Thor: Ragnarok – Yüksek Bütçeli Epik B-Film
Thor: Ragnarok, gerçekten güçlü bir reklam kampanyası ile bu cuma vizyona girdi. Marvel’ın çoğu filminin aksine daha en başından rengini belli eden bir film olduğunu söyleyebiliriz. Gerek kendini isimlendirirken kullandığı yazı karakteri, gerek fragmanları ile “ben size eğlenceli bir film vaat ediyorum” diyordu. Bu sözünü yerine getirmesi zaten yeterli olacaktı, ama Thor’un üçüncü filmi bundan çok daha fazlasını yerine getirmiş diyebiliriz. Bu gerçekten doğru analiz edilip, eleştirilmesi gereken bir film. Kalemim yettiğince bunu yapmaya çalışacağım, umarım keyif alırsınız. Yazı, filmden fazlası ile spoiler içereceği için izlemeyenlerin uzak durması tavsiye olunur.
Filmin an itibari ile 60 eleştirmenin görüşleri doğrultusunda Rotten Tomatoes puanı 98. Bu bir süper kahraman filmi için zirve noktası. Ancak bu puan sizi yanıltmasın, öyle tapılacak bir film değil Thor: Ragnarok. Hatta şu an 73’lerde olan Metascore puanı bu açıdan çok daha mantıklı. Peki 60 eleştirmen içerisinde sadece iki kişinin, “Gitmeyin,” dediği bir film bize ne anlatmaya çalışıyor? Aslında bunun cevabı çok basit: Kaliteli Eğlence!
Marvel bugüne kadar eğlendirmeyi filmlerinin merkezine yerleştirdi ve Captain America: Winter Soldier gibi bir istisna dışında bunu başarı ile gerçekleştirdi. “E, o zaman bu filmin diğer Marvel filmlerinden ne farkı var?” diye sorabilirsiniz. Bu farkı oluşturan kişi, filmin yönetmeni Taika Waititi’den başkası değil. Ana akım sinemada filmler birer hikaye anlatma araçlarıdır. Hikayelerin de bir anlatıcısı bulunur. Genel kanı bu işi senaristlerin yaptığı yönünde olsa da aslında yönetmenler anlatımın demirbaşlarıdır. Onların hikaye anlatma methodları üzerinden filmler var olur ve Taika, gerçekten çok iyi bir hikaye anlatıcı.
Taika Waititi Mucizesi
Önceki Thor filmlerinde sırası ile Kenneth Branagh ve Alan Taylor isimleri yönetmenlik yaptılar. Branagh, Shakespeare uyarlamaları ile isim yapmış ve Thor için biçilmiş bir kaftandı, ama filmin ciddi ve eğlenceli olma arasındaki dengeyi tutturamaması ilk filmin çokça eleştirilmesine sebep oldu. İkinci filmin yönetmeni Alan Taylor ise, Game of Thrones, Sopranos, Breaking Bad gibi ağır dizilerin bölüm yönetmenliklerini yapmış bir isimdi ve onun anlatım unsurları da Marvel’ın eğlenceli yapısı ile uyuşmayınca ortaya gerçekten cıvık mı cıvık bir film çıkmıştı. Bu sefer, “What we do in shadows,” gibi müthiş bir vampir mockumentary’si çeken Taika ile istenilen kimya tutturulmuş. Taika’nın kendine has mizah anlayışı, Marvel’in trash komedisi ile öyle bir uyum sağlamış ki, ortaya parodi seviyesine çıkan başarılı bir süper kahraman pastişi açığa çıkmış.
Gerçekten film başladıktan bir yirmi dakika boyunca filmin anlatım diline alışmakta zorlanıyorsunuz. Geçmişte de Thor komik detaylara sahipti belki ama bu sefer herhangi bir detayı ciddiye almayışı ve belki de inandığınız bütün değerleri yıkmaya çalışan bir yapıda olması sizi bir rahatsız ediyor. Ancak alışma süreciyle birlikte izlediğiniz şeyin değeri açığa çıkıyor. Özellikle Grandmaster’ın arena sahnesi ile beraber temponun yükselmesi ve 80’ler arka planına alışmanız sizi filmin bir parçası haline getiriyor ve bu eğlencenin hiç bitmemesini istiyorsunuz.
Son zamanlarda gerek televizyonda gerek sinemada bir 80’lere dönüş teması aldı başını gidiyor. Bu durum 80’lere ait çekilen remake’ler ile (Ghostbusters, Mad Max) ve 80’ler temasını yansıtan dizi ve filmlerle (Stranger Things, Glow, Guardians of the Galaxy, Turbo Kid ve Kung Fury) fazlası ile yansıtılıyor. Bunun çıkış noktası ve sebebini anlamak aslında zor değil. Mevzu 80’lerde çocuk olan o jenerasyonun artık birer yetişkin yönetmen olması. Geçmişe olan özlem yabancısı olduğumuz bir durum değil ve onlar da çocukluklarını yaşatmak derdindeler. Bu durum geçmişte de yaşanmıştı. Star Wars, George Lucas’ın gençliğinde izlediği Flash Gordon ve Kurosawa filmlerinin özlemi ile çekilmişti. Spielberg sinemasına, çocukluğunda izlediği Twilight Zone dizisini örnek alarak şekil vermişti. Aslında tarih tekerrür ediyor ve bundan on sene sonra da 90’ların çocukları benzer film ve dizilerle bizlerle olacak (Bende bunlardan biri olurum umarım).
Yalanlar Üzerine Kurulu Asgard
80’ler temasını arka planına alan filmin hikayesini ciddiye aldığını söyleyemeyiz. Zaten senaryo bütünü ile türün dinamikleri ile dalga geçmek ve bunu yaparken güçlü alt metinleri ile izleyiciye mesaj vermek üzerine. Geçmiş iki Thor filminden daha ciddiyetsiz olmasına rağmen, mitolojik unsurları en doğru işleyen film diyebiliriz. Aynı zamanda Thor’un güçlerini en doğru yansıtan film. Hela’nın Asgard’ı ele geçirip, Odin’in yalanları üzerine konuşması, barış, birlik beraberlik mesajları veren tavan resimlerini kırması ve altından çıkan resimde kanla, ölümle kurulan bir Asgard portresinin çıkması bana kalırsa medeniyetler tarihine çok çok iyi bir dokundurma.
Diğer bir yandan Thor’un, Loki’nin hilesini anladığı ve ona elektrik verdiği sahnede söylediği, “insanlar değişir ve devamlı gelişirler ama sen hep fesatlık tanrısı olarak kalacaksın” sözü gerçek anlamda Thor filmlerinin kısa bir özeti. İlk filmde Loki’nin her numarasını yiyen Thor’un bu sefer gerçek anlamda olgun bir görüntü sergilemesi, Asgard tahtına doğru olan yolculuğunu da anlamlı kılıyordu. Bu ve bunun gibi alt metni güçlü örnekler filmi parodi olmaktan çıkarıp bir çeşit Yunan komedyasına dönüştürüyor. Zaten filmin başında Matt Damon ve Liam Hemsworth’un oynadığı tiyatro sekansı da filmin kendisinin bir yansımasıydı. Bunları okuduktan sonra filmi bir de bu kafa ile izlemeyi isteyebilirsiniz.
Oyunculuk performansları takdire şayan bir başka unsur. Aslında Marvel’in hemen hemen hiç problem yaşamadığı bir alan burası. Chris Hemsworth, bir aksiyon starından daha fazlası olduğunu mizah yükünü bir başına sırtlamasıyla kanıtlıyor, Tom Hiddles ve Mark Ruffalo gibi isimler de bu yolda ona fazlası ile güzel paslar veriyor. Antony Hopkins, filmin başında sefa düşkünü halleri ve ölüme gittiği o son anlarındaki bilgelik arasındaki dengeyi bu kadar iyi verebilecek tek isim galiba, onu övmekten ben yoruldum ama adam hala oynuyor. Beneditch Cumberbatch’in misafir rol olarak kabul edebileceğimiz anları ise Doctor Strange filmindeki hallerinden daha mı tatmin edici, sadece bana mı öyle geldi bilemedim.
Filmin kötü adamı, pardon kadını olan Cate Blanchett ise Hollywood’da oynadığı bütün o kötü kadın tiplemelerini tek rolde eritmeyi başarıyor. Korg’u oynayıp seslendiren yönetmen Taika’nın ta kendisiydi ve onun da yer yer rol çaldığını görebiliyoruz. Öte yandan Karl Urban’da devamlı ona biçilen sert adam rollerinin en parodik halini bizlere sunuyor. Valkyrie rolündeki Tessa Thompson ise “siyahi Valkyrie mi olur?” sözüne oyunculuğu ile sağlam bir anti tez oluşturuyor diyebiliriz. Son olarak Grandmaster’ı oynayan Jeff Goldblum abimizi de anmadan olmaz. Çocukluğumuza Fly, Jurassic Park, Indepence Day gibi filmlerle damgasını vuran bu adam için bu rol tam anlamı ile cuk oturmuş. Karakteri canlandırırken mimiklerine yansıyan o mutluluğu hepiniz yakalamış olmalısınız.
Thor Ragnarok mu Planet Hulk mu?
Filmi bir çizgi roman uyarlaması olarak ele aldığımızda ise Thor Ragnarok ve Planet Hulk çizgi romanlarının başarılı bir karışımı ile karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Thor Ragnarok’un o ciddi havasını mizah unsurları ile yıksa da, Asgard’ın yok olması, Surtur’un kıyameti getirmesi, Fenrir’in varlığı, Odin’in ölümü, Thor’un gözünü kaybetmesi gibi unsurlar düşünüldüğünde gayet de sadık bir uyarlama olduğu ama yaklaşımın fark yarattığını söyleyebiliriz. Öte yandan Planet Hulk’ın sayfalarına sinen o quest hikaye mantığının (birbirinden farklı class’ta karakterler toplanır ve bir aile olmaya giden maceralar yaşarlar) filmde aynen uygulanması, Korg, Miek gibi o eserden tanıdığımız karakterleri görmekte Taika’nın ağzımıza bal sürmesiydi.
After Credits sahnesinde çıkan geminin Thanos’un gemisi olduğu çoğu izleyici tarafından anlaşılmıştır. Ama filmleri bir bütün olarak değil de seçerek izleyenler için çok anlamsız bir sahne olduğunu da söylemek gerekiyor. En azından gemiyi kontrol eden kişi olarak Thanos’un gösterilmesi kafalarda yeni bir kötü açığa çıktı imajı bırakıp daha doğru bir izlenim yaratabilirdi ama daha Marvel bilir kişilerine hitap eden bir sahne ile yetinilmiş. Bütün credit aktıktan sonra çıkan Grandmaster’lı sahne ise Spider-Man: Homecoming’de de yapılan, “Oğlum deli misiniz niye bekliyorsunuz bu kadar?” mesajını veriyordu. Grandmaster, tamam devrimi yaptınız aferin ama devirecek biri yok deyip bizi de salondan kovuyordu adeta. Ben bunu, Marvel’in bu after credit mevzusunu en azından bir rakamı ile sınırlı tutmak istediğine dair ince bir mesaj olarak algıladım, ileri filmlerde kokusu açığa çıkacaktır.
Müziklerin yine yetersiz olduğu, ama Led Zeppelin’den Immigrant Song’un kullanıldığı her sahnenin epik bir haz yaşattığı da inkar edilemez. (Lisede telefon melodisi olarak kullanıyordum, nereden nereye) Benzer şekilde filmin görüntü yönetmenliğinde ayrı bir satırı hak ediyor. “Rönesans tablolarına referanslar içeren o görüntüler neydi öyle arkadaşlar?” diyerek yönetmene hayranlığımı haykırmak istiyorum.
Thor Ragnarok, MCU filmleri içinde yaklaşımı ile çok farklı bir yerde. Aslında film için yüksek bütçeli B-Film benzetmesi yapmak hiç yanlış olmaz. 80’ler sinemasına damgasını vuran B-Film unsurlarını (Düşük bütçeli, ucuz dekorlar ve kostümlerle çekilen bilimkurgu ve aksiyon filmleri) taşıması ama bunları yüksek bir bütçe ile veriyor olması ve yine bunu yaparken epik oluşundan ödün vermemesi onu gerçekten çok özel bir film haline getiriyor. Eğer sizde bir sinefil, bir geek, bir Thor hayranı iseniz benimle benzer duygulara sahipsiniz. Umarım Marvel, en az bu film kadar cesur olmaya devam eder ve türdeşlerine de ilham olur. Film hakkında değerli yorumlarınız bekliyor olacağım, MCU ile kalın.