The Man From U.N.C.L.E – Ne Varsa Eskilerde Var!
Sinemaya gitmek istersiniz de, hani böyle ne izleyeceğinizi bilemezsiniz ya. Vizyondaki hiç bir filmin fragmanını izlememiş, bulunduğunuz dönemde beklediğiniz hiç bir film gösterimde değil. O anda kendinizi, film afişlerinin altında tanıdık isimler görmek için sağa sola bakarken bulursunuz kendinizi. İşte bende öyle bir anda, “Aha Guy Ritchie!” diyerek gidip kestirdim bileti.
Yine isabetli bir karar vermişim. Zira, girerken hiç beklentim yoktu. Film, dizi, oyun bütün bunların hepsinde acaip ön yargılıyımdır. Hayatımdan 2-3 saat çalınmasına bazı zamanlarda tahammül edemediğim için, bu kez sıfır beklenti ile girip, acaip mutlu çıktım filmden. Gelin anlatayım!
Gizli Ajan Yılı!
Bu yıl yeterince “gizli ajan” filmine doyduk gibi sanki. Görevimiz Tehlike, Kingsman gibi her ikisi de oldukça güzel filmden sonra. Guy Ritchie adını duyduktan sonra, bunun sıradan bir gizli ajan filmi olmayacağını hissetmiştim zaten. Lakin, şahsi fikrimce bu üçü arasında en iyisiydi. Zira, ben eskileri çok severim. Bu sebepten ötürü filme biraz taraflı yaklaşabilirim, haberiniz olsun.
Filmimiz, 60’lı yıllarda geçiyor. Açılış sahnesinde bunu çok rahat hissediyorsunuz. Zaten U.N.C.L.E aslında, 60’lardaki aynı isimli bir diziden uyarlama. Diziyi izlemedim fakat film gibiyse, bence izlenir.
Yönetmen koltuğunda Guy Ritchie otururken, oyuncular; Hugh Grant (Waverly), sabırsızlıkla ne olacağını beklediğimiz Superman V Batman filminde Superman’i canlandıracak olan Henry Cavill (Solo), Johny Deep ile birlikte Maskeli Süvari filminde yine esas oğlanı canlandıran Armie Hamill (Ilya) filmde yine benzer türden bir rolde. Filmdeki esas kızımız ise; Alicia Vikander (Gaby). Benim için bir vazgeçilmez olan filmin kötüsü ise, Muhteşem Gatsby’de pek de öyle aman aman bir rolü olmayan Elizabeth Debicki (Victoria). Kendisine bu filmde hayran olduğumu belirtmem gerek.
Klişeler Güzeldir!
Yine Nazi almanyası, yine italyan mafya ailesi, yine dünyayı kurtarmak isteyen, fakat bunu yaparken birbiri ile anlaşamayarak ortalığı şenlendiren iki karizmatik özel ajan. Olay basit, kızı kurtar, bombayı durdur, dünyayı kurtar.
Açık konuşmam gerekirse, the Man from U.N.C.L.E size Görevimiz Tehlike misali çılgın akıl oyunları ve karmaşık bir senaryo sunmayacak, daha sade, daha klasik bir senaryo var. Lakin bu durum, sizi arada sırada şaşırtmayacağı anlamına gelmiyor. Elbette, o an için düşünemediğiniz, dönemin, müziklerin ve ortamın büyüsüne kapılıp göremediğiniz bir kaç ufak tefek olay yüzünüzü güldürüp, size “haa” dedirtecektir eminim ki.
İkinci dünya savaşı sonrasında, KGB ve CIA arasında hararetlenen güç çatışması, filmde etkisini fazlası ile gösteriyor. Elbette, ajanlarımız da birlikte çalışmak zorunda olmalarına rağmen, bunu sürekli birbirlerini iğneleyerek bizlere hissettiriyorlar. Filmin en çok güldüren kısımları, aslında Henry Cavill ve Armie Hammer arasında dönen bu tarz diyaloglar. Film boyunca bu muhabbet hiç bitmese de, izleyiciyi hiç sıkmıyor.
Yine de, bir süre sonra, özellikle filmin sonuna doğru, abartılmaya başlanılan “flashback” leri görünce olayın bizzat 60’lar tadında çekildiğini anlıyorsunuz. Yani demem o ki, eğer Sean Connery’nin oynadığı James Bond filmlerini severek izleyenlerdenseniz, U.N.C.L.E sizin damak tadınıza uyuyor doğrusu.
Oldies But Goldies!
Film henüz taze, bu yüzden spoiler vermemek adına pek bir şey yazamıyorum. Normalde birine film tavsiyesi verirken, baştan sona filmi anlatan biri olarak, bu yazıyı yazmak benim için biraz zor. Bu sebepten filmde hoşuma giden ve gitmeyenleri ufak tefek yazsam, biraz daha yardımcı olur diye düşünüyorum.
Öncelikle, Guy Ritchie filmin geçtiği dönemi her anlamda çok iyi yansıtmış kameraya. Bu sebeptendir ki, yazı boyunca “60’lar havası” deyip deyip duruyorum. Zira, o döneme ait ne var ne yok, her şey var. F1 yarışlarından, dönemin kıyafet modasına, o dönemlerde ajanların kullandıkları döneme göre “üstün” günümüze göre komik sayılacak ekipmanlara kadar. Çekimlerin yapıldığı İtalya’nın belirli bölgeleri de, film için özenle seçilmiş gibi.
Filmin müzikleri de, 60’lar havasını fazlasıyla körüklüyor. Daniel Pemberton’ın bestelerini yaptığı müzikler filme cuk oturuyor. Şunu da belirtmem gerekir ki, U.N.C.L.E. vari, belirli bir dönemi konu alan filmlerde arada sırada o dönemle gram alakası olmayan, sırf aksiyonu gazlamak için kullanılan müziklerden bu filmde yok! Özellikle soundtrack’lerden; “Cowboy Escape” ve “Jimmy Rande Se” benim favorilerim.
Son Olarak!
Yukarıda yer yer bahsettim, lakin tekrar süzgeçten geçirecek olursam; klişe gizli ajan filmlerine tutkunsanız, U.N.C.L.E’ı arşive ekleyin. Lakin, söz konusu ajan filmi dediğin komplike olaylar, akıl oyunları gerektirir diyorsanız, U.N.C.L.E. sizi doyurmayacaktır eminim ki. Yine de, verdiğiniz bilet parasının karşılığını mutlaka alacaksınız. Zira salonda filmden sıkılan hiç kimseyi görmedim. Ben zaten baya baya bi’ sevdim filmi.
Ha bu arada, muhtemelen pek uzun bir süre geçmeden ikinci filmi de göreceğiz gibime geliyor bana. Zira, ekip toplandıktan sonra “İstanbul”da bir takım işlerinin olduğunu öğreniyorlar. Üstelik, filmin cast kısmında bol miktarda “İstanbul” içerikli fotoğraf görünce, ikinci bir 007 vakası yaşanır memlekette dedim. Umarım dediğim gibi de olur.
Şimdiden iyi seyirler!