilgili sıkıntı çekenlerin birçoğunun dertlerinin kaynağı burada saklı zannımca. Filmin açılışından, Rey hayatımıza girene kadar olan kısmı aşırı hızlı gidiyor, Rey’i tanırken biraz nefes alıyoruz, sonra yine bir depar geliyor (özellikle Finn ve Poe etkileşimi aşırı hızlı gelişiyor, bilgi aktarımları filan çok hızlı oluyor, hatta ikisi arasında bir “buddy cop” etkileşimi oluyor ki, aslında hızlıca bittiğine sevindim, ıyk!). Maz Kanata kısmının sonuna kadar yine iyi gidiyor. Direniş’in üssüne gidilmesinden, Han Solo’nun oğluyla yüzleşmek için köprüye çıktığı ana kadar yine bir paldır küldür durumu oluyor, sonrası tekrar iyi oluyor. Temponun depara kalktığı anlarda çok fazla şey oluyor ve ne hazmedebiliyoruz, ne de sonradan gelecek olanı merak edecek zamanımız oluyor. Yüreğimiz, gözlerimizin görmekte olduğuna zar zor yetişebildiği için de TFA bazı duygusal kreşendoları kaçırıyor ve bu durum filme bağlanmamıza zarar veriyor (Starkiller üssüne saldırı meselesi bunlardan en büyüğü mesela).
Gelelim kavganın esas olarak kopmakta olduğu kısma, yani hikaye ve karakterlere.
J.J. filmi çekerken çok net bir tercihte bulunmuş ve odağını tamamen karakterlere çevirmiş. Bunu yaparken diğer şeylerden vazgeçmesi gerekiyor muydu? Bilmiyorum… Belki filmin 4 saat sürmemesi için böyle teknik bir tercih yapılmış olması gerekmiş olabilir. Bu tercihin sonuçları olarak anlatılmayan konular var filmde, buradaki “anlatılmama” durumu seyircinin hayalgücüne bırakılmak şeklinde değil maalesef.. Öncelikle Return of the Jedi (“RoJ”) ile TFA arasında geçen 30 yılda galakside ne oldu bitti neredeyse hiçbir bilgi alamıyoruz (sadece karakterlerimizin hikayelerini biraz öğreniyoruz). Jakku’daki uzay gemisi harabelerinin nedeni nedir? Cumhuriyet nasıl kuruldu? Nasıl işliyor? Galaktik halk memnun mu? Büyük bir Cumhuriyet Donanması olduğundan bahsediliyor o zaman neden “Direniş” isimli ayrı bir askeri yapılanma var? Kime direniyor bu kişiler? First Order nedir? İmparatorluk’un kalıntıları mıdır? Tamamen başka bir şey midir? Yahu neler oluyor Galaksi’de??? Bir kuple Leia’dan dinlesek fena mı olurdu? Force’tur, Jedi’dır, 101 seviyesinde Han Solo’dan dinledik. Bu kısmı da keşke yavuklusundan dinleseydik biraz da olsa…
Filmde eksik olan bir diğer mesele de Güç ve Güç felsefesi. Aydınlık taraftır, karanlık taraftır çok üstün körü bir şekilde dinliyoruz. Filmin isminden Güç’te bir uyuma, Güç’e kolay ulaşamama durumu olabileceğini devşirebiliyoruz ama bu aşina olduğumuz bir konsept değil SW filmlerinden, zaten filmde de böyle bir şeyler yaşanmakta olduğuna dair bir emare de yok. Bu noktada da TFA biraz hayal kırıklığı yarattı bende.
Tüm bu dediklerim baki kalmak üzere, J.J.’in altına girdiği işin ne kadar zor olduğunu düşündüğümü burada yineleyeceğim. Filme verdiği yönün aslında bu durum da göz önüne alındığında pek de hatalı olduğunu düşünmüyorum. Öncelikle eski tip bir SW hayranı olarak ön-üçlemenin damaklarda bıraktığı tadı silmesi gerekiyordu (Bir ara filmin bir yerine Jar Jar Binks’in iskeletini serpiştirmeyi düşündüğü dahi rivayet edilmişti).