Wonder Woman – Analiz, Tahmin ve Anekdotlar
Yazıya bir gözlemimi paylaşarak başlamak istiyorum. Yerden yere vurulan Batman v Superman: Dawn of Justice ve Suicide Squad sonrasında süper kahraman filmlerine gönül vermiş kitlede Wonder Woman filmi hakkında olumlu bir beklenti oluştu. Ne de olsa yapılan eleştiriler şu ya da bu şekilde film yapımcılarına da ulaşıyordu ve DC Extended Universe’ün (kısaca DCEU) geleceği hakkında olumlu hamleler bekleniyordu.
Warner Bros, bu beklentileri karşılaması için DCUE işleri için bir departman kurdu ve başına DC Comics’in kreatif direktörü Geoff Johns ve Edge of Tomorrow’dan tanıdığımız Jon Berg’i getirdi. Ancak yazarlarımızdan Fasih Sayın‘ın Suicide Squad filminin gişe durumunu analiz ettiği Suicide Squad – Sonuçta Ne Oldu? adlı yazısında da belirttiği gibi; bunlar olduğunda Wonder Woman ve Justice League filmleri çok ileri yapım aşamalarındaydı. Yani filmlerde o saatten sonra dramatik değişiklikler beklemek pek gerçekçi değildi.
Bu yazı, tıpkı özene kaleme aldığım diğer Analiz, Tahmin ve Anekdotlar serisinde olduğu gibi filmin benim üstümde bıraktığı duygusal etkilerden ziyade adı üstünde, filmle ilgili farklı detayları tarafsız olarak analiz ederek tahminler yürütmem üstüne kurulu olacak. Hatta eğer diğer süper kahraman filmleri hakkındaki yazılarımı okumak isterseniz, alttaki buton sizi listeye götürecek:
Analiz Tahmin Ve AnekdotlarUnutmadan şunu da belirteyim: Filmi Warner Bros’un düzenlediği Wonder Woman “Fans First” Özel Gösterimi adlı etkinlikte tam 8 gün önce izleme şansım oldu. Dolayısıyla bu yazı karşınıza çıktığında film daha gösterime henüz girmiş olabilir. Doğası gereği bu yazıda kürek kürek SPOILER olduğunu hatırlatıyor ve eğer filmi izlemediyseniz uzak durmanız gerektiğini tavsiye ederek devam ediyorum:
Orijin Hikayesi ve İlk Ters Köşe
Hikaye, Diana’nın Birinci Dünya Savaşı (ya da o dönemlerde verildiği ismiyle Büyük Savaş) dönemindeki anılarını yad etmesi üstüne kurulu. Anılarını depreştiren şey ise Bruce Wayne’in Diana’ya büyük bir jest yaparak Batman v Superman: Dawn of Justice‘te gördüğümüz Wonder Woman’ın silah arkadaşlarıyla Büyük Savaş cephesinde çektirdiği fotoğrafın orijinal cam negatifini bularak hediye etmesi.
Diana’nın anıları Themyscira’daki çocukluğuna kadar gidiyor ve kahramanın orijin hikayesi izliyoruz. Bu noktada Diana’nın çok şeker bir çocuk olduğunu ve adada yaşayan Amazonların hayat stillerinin güzel yansıtıldığı dışında çok detaya girmenin gerekli olduğunu düşünmüyorum. Ancak beni ters köşeye yatıran bir unsuru dile getirmek istiyorum:
“Aslan Kral Sendromu” olarak adlandırdığım bir hikaye klişesi var. Birçok farklı eserde otorite sahibi bir yönetici, onun çocuğu ve yöneticinin erkek kardeşini görürüz. Kaçınılmaz olarak “amca”, birçok konuda fikir ayrılığı yaşadığı büyük kardeşine ihanet eder ve hikayenin kalanı “yeğenin intikam öyküsü” olarak devam eder. Bunun aklımda en yer etmiş versiyonu Disney’in The Lion King adlı animasyonudur. Daha yakın zamanda izleyip çok beğendiğim King Arthur: Legend of the Sword adlı filmde de kullanılmış olduğunu gözlemledim. Bu bilgiler ışığında dış görünüşüyle oldukça sert bir mizaç sergileyen Diana’nın teyzesi Antiope’den filmdeki son anına kadar bir ihanet bekledim. Ancak bilakis yeğenini korumak adına hayatını vererek izleyenleri ters köşeye yatırdı. Bu noktada bizlere klişe yaşatmayan senaristlere teşekkür ederim.
Filmin bu bölümüyle ilgili eklemeden edemeyeceğim bir diğer husus da Amazonların dövüş stilleri olacak. Her biri süper model ölçülerine sahip olan ölümsüz olan Amazon savaşçıları, Themyscira’da binlerce yıldır yaptıkları talimler sebebiyle kelimenin tam anlamıyla şiir gibi savaşıyorlar. At üstünde ok kullanmaları, halatla yamaç aşağı inmeleri ve çapraz taklayla ters yöne ok atma kareografileri kusursuzdu. Elbette binlerce yıldır bir adım bile ilerlemeyen teknolojileri yüzünden çatışmayı kazanmış olsalar da Themyscira’ya kazara gelen Alman askerlerine karşı ağır kayıplar verdiler.
Kaptan Kirk, Birinci Dünya Savaşında Wonder Woman ile Omuz Omuza
Hikaye, Themyscira’yı kazara keşfeden Amerikan asıllı bir İngiliz ajanı olan Steve Trevor’ın Diana ile birlikte adayı terk etmesiyle devam ediyor. Steve’in verdiği bilgilere göre, yenilmek üzere olan Almanlar teknolojide bir zıplama yaşayarak savaşın kaderini değiştirecek türden bir kimyasal silah üretimine başlamış
Aslında gerçek hikaye bu değil elbette. Diana’nın bilmediği; Steve Trevor’ın aslında gelecekten gelen yıldız gemisi Enterprise kaptanı Kirk olduğu. Enterprise mürettebatı, tarihin bir dış güç tarafından değiştirildiğini fark eder ve zamanda yolculuk yaparak müdahalenin kaynağını aramaya başlarlar. Kaptan Kirk, daha görev yerine ulaşamadan öldürülen Steve Trevor adlı casusun yerini alır ve yörüngedeki Enterprise’ın sensörlerinden kaçamayan Themyscira’ya yardım bulma ümidiyle gider…
Aman diyeyim, ciddiye almadınız değil mi? Şaka yapıyorum. Elbette böyle bir crossover hikaye izlemek oldukça keyifli olurdu, ancak vurgulamaya çalıştığım başka bir şey. Chris Pine, bende elbette Star Trek’teki Kaptan Kirk rolüyle yer etmiş oyuncu. Bunun dışında birçok farklı filmde kendisini izledim. Demeye çalıştığım şu ki; Chris Pine öyle her role girebilen türden Christian Bale, Daniel Day-Lewis, Jack Nicholson, Jared Leto ya da Robert DeNiro gibi bir metod aktör değil. Aşağı yukarı her filmde canlandırdığı aslında aynı kişi (Muhtemelen bizzat kendisi). Dolayısıyla Chris Pine filmde iyi iş çıkarmış olmasına rağmen ister istemez bende bir Star Trek / Wonder Woman crossover hikayesi hissiyatı bıraktı.
Bir diğer husus da bir hayli tartışmalı olan Gal Gadot ile ilgili. Gal Gadot hakkında çok daha detaylı analizi yazının ilerleyen bölümlerinde yapacağım, ancak görünüş olarak Wonder Woman’a yakışıp yakışmadığını tartışmasını kenara bırakacak olursak; oyunculuk yeteneği ortalamanın azıcık üstüne olmasına rağmen rolü sıkı sıkıya kucakladığından ötürü olayı kurtarmış.
Diğer oyunculara dair diyecek pek bir şeyim yok açıkçası. Göze batan pek bir şey yok o konuda.
Bu arada filmin eğlencelik bütün unsurları filmin ilk yarısında yer alıyor. Şöyle ki; esprilerin hepsi bir anlatım klasiği olarak Diana’nın tanımadığı bir dünyanın geleneklerini anlamaya çalışması ve düştüğü komik durumlar üstüne kurulu.