Yalnız Kalmak Zinhar Yasak- Lobster

Teknolojinin ilerlemediği ama diktatörlüğün çok ileri safhalara gittiği bir gelecek düşünün. Öyle ki; bu gelecekte insanların yalnız kalması, eşleri öldüğünde yaslarını tutması veya matemlerini yalnız başlarına tutması yasak. Çünkü yalnızlık = soy tehdidi. Lobster böyle bir gelecekte geçen ve “kara” kelimesini sonuna kadar hak eden bir komedi filmi.

Okurken dinleyiniz.

Yalnızlık 101

Kariyerine daha çok bağımsız sinemayla devam etme kararı veren Collin Farrel ile benim gönlümü “Mumya” ile çalan Rachel Weisz var baş rollerde. Hollywood’a en son “True Detective” ile uğrayan ve boyunun ölçüsünü alan Collin Farrel’ı şahsen ilk olarak “Azınlık Raporu” filmi ile keşfetmiştim, arkasından “Telefon Kulübesi”, “Korkusuz (Fecaat)” gibi işler yaptı ama bu adamcağızın ne yazık ki işleri Hollywood’da bir türlü istediği gibi gitmedi. En son “Gerçeğe Çağrı”nın o kötü yeniden yapımında oynadı ve sonrasında piyasa, daha doğrusu Hollywood’a küstü denilebilir. Benim favorim olan “London Boulevard”, “In Bruge”, “Seven Psychopaths” gibi sağlam bağımsız yapımlarda yer alınca asıl kariyerini bağımsız yapımlarla ilerletmek istediğine karar vermiş olacak ki yine bir bağımsız şaheseri olan “Lobster” ile karşımızda.

The BFI London Film Festival Dare Gala Premiere of 'The Lobster'

Filmin kadın kahramanını canlandıran Rachel Weisz’ın tırmanışı ve benim dedektörüme girişi “Mumya” ile başlamıştı. Güzeller güzeli ince kaşlı kütüphaneci “Evelyn Carnahan” ile sert asker Rick O’Connell’ın maceralarını izlemiştik. Aslında baktığınız da Rachel Wiesz’ın da belki bağımsız olarak değil ama daha serbest ve oyunculuk gerektiren yapımlarda yer aldığını görüyoruz, 2010’lara kadar bir kariyer tırmanışı ve ondan sonra kariyerini daha çok mesleğine adaması durumu var Wiesz’da. Bu arada, neredeyse “The Fountain”de ki muhteşem performansına değinmeden kapatacaktım bu oyuncu geçmişini, sizde beni topa tutacaktınız. Haklısınız!

Yönetmenimiz Yorgos Lanthimos, Yunanistan doğumlu, üç uzun, iki de kısa metraj çalışması olan yeni emeklemeye başlamış lezzetli bir bağımsız yönetmen. Bu arada zat-ı muhteremin filmin senaryosunda da alın teri var .

Istakoz Yani Lobster

Eveeet! Oyuncu ve yönetmen hakkında kısa bilgiler verdikten sonra filmimizin eleştirisine başlayabiliriz. Yazının girişinde de bahsettiğim üzere film yalnız kalmanın yasak olduğu ütopik bir İngiltere geleceğinde geçiyor. Yalnız kalan kadın veya erkekler aslında bir transformasyon fabrikası olan otele götürüyorlar ve toplamda elli iki günlük bir süre içerisinde kendilerine bir eş bulmaları isteniyor. Eğer bulamazlarsa durum çok acayip; seçtiğiniz bir hayvan oluyorsunuz…

lobster5

Seçilenler arasında; papağan, midilli, ıstakoz veya köpekler olabiliyor. Bu öyle bir gelecek ki; otele giriş yaptığınız andan itibaren ilk gün bir eliniz mastürbasyon yapmamayı öğrenmeniz için kelepçeleniyor ama eğer dayanamayıp yaparsanız da sert yaptırımlar uygulanıyor. Elinizi ekmek kızartma makinesine sokmak gibi. Fakat dedik ya ütopik bir gelecek diye, aynı otel yönetimi her gün bir otel hizmetçisini sizi uyarması için gönderiyor. Eğer uyarılmazsanız yalnız kalıp kalamamanızın bir önemi yok çünkü.

Böyle sert yaptırımların ve sosyal deneylerin olduğu bir ortamda fazla kalmamayı hepimiz isteriz. Her halde bu yüzden filmde ki karakterler de istiyor, ortamda ki komik ama buhranlı hava o kadar iyi yansıtılıyor ki sizde karakterler ile birlikte o otelden kaçmak istiyorsunuz. Kaçmak içinse hiçbir otel sakini her hangi bir fedakarlıktan da kaçınmıyor. Burnu kanayan bir kadından hoşlandığı için sürekli sağa sola çarpıp burnunu kanatan erkekler mi istersiniz, yalnız kalmaması karşılığında belki daha önce duymadığınız yatak fantezileri sunan kadınlar mı dersiniz ya da yine yalnız kalmamak ve bir “ıstakoza” dönüşmemek için kız çocuğunu tekmeleyip küfür edenler mi dersiniz? Kısacası herkes bu otelde çok huzurlu ama çok korkmuş durumda.

Yorumlar