Underworld: Blood Wars – Özgün Senaryosuna Dönüş Üzerine Bir Film
Underworld serisi Len Wiseman yönetiminde beyazperdede hayatımıza girdiğinde takvimler 2003 yılını gösteriyordu. Elbette hem gişede hem de seyircinin gözünde (buna bende dahil) bu kadar başarılı ve uzun soluklu bir bir seri olmasında hiç kuşkusuz çok önemli iki faktör vardı. İlk faktör olan Kate Beckinsale’in vampir Selene karakteriyle kendine has kostümü, aksiyon sahnelerindeki başarısı ve özellikle her filmde giderek büyüyen karakteristik rolü çok etkiliydi. İkinci faktör gotik, kasvetli bir havada yorumlanan filmin vampirler ile kurt-adamlar arasındaki çatışmayı anlatması olağanüstü bir yorum başarısıydı.
İlk iki film birbirini tamamlama açısından çok başarılıydı. Üçüncü filmde radikal bir değişikliğe gidilerek kurt-adamların bakış açısından anlatılan bir film yani prequel yapıldı. Selene karakterinin olmaması gişe başarısına olumsuz yansıdı ama güçlü bir anlatım vardı. Dördüncü filme insanların dahil edilmesiyle film başka bir havaya girdi. Hem eski görüntüsünden uzaklaştı hem de konu olarak özgünlüğünü bir bakıma yitirdi.
Beşinci yani Kan Savaşları filminde öncelikle kadın yönetmen Anna Foerster’in gelmesiyle birçok şey değişti ama bunun en önemlileri; bana göre başarısız dördüncü filmden sonra anlatım ve görsel temanın tekrardan özgünlüğünü kazanmasıyla seyirciye olumlu bir bakış getirtti, tabi ki bunda görüntü yönetmenliği kökenli olması da en büyük artısıydı. Tekrardan özgün olan konusu vampir – kurt adam çatışmasına dönülmesi çoğu izleyiciyi çok mutlu etti.
Selene’e Rakip mi Var?
Underworld serisinin en çok eleştirdiğim yanı Selene karakterine rakip başka bir kadın karakter olmamasıydı. Bu seride yönetmenin kadın olarak değişmesinden mi bilinmez ama Selene ilk defa güçlü, hırslı ve entrikacı bir rakiple yani Semira ile karşı karşıya kalıyor. Bu gerçekten filmde çok hoşuma giden bir yön oldu. Lara Pulver, Semira rolüne o kadar çok yakışmış ve uyumlu olmuş ki sanki bütün serilerde varmış gibi bir his uyandırıyor. Filmdeki görünüşü, kıyafetleri ve davranışları bir an için başrol Selene’in önüne geçiyor demek yalan olmaz.
O da ne? İskandinav Vampirler
Seride yenilikler bunlarla bitmiyor tabi. Kurtadamlardan hatta kendi türü olan vampirlerden bile uzakta yaşayan ama aynı zamanda barışçıl olan bu İskandinav vampirler fikri genel olarak hoşuma gitti diyebilirim ama Lycan’ınların saldırısı sırasında çok fazla pasif kalmaları benim açımdan olumsuzdu. Ayrıca burada çok önemli bir mirasın, David’in (Theo James) geçmişiyle ilgili filmin akışını değiştirecek bir gerçekle yüzleştiğini söyleyelim.
Karşımızda Yeni Bir Selene
Özelikle Lycanların yeni karizmatik liderleriyle vampirlerin kalesine saldırdığı sahne seyirciye bol aksiyon sunuyor ve tam not alıyor seyirciden en azından benim için öyle diyebilirim. Selene’in İskandinav vampir sığınağından sonra geçirdiği bir nevi evrim, sonradan dahil olduğu çatışma ve diğer serilerden farklı olarak hem görünüm hem de ruhani açıdan değişimi görülmeye değer.
Kan Savaşları mı? Yoksa Kan Oyunları mı?
Film içinde o kadar çok entrika ve ihanet görüyoruz ki bu özelliğiyle serinin diğer filmlerinin üstüne çıkıyor. Çok önemli ölüm sahnelerinde dahi duygu yoğunlukları çok yetersiz ve hızlı geçiliyor, bunda filmin 90 dakikaya sığdırılması hiç kuşkusuz en önemli etkenlerden biri. En önemli eksik tabi ki Selene’in kızı Eve’ in ve Michael’ın filmde olmaması. Ama en azından akıbetleri hakkında bilgi ediniyoruz özellikle Michael hakkında.
Her şeye rağmen serinin bu son filminde Kate Beckinsale’in aksiyon rol modeli olarak sinemada haklı bir yer edindiği karakterini tekrardan beyazperde de görmek heyecan verici. Durmayan temposunun, özgün konusunun dışına çıkarıldığı başarısız dördüncü film sonrasında eski filmlerine (özellikle birinci ve ikinci film) dönüş niteliğindeki serinin bu son filmi izleyenleri tatmin etmeye yetiyor, özelikle son yarım saatteki aksiyonu görülmeye değer.
Filmin Konusu
Selene (Kate Beckinsale), kendisine ihanet eden Lycan’ların ve Vampirler’in sürekli tehdidi altındadır. Bu zor durumda yanında sadece David (Theo James) ve babası Thomas (Charles Dance) vardır. Sonunda kendisini feda etmesi gerekse bile, Lycan ve Vampirler’in ezeli savaşını durdurması gerekecektir.