Titanyum Bedeninin İçindeki Sevimli Çocuk: Chappie
“Seni özel yapan şey içindedir…”
Yine mi robot? Üstelik polis robot? Yine mi yapay zekâ? Yine mi makinelerin yükselişi? Evet. Yine. Ama bu seferki Chappie.
Yapay zekâ olgusunun insana neden bu denli cazip geldiği, bir iki yazı öncesinde Ex Machina yorumunda da irdelediğimiz bir konuydu. İnsan, bilinç gibi inanılmaz bir hediyeyle ödüllendirilmiş olmasına karşın birçok zaafı da barındırıyor bünyesinde. İnsanın yaratıcı olma, tanrıyı oynama isteği, sürekli merak etme ve sorgulamaya duyduğu önüne geçilmez arzu onda, kendi bilinç seviyesine en yakın varlığı vücuda getirme hevesini her daim diri tutuyor.
Son zamanların bilimkurgu sinemasının gözde konuları arasında yapay zekâ büyük bir hızla kendini göstermeye başladı. Elbette bunda, bu konunun çok iyi kurgularda işlenmiş olmasının payı da çok büyük. Özellikle son zamanlarda birbiri ardına karşımıza çıkan heyecan verici yapımlar bu konuda yüzümüzü güldürüyor. Neill Blomkamp bu anlamda takdiri ziyadesiyle hak eden, genç yaşına rağmen belli bir alana yönelerek kendi sinema dilini oluşturmayı başaran ender yönetmenlerden biri. Yönetmenin son filmi Chappie, birçok izleyiciyi yine hayal kırıklığına uğratmadı.
Film, Blomkamp’ın 2004 yapımı kısa filmi Tetra Vaal üzerinden ilerleyen bir hikâye. Silah endüstrisinin devlerinden biri olan Amerikan Tetravaal şirketi, teknoloji harikası akıllı polis robotlar üretmeye başlamıştır ve Güney Afrika Cumhuriyeti de polis örgütüne yardımcı olması için bu robotlardan büyük bir birlik satın alır. Robotların ana merkezi, özellikle suç oranının oldukça yüksek olduğu Johannesburg şehrinde kurulur. Bu müthiş yapay zekâ ürününün yaratıcısı, genç mühendis Deon Wilson (Dev Patel) şirkette giderek ilgi odağı olur. Şirketin geliştirdiği bir diğer silah olan MOOSE (Geyik) de kontrol mekanizması insanın elinde olan çok daha karmaşık ve hantal bir sistemdir ve eski bir asker olan tasarımcı Vincent Moore (Hugh Jackman) tarafından yaratılmıştır. Ancak Moore, kendi sistemi için şirketten yeterli fonu alamamaktadır ve bu durum onu daha hırslı, daha asabi bir insan haline getirmiştir. Tasarımıyla gurur duyan ve fazlasıyla takdir gören Deon, bir adım daha ilerleyerek kendi kişisel hayalini gerçekleştirmek, gerçekten hissedebilen, kendine ait fikirler üretebilen, kısacası insan zekâsını birebir taklit eden bir prototip geliştirmek istemektedir. Uzun uğraşlardan sonra bunu yapar, ancak denemesi için şirket Ceo’su Michelle Bradley’den (Sigourney Weaver) kesinlikle izin çıkmaz. Bunun üzerine Deon, çatışmalardan birinde zarar görmüş robotlardan birini çalar, ancak aracıyla evine dönerken bir grup gangster tarafından kaçırılır. Yazılımı robota yükleyen Deon, kendisinin de yeni karşılaşacağı düşünen bir varlıkla oldukça güç koşullar altında tanışır. Sonuç olumludur, ancak robot öğrenme sürecini tıpkı bir insanın aşamaları gibi aşama aşama geçirmek durumundadır ve çoktan yanlış ellere düşmüştür bile.
Deon kendi yarattığı bilinçli varlığı elinden kaçırmış olmasına mı yansın, onun “büyümesini” göremediğine mi yansın, bu denli önemli bir varlığın yanlış ellerde olmasına mı yansın, yoksa deneyimlediği zor zamanlarda bir de ayrıca üzerine gelen Vincent Moore’la uğraşmak zorunda kalmasına mı yansın?